Dolar 32,4375
Euro 34,7411
Altın 2.439,70
BİST 9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 15°C
Az Bulutlu
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pts 16°C
Sal 16°C
Çar 19°C
Per 20°C

TARİHTE TÜRK ADI VE TÜRK SOYU

04/12/2023 23:15
A+
A-

TARİHTE TÜRK ADI VE TÜRK SOYU Muharrem Günay (Sıddıkoğlu)

Bilim dünyasında Türk adının M.S. altıncı yüzyılda Göktürk devletinin kuruluşu ile ortaya çıktığı ve tarihte kurulmuş olan ilk Türk devletinin Hun İmparatorluğu olduğu kabul edilmekte idi. Bilim adamlarının yaptığı araştırmalar sonucu Türk adının daha da eskilere dayandığı ve Hunlardan önce de kurulmuş olan Türk devletlerinin varlığı tespit edildiği için artık bu görüşler geçerliliğini yitirmiştir.
Tarihi ve dini kaynaklar Hz. Nuh’u Hz. Âdem’den sonra insanlığın ikinci atası olarak görürler. Hz. Nuh’un Ham, Sam ve Yafes adlı üç oğlu vardır. Bunlardan Yafes aleyhisselam Türklerin atasıdır.
Hz. Nuh’un Allah’ın emri ile bir gemi yapıp kendisine inananlarla birlikte gemiye binmesinden sonraNuh Tufