Dolar 32,4375
Euro 34,7411
Altın 2.439,70
BİST 9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 15°C
Az Bulutlu
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pts 16°C
Sal 16°C
Çar 19°C
Per 21°C

TÜRK KADINLARININ DEVLET VE SOSYAL HAYATTAKİ YERİ VE ÖNEMİ

21/06/2023 21:23
A+
A-

Türklerin tarihte büyük devletler ve medeniyetler kurmasında aile yapısının sağlamlığı ve kadınların büyük bir yeri ve önemi olmuştur. Eski Türk toplumunda toplumun temelini aile oluştururdu ki bu günde böyledir.

Türk sosyal hayatı, aile ve akrabalık bağları üzerine kurulmuştur. Birbirine akrabalık bağları ile bağlı olan fertlerin toplamına aile denir. Aile, Türk toplumunun ve Türk devletinin çekirdeğini ve temelini oluşturur ve kan akrabalığına dayanır. “Gök kubbeyi devletin, çadırı ise ailenin örtüsü” kabul eden eski Türklerde devlet düzeni ile aile düzeni arasında çok yakın ilişkiler bulunmaktadır.

Tarih boyunca Türk ailesi, devletin ve ordunun temelini oluşturmuştur. Türk aile yapısı; ne pederşâhi (patriyakal, ataerkil) ne de maderşahi (matriyakal, anaerkil) ne de ana hukukuna tâbi (maderi) idi. Türk ailesi Gökalp’in doğru olması muhtemel olan görüşüyle, pederî (baba hukukuna tâbi) idi. Bu tipte evin ve aile ocağının başkanı baba olmakla birlikte; ana ve çocukların da söz hakkı vardır. Onlarla görüşülür müşavere edilir. (Eröz, M. 1996, S.163)

Ailede reislik görevi babanındır. Babanın görevi, ailenin geçimini sağlamak yani ona bakmak, korumak ve yetişmiş olan evlâtlarını evlendirmek idi. Eski bir ifade ile söylemek gerekirse, baba, yetişmiş olan “oğlunu evlendirmekte kızını göçürmekteydi”. Özellikle erkek evlâtların yetişmesi ve ailenin faaliyetlerine katılması, babanın yükünü büyük ölçüde hafifletiyordu. Türklerdeki “Tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir” atasözü bu anlayışı yansıtmaktadır.

Türk tarihinin, töresinin, kültürünün, kısaca Türk medeniyetinin en önemli yazılı belgesi olan Orhun Abideleri’nde yer alan : “Yukarıda Türk Tanrısı, Türkün mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiş, Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İlteriş Kağanı, annem îlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmış olacak….Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam kağanı, annem hatunu yükseltmiş olan Tanrı, il veren Tanrı, Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, kendimi, o Tanrı, kağan (olarak) oturttu tabiî “ (Gök-Türk Kitabeleri, Kültigin Anıtı, Doğu cephesi).

Gök-Türk yazıtlarında geçen, ana ve babayı birlikte ele alan bu ifadeler, Türk milletinin ve Türk devletinin ‘aile’ temeli üzerine kurulduğunu göstermektedir. Yazıtlarda geçen adlara dikkat edilecek olursa, kağan ismi olarak zikredilen İlteriş, ‘ili, yani devleti terleyen-derleyen toparlayan, yeniden kuran, devleti belirli bir düzene oturtan kişidir. İlbilge ise, “ilin bilgesi, âlimi, danışmanı, fikir danışılan kişisi” manasındadır.

Ev ve evli Türk dilinin en eski sözcüklerindendir. Eski Türk kültüründe evlenen çiftlere yeni ev açıldığından, bir kadınla bir erkeğin birleşmesine, bir ve beraber olarak hayatlarını devam ettirmek üzere bir araya gelmesine evlenmek denmiştir. Eski Türkler aynı zamanda eşlerine sonuna deş-daş ekinin eklenmesiyle “Evdeş” adını da vermişlerdir.

Türk ailesinde, babanın yanında annenin de söz hakkı vardı. O, her şeyden önce erkeğin “evdeş”i yani ev arkadaşı idi. Türkçemizde “deş ve daş” ekleri anlam bakından çok yüklü ve yüksek manalı kavramları kullanmak için kullanılmıştır. Yoldaş, ülküdaş, soydaş, milletdaş, dindaş, arkadaş gibi. Türkçemizde eşlerimiz için kullanılan ‘hanım’ sözcüğü de, yine eski Türkçe’de hâkanlar için kullanılan bir deyim olan “han” deyiminin “sen de benim hanımsın” gibi saygı makamında kullanılan şeklidir.

Başta ev olmak üzere ailenin bütün maddî varlığı, eşlerin ortak malı idi. Ailenin her türlü faaliyetinde de iş bölümü anlayışı hâkimdi. Meselâ, erkek evlâdı yetiştirmek babanın, kız evlâdı yetiştirmek de annenin görevi idi. Türklerde “babasız oğul, anasız kız” bakımsız sayılırdı. Eşler arasındaki iş bölümünde kadına büyük ölçüde ev işleri düşmekteydi. Meselâ, yemek pişirmek, çocuklara bakmak, koyunları sağmak, sütten elde edilen yiyecekleri hazırlamak, dikiş dikmek, keçe yapmak, kumaş

dokumak, “yurd”u (çadır) kurup sökmek ve bazen kocasının atını eyerlemek hep kadının işiydi. Bütün bu işlerde anneye kız çocukları yardım etmekteydi…

Türk kadını, namus ve iffetine son derece düşkündü. O, daima namus, iffet ve güzelliği ile yabancı seyyahların dikkatini çekmiştir. Kendi toplumu içinde ise, “altun özük”, “ertini özük”, “arık”, “silig” (namuslu, temiz, bedeni inci gibi kadın ve kız) gibi güzel sıfatlarla anılmaktaydı. Türk erkekleri de eşlerine “görklüm” yani “güzelim” şeklinde hitap etmekteydiler. Öte yandan, Türk toplumunda, kadının savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılmaktaydı. Bundan dolayı Türkler, savaştan önce kadın ve çocuklarını güvenlik altına almayı hiçbir zaman ihmal etmezlerdi.(https://www.tarih.gen.tr/eski-turklerde-sosyal-hayat.html) Ayrıca, İbn Fadlan, Gardizi, Plan Karpin vb. Türk, Tatar kadınların ahlaki temizliğini övmektedir. Marco Polo da onlar için “bütün dünyada en temiz ve ahlaklı” sıfatlarını kullanmaktadır. Vambéry’ye gôre eski Türkçede alüfte, piç (veledi zina) sôzlerine rastlanmaz. Sonradan bu manalara gelen sôzler diğer dillerden, bilhassa Farsçadan geçmiştir, der. (Rosanyi, L., Türkler, 2020, c.1. s.536, Tarihte Türklük / Prof. Dr. Laszlo Rasonyi [s.350-377])

Eski Türk ailesi, bugün olduğu gibi, “küçük aile”, yani “çekirdek aile” tipindeydi. “Evlenmek” ve “evlendirmek” kelimeleri bu durumu açıkça göstermektedir. “Evlenmek”, yeni bir ev sahibi olmak, daha doğrusu yeni bir aile kurmak anlamına geliyordu. Her baba, yetişen oğullarını evlendirmek suretiyle onların da müstakil bir aile haline gelmelerini sağlamaktaydı. Bundan dolayı o, ailesindeki evlendirdiği her oğluna bir çadır ile bir miktar mal vermekteydi. Ancak küçük oğul, evlendikten sonra babasının çadırında kalmakta, yaşlılıklarında anne ve babasına bakmakta ve onların ölümlerinden sonra da çadırın ve babasının kalan malının sahibi olmaktaydı. Baba ocağını tüttürdüğü için küçük oğula “ot tigin” (ateş prensi) denmekteydi.

Türklerde genellikle dışarıdan evlilik (exogamie) tercih edilmekteydi. Daha doğrusu, oğlanlar dışarıdan evlendirilmekte, kızlar da dışarıya verilmekteydi. Bundan maksat, akraba sayısını artırmak, karşılıklı olarak birbirilerinin destek ve himayesini kazanmaktı. Dışarıdan evlilikten başka bir maksat da, akraba boylar edinerek, boylar arasındaki yağma ve çapulu önlemek ve böylece iç barışı sağlamaktı. Zira konar-göçer bir hayat yaşayan bozkır ailelerinin ve boylarının tabiî âfetlere ve düşman saldırılarına karşı koyabilmeleri, ancak kendi aralarında akrabalık bağları kurmaları ve iş birliğini kuvvetlendirmeleriyle mümkün olabilmekteydi. Öte yandan, eski Türk toplumunda tek eşle evlilik (monogamie) hâkimdi. Bazen erken ölen kardeşlerin dul kalan eşleri, diğer kardeşler ve akraba erkeklerden biri tarafından ikinci bir eş olarak alınmaktaydı. Bu davranışın temelinde, aile ve malın parçalanmaması fikri ile himaye ve destek anlayışı yatmaktaydı.

Eski Türkler akrabalık bağlarına da çok büyük bir önem verirlerdi. Türkçe akrabalık münasebetlerine dair altmış ayrı nüansa tekabül eden kelimeyi Zolotitski Çuvaşça sözlüğünde zikretmiştir (Rasony: 1996: 57).

Türk aile sisteminde büyüklere karşı sonsuz saygı ve hürmet vardır. Aile düzeninde büyüklere gösterilen saygı, devlet büyüğü olarak kabul edilen hükümdar ve beylere gösterilen mutlak itaat ve saygının temelidir. Göktürk Kitabeleri’nde yer alan “Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş… Küçük kardeş büyük kardeşini bilmezdi, oğlu babasını bilmezdi. Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı’’ ifadeleri temeli aile içinde oluşturulan bu saygı ve itaatin devletin diğer kademelerinde bulunması gerektiğini, bulunmadığı takdirde devletin nasıl bir çöküş içine gireceğini anlatmaktadır. Eski Türk yazıtlarında gördüğümüz aça (akrabalık), adakı (babacığım), ana, apa (abla), bark (ev bark), beg (bey), bişük (aile), bod (boy), budun (kavim, millet), eb (ev, yurt), eble – (evlendir-), eçi/içi (ağabey; amca), eçü apa

(ecdad), eğiç (kız çocuğuna sevgi göstergesi olarak kullanılan bir kelime), eke (abla), er (erkek adam), eş, ini (küçük kardeş), iniyigün (akrabalık ifade eden bir kelime), kelinün (gelin), kişi (insan, zevce), kün (cariye) (müçe (düğün hediyesi), oba (boy, kabile), oğlan, oğul, oğuş (kabile, boy), ög (anne), kadaş (hısım, akraba), kadin (kayın, hısım), kalın (başlık), kang (baba), katun (kadın, hatun), kız oğul (kız evlât), kudız (dul kadın), sağdıç, singil (kız kardeş), törün (düğün, merasim), tuh (dul), urı (erkek evlât), uri oğul (erkek evlât), uya (kardeş, hısım), yigün (yeğen), yorç (kadının küçük erkek kardeşi), yotuz (zevce, refika) gibi aile akrabalıkla ilgili kelimelerin çokluğu, Türklerin aile düzenine verdikleri önemin bir göstergesidir.

Ziya Gökalp’in :

“Ailedir bu milletin, bu devletin esası

Kadın tamam olmadıkça eksik kalır bu hayat… ” ( Ziya Gökalp, Aile Şiirinden)

mısraları, sosyal değerler üzerine kurulan; sosyal grup olarak büyük olan ailenin ne kadar önemli ve temel fonksiyonlara sahip olduğunu göstermektedir.

“Cemiyetin üç rüknü var:

Birincisi aile! Bu diyanet yuvasını kuran sensin, kadındır.

Medeniyet bayrağını sensin alan ilk ele,

Altın harfle yazılacak olan, senin adındır ” (Gökalp, Kadın şiirinden)

Diyen Ziya Gökalp’in cemiyeti oluşturan üç temel unsurun (aile, devlet, millet) birincisi olarak gördüğü aile, Türklerin köklü ve sağlam bir toplum yapısına sahip olmalarında çok önemli rol oynamıştır.

Eski Türklerde, soyluluk yalnız baba yönünden gelmezdi. Ana yönünden de gelirdi. Bir adamın tam soylu olması için, hem baba yönünden hem de ana yönünden soylu olması gerekirdi. Bu gün bile Harzem’deki Türkmenlerde bir kız, hem babası, hem de anası Türkmen olmayan bir erkeğe varmaz. Çünkü bir adamın yalnız babasının Türkmen olması, soylu olması için yeterli değildir. Tümüyle soylu olması için, anası da Türkmen olmalıdır (Gökalp, 1996, s.162).

Eski Türklerde bir şehzadenin hakan olabilmesi için hem ana hem de baba tarafından soylu olması yani Türk olması gerekirdi. Kutadgu Bilig’de yer alan “Beylik için insanın ilk önce asil soydan gelmesi gerektir… Soyu iyi ise, insan iyi doğar ve iyi olduğu için başköşeye geçer” (Arat, R.R. Kutadgu Bilig, II, s.148-149) cümleleri “kadın, aile (soy), devlet” üçgeninin ne kadar önemli ve birbiriyle ilişkili olduğunu vurgulamaktadır. Divanü Lügati’t-türk’te bodun ve boy’dan sonra en küçük birim olan aile üzerinde geniş bilgi verilmektedir. Kadın, aile reisi olan kocasına, ev içinde ‘emir, bey’ konumunda olduğu için beg (bey) diye hitap eder (Atalay, B. Divânü ligat-it Türk Tercümesi, II, s. 155).

Bey de eşine sende benin sultanımsın-hânımsın manasında “hanım” diye seslenir. Ailenin reisi olan baba için; “Bey-beg-begüm-beğüm-beyim” evin direği ve ailenin temeli olan eş için “Han- Hânum-hanım” kelimelerinin etimolojisi dikkate alınınca kadının eski Türk toplumundaki yeri ve değeri hakkında bir fikir sahibi olmuş oluruz. Eski Türk Toplumu’nda kadın öncelikle insan, eş ve ana olarak saygı görürdü. Aile tek eşliliğe dayanırdı. Kız çocukları hor ve aşağı görülmezdi. Çocuklar üzerinde baba kadar ananın da hakkı vardı. Hakanların yazdığı fermanlara “Hakan ve hatunun emri“ ifadesi ile başlanırdı. Ülke yönetiminde kadınlar da söz sahibi idi. Resmî kabul ve törenlere hakanların yanında eşleri de katılırdı. Kadınlar bir eş-evdeş, hayat arkadaşı ve ana olmanın ötesinde, sosyal hayatta ve askerlik ve devlet yönetiminde de son dere etkiliydiler. İslamiyet’ten önceki devirlerde kurultay toplayan, devlet yönetiminde ve sosyal hayatta etkili olan Türk kadını bu üstünlük ve faziletini İslami

devirlerde de uzun bir süre sürdürmüştür. Ebulgazi Bahadır Han “Şecere-i Terâkime “ (Türklerin Soy Kütüğü) adlı eserinde Oğuz İli’inde uzun yıllar beylik yapan Türk kadınları hakkında bilgi vermiştir: “Onların birincisi Altun Közeki Sündün Bay’ın kızı ve Salur Kazan’ın karısı boyu uzun Burla (Bular)idi. İkinci Karmış Bay’ın kızı ve Mamış Bey’in karısı Barçın Salur idi. Üçüncüsü Kayı Bay’ın kızı ve Çavuldur Bala Alp’in karısı Şabatı idi. Dördüncüsü Kondı Bay’ın kızı ve Biyeken Alp’in karısı Künin Körkli idi. Beşincisi Yumak Bay’ın kızı ve Karkın Konak Alp’in karısı yine bir Künin Körkli idi. Altıncı Alp Arslan’ın kızı ve Kestan Kara Alp’in karısı Kerçe Buladı idi. Yedinci Kınık Bay’ın kızı ve Dudal Bayın oğlu Kımaç’ın karısı Kugadlı idi (Ergin, M. Türklerin Soy Kütüğü, s.97).

M.Ö. 529’da İran imparatoru Sirüs’ü mağlup eden Tomris Saka Türklerinin ünlü kadın hakanıdır. (Çeçen, 1986, s.26) Tomris Hatun kocasının ölümü üzerine Sakaların hakanı olmuştu. İran/Pers hükümdarı Sirus, Saka/İskit topraklarını kendi ülkesine katmak istiyordu. Bu amaçla Tomris Hatun’a evlenme teklif etmiştir. Sirus’un asıl amacını anlayan Tomris Hatun bu evlilik teklifini reddetmiş ve Sirus’tan topraklarını terk etmesini istemiştir. Tomris Hatun’un teklifinin kabul edilmemesi nedeniyle yapılan savaşta İran/Pers ordusu Saka Türk hükümdarı Tomris Hatun tarafından bozguna uğratılmış ve bu savaşta Sirus da öldürülmüştür. (Herodotos, 1973, 1:212-213. Bu savaşın son araştırmalara göre, M.Ö. 528 yılında yapıldığı anlaşılmıştır. (Togan, 1987: 33).

Savaşın ardından Tomris elinde kan dolu bir tulum ile ölüler arasında Büyük Kyros’un (Siros’un) cesedini aramıştır. Kısa bir süre sonra Büyük Kyros’un (Sirus’un) cansız bedenini bulup kafasını kanla dolu olan tulumun içine sokmuştur. Bu şekilde önceden kendisini uyardığı üzere Büyük Kyros’u bir bakıma kana doyurmuştur. Herodotos, Büyük Kyros’un ölümü konusunda farklı hikâyeler olduğunu ve kendisinin gerçeğe en yakın olanını anlattığını söylemektedir (Herodotos, 1973, I. 214).

Türk devletlerinde hakanlık yapmış olan Türk kadınlarından birisi de Raziye Begüm Sultandır. H.Hilal Şahin bu ünlü Türk kadını hakkında “Müslüman Türk Devletinin Tek Kadın Sultanı “Belkîs-i Cihan Raziye Begüm” adlı makalesinde aşağıdaki bilgileri vermiştir:

Raziye Begüm Sultan Hindistan’da XIII. yüzyılda hüküm sürmüş (1236-1240), ilk Müslüman Türk Devleti Dehli Türk Sultanlığı’nın tek kadın hükümdarıdır. Raziye Begüm, 12 erkek kardeşine rağmen henüz 16 yaşındayken tahta oturmayı başaran askerî deha sahibi cesur bir şahsiyettir. Orta Çağ’da bazı Müslüman kadınların siyasi güçlerini sahne arkasından hissettirmesinin tam aksine bir yönetici/hükümdar olarak sahne önüne çıkmaya cesaret eden ender kişilerdendir. İşte bu yönüyle Raziye Begüm, sadece Türk tarihinde değil dünya tarihinde de tanınması gereken bir Türk kadınıdır.

Raziye Begüm, İngiltere Kraliçesi I. Mary’den 318 yıl, Kraliçe I. Elizabeth’den 322 yıl, Kraliçe Victoria I. (1837-19019)’den de 600 yıl önce hükümdarlık yapmış olmasına rağmen çok yönlü kişiliğiyle örnek bir Türk kadınıdır.

Hindistan’da kurulan ilk Müslüman Türk devleti Dehli Türk Sultanlığı’nın hükümdarı olarak dört yıl tahta oturan Raziye Begüm, bu zaman zarfında devletinin bekâsı için üstün çaba sarf etmiştir ( Şahin, H.Hilal. 2018, s. 362-377).

Hakanla hatun, bütün resmî kabullerde, kişileri birlikte ağırlarlar. Hem resmî Çin kaynaklarına hem de yazıtlara göre, İlbilge Hatun (katun), Kağan gibi kutsallığa sahiptir ve devlet yönetiminden sorumlu kişiler olarak bilinmektedir. Ayrıca, eski Türk devletlerinde emirnameler, yalnız Hakan namına değil, Hakan ve Hatun namına müştereken ”Hakan ve hatunun emri ile” imza edilmekte, resmî toplantılarda Hakan Hatunla beraber katılmaktadır. Moğol Hanları ve Timur ecnebi elçileri de hatunları ile birlikte kabul ediyorlardı. İbn Batuta: “Türk ve Tatar kavimlerince kadınlar pek muhterem olup bir emirnâme yazıldığı zaman “Sultanın ve hatunun emri ile” ibâresini koyduklarını söyler. Müslüman olan Altun-ordu hükümdarı Özbek Han tahta çıktığı zamanlar sağında üç hatunu ve oğulları, solunda büyük

beyler oturduğunu, hatunlar içeri girince Özbek Han ellerinden tutarak onları yerlerine götürdüğünü, melike olan hatunu ise kapıda selam vererek karşıladığını da sözlerine ekler. (Turan, O.1969. c.I. s.129) Chavennes’in Documents sur les Tou-kionue Occidentaux (Paris, 1900) adlı eserini kaynak göstererek bilgi veren Prof. Dr. Osman Turan, VII. asırda, Uygur hakanı savaşlarla meşgul olduğu için, annesi Uluğ Hatun’un devlet işlerinden yetkili olduğunu; çeşitli davalara baktığını, kanunlara tecavüz edenleri şiddetle cezalandırdığını; bu sayede Uygurlar arasında nizamın kurulduğunu ifade etmektedir. Ayrıca, Hatun Buhara adındaki bir kadın hükümdarın da, on beş yıl tahtta kaldığını; Araplarla uzun süre mücadele ettiğini belirtmektedir.(Turan, O. 1969, c.I, s. 126; Köprülü, M.F. 1981, s.17)

Araplar için kız çocuğa sahip olmak zillet sayılırken Bay Bican’ın kızı olması için Oğuz beylerinden dua etmelerini istemesi; (Gökyay, O.Ş. 1939, s.32) erkek kahramanların kadınların cesaret, fedakârlık ve fizikî güçleri için kullandıkları akıllı, mantıklı, ileri görüşlü, asil, kadirşinas, liyakatli, korkusuz, fikir teatisinde bulunacak ve yol göstericiliğinden yararlanılacak kadar zeki, mis kokulu, ak yüzlü, pembe yanaklı, nur suratlı, topuğa kadar uzun saçlı, altın don gibi göz alıcı, kaz gibi ince ve uzun boyunlu (Yıldız, N. 1995. s.165,167,170,171,183,186) gibi sıfatlar, destanlarda kadına ne derece değer verildiğinin göstergesidir. Manas Destanı’ndaki bu benzetmelerin yanı sıra, Dede korkut Hikâyeleri’nde yer alan;

Beri gel başım bahtı, evim tahtı,

Evden çıkıp yürüdüğü vakit selvi boylum,

Topuğuna sarmaştığı zaman kar saçlım,

Kurulu yaya benzer çatma kaşlım,

Çifte badem sığmayan dar ağızlım,

Güz elmasına benzer al yanaklım,

Kadınım, direğim, dölüğim ” (Gökyay, O.Ş. 1939, s.10)

sözleri de kadının, fizikî özelliklerinin yanında, aile içinde temel fonksiyonunun önemini gözler önüne sermektedir. Türklerin İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra da, kadının devlet işlerinde etkisi ve yetkisi devam etmiştir.

Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi adlı eserinde Türkistan hakanlarının, devlet işlerinde hatunları ile müşavere ettiklerini, onların fikirlerini üstün tuttuklarını; Selçuklu padişahlarının da onlar gibi hatunlarına büyük bir mevkii verdiğini anlatmaktadır. Selçuk sultanlarından Tuğrul Bey’in zevcesi Altun-can, Alp Arslan’ın hemşiresi ve El-basan’ın karısı Gevher, Melikşah’ın zevcesi meşhur Terken, Melikşâh’ın oğlu Mehmed Tapar’ın eşi Gevher ve ‘yeryüzü melikesi unvanını taşıyan Sultan Sancar’ın hatunu Terken, siyâsî askerî faaliyetlerde bulunan, devlet işlerinde büyük yetkilere sahip hatunlardır. (Turan, 1969, c.1s.126-127)

Tuğrul Bey’in hatunu Altun-can, eşi üvey kardeşi tarafından Hemedan’da kuşatılınca, derhal ordusunun başına geçerek şüpheli bazı devlet adamlarını tutuklamış ve emri altındaki askerleriyle hareket ederek Tuğrul Bey’i kurtarmıştır. Aynı şekilde, Alp Arslan’ın hemşiresi Gevher, eşi El-basan’ı kurtarmak ve Melikşah’a karşı mücadele etmek için Yabgulu Türkmenlerinin idaresini eline almıştır.

Sultan Melikşah üzerinde ve devlet işlerinde çok nüfuzu bulunan; güzel, akıllı ve sonsuz ihtirasları olan Terken Hatun ise, iç savaşlarla neredeyse Selçuklu İmparatorluğu’nun parçalanmasına sebebiyet veren menfi bir örnekti.

Bu örneklerin dışında, I. Kılıçarslan’ın şehit olmasından sonra, oğlu Tuğrul Arslan adına hüküm süren eşi; Dânişmend’li Emir Gazinin kız kardeşi; Harezmşah Sultan Alâeddin Muhammed’in annesi Terken Hatun; İbiş Hatun; Kutluğu Terken gibi birçok isim, Türk devletlerinde ya bizzat sultan konumunda bulunarak ya da naib sıfatı ile siyasî ve sosyal faaliyetlerde bulunmuşlardır. (Turan, 1993. s. 217-219-220,227-228)

16. yüzyılda Türkiye’ye gelen Fransız elçisi (B.dela Broquere) Türkmen kadınlarının erkeklerden kaçmadığını, çok güzel ve iffetli olduklarını anlatırken Dulkadiroğulları’na bağlı 30 bin kadın süvari bulunduğunu, erkek gibi silah tutup savaştığını söyler ki Dede Korkut destanının tasvirlerine tamamıyla uygundur. Âşık Paşazade’nin Anadolu’da bulunan “Bâcıyan-ı Rum Taifesi “ (Bacılar Ordusu Teşkilatı) adı ile bu Türkmen kadınları kastettiği sanılmaktadır.(Turan,1969. cilt 1,130) Bilhassa şehzadelerin yaşlarının küçük olduğu dönemlerde şehzadeler belirli bir yaşa gelinceye kadar devlet şehzadelerin anaları tarafından yönetilirdi.

Karahanlılar ve Selçuklularda Terken unvanını taşıyan sultanların eşleri sadece hükümdarlara ve siyasi meselelere tesir etmekle kalmıyor; bizzat idare ve siyaset içinde de mühim roller oynuyorlardı. Nitekim Terkenlerin kendilerine ait yurtluk (ikta) vilayetleri, bunları idareye memur divan teşkilatları, askerleri ve kendi hazinelerine akan mühim gelirleri vardı. Bu durumları ile hatunlar feodal devlet bünyesinde, ikta ve asker sahibi beyler gibi; mühim bir mevki işgal ediyorlardı. (Turan. 1969. c.1. s.127)

Selçuklu Sultanları nasıl ki “Cihan Padişahı“ adıyla anılıyorsa, sultanların eşleri de “Dünya Melikesi“ unvanını taşıyorlardı. Dede Korkut Hikâyeleri’nde de Türk Kadını kutsaldır; güzeldir, kocasının yardımcısıdır; ailede fikirleri esas alınır. Kadın aynı zamanda milli bir kahramandır, yenilmez bir savaşçıdır. O erkeklerle değil; erkekler onunla yarışır. Türk kültüründe kadının en belirgin iki özelliği vardır. Bunların birincisi “Kahramanlık“, ikincisi “Analık“tır. Dede Korkut hikâyelerinde “Evin direği“ diye nitelendirilen Türk kadınları öve öve bitirilemez:

“Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı,

Evden çıkıp yürüyünce selvi boylum,

Topuğundan büklüm büklüm kara saçlım.

Kurulu yaya benzer çatma kaşlım.

Çift badem sığmayan dar ağızlım

Kavunum, yemişim, düvleğim…”

Türk kadının bu parlak ve üstün durumu ne yazık ki çok uzun sürmedi İstanbul’un fethinden sonra Bizans’ın, Arabistan ve Mısır’ın fethinden sonra Bizans ve Arap toplumunun kural ve gelenekleri yavaş yavaş Osmanlı toplumu üzerindeki etkisini göstermeye başladı. “O kadar ki, 19.yüzyılda bile, İstanbul’da beyaz kadınların köle olarak eşya gibi alınıp satıldığı, çalışmaları resmi şekilde düzenlenmiş pazarlar vardı. Bu pazarlar ancak 1848’de köleliği yasaklayan milletlerarası anlaşmaların kabulü üzerine kapatıldı. 19.yüzyılda İstanbul’da, yalnız padişah sarayı değil, devlet ricalinin, Şeyhülislamların, kadıaskerlerin konakları, satın alınmış veya eşya gibi hediye edilmiş düzineler, hatta yüzlerce kadınla dolu idi.” (Mumcu, A. ve arkadaşları, 1983. 2: 212; Karal,1980. 121,122) Köle olmayan, “hür“ kadınların durumu da hiç parlak sayılmazdı. Çünkü onlar da ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlardı. Erkeğin birden çok kadınla evlenmesi, dilediği zaman tek taraflı olarak kadınların boşanması çoğunlukla kız çocuklarının eğitim hakkından yoksun bırakılması, ancak bir avuç ayrıcalıklı kadının özel öğretmenlerle eğitim görebilmesi, kadınların iş hayatından uzak tutulması gibi

eşitsizlikler 20. yüzyıla kadar devam edip geldi. Bir zamanlar Osmanlı ve İslam Dünyası karşısında her bakımdan geri olan Avrupa, İslam Dünyası karşısında hızla ilerliyor, kalkınıyor, birçok İslam ülkesi Batılıların sömürgesi altına giriyordu.

Osmanlı aydınları bu geri kalmışlığın üzerinde durmaya ve bu konuda fikir üretmeye başladılar. Buldukları sebeplerden birisi de “Kadınların eğitim haklarından yoksun oluşu ve kadınların iyi yetiştirilmeyişi” idi. Hiç şüphesiz tarihte Türkler tarafından kurulmuş büyük devletler ve medeniyetlerde Türk erkekleri kadar Türk kadınlarının da çok büyük bir yeri ve önemi vardır. Toplumun yükselmesi ve yücelmesi kadın ve ailenin yükselmesi ve yükselmesi ile doğru orantılıdır. Özellikle son zamanlarda yaşamakta olduğumuz ahlâki erozyon ve çöküntü Türk ailesini ve Türk kadınlarını da etkilemiştir. Türk ailesi Türk toplumunun temeli, Türk kadını da Türk ailesinin temel dayanağıdır. Bu bakımdan Türk ailesini ve Türk kadınını koruyucu tedbirler zaman geçirilmeden alınmalıdır.

KAYNAKLAR

Eröz, M. (1996).Milli Kültürümüz ve Meselelerimiz,1. Baskı. Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı,

Mumcu, A. ve arkadaşları, (1983), Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi II, Milli Eğitim Basımevi

Turan, O. (1969 ) Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Türk Dünya Nizamının Millî İslâmî ve İnsânî Esasları, cilt II, İstanbul, Turan Neşriyat Yurdu.

Turan, O. (1969) Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Türk Dünya Nizamının Millî İslâmî ve İnsânî Esasları, cilt I, İstanbul Turan Neşriyat Yurdu.

Turan, O. (1993), Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul: Boğaziçi Yayınları.

Gökyay, O.Ş.(1939) Dede Korkut Masalları, İstanbul: Muallim Ahmet Halit Kitapevi

Köprülü, M.F.(1981).Türk Edebiyatı Tarihi,İstanbul: Ötüken Yayınları: 157, III. Baskı.

Şahin, H.Hilal.(2018 ). “Müslüman Türk Devletinin Tek Kadın Sultanı “Belkîs-i Cihan Raziye Begüm” Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi 2018, 5 (16), ss. 362-377)

Togan, A. ZekiVelidi (1987) “Sakalar (VI)”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi. 23, 30- 34.

Heredotos, (1973).Herodot Tarihi. (Çev. Müntekim Ökmen), İstanbul: Remzi Kitabevi.

Atalay, B. Divânü ligat-itTürk Tercümesi, II,

Ergin, M. (tarihsiz). Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime (Türklerin Soy Kütüğü) Tercüman 1001 Temel Eser.

Tansel, F.A. (1952). Ziya Gökalp Külliyatı I-Şiirler ve Masalları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi.

Rasony, (1996). Tarihte Türklük, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.

Gök-Türk Kitabeleri, Kültigin Anıtı, Doğu cephesi

Tansel, F.A. (1952). Ziya Gökalp Külliyatı I-Şiirler ve Masalları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi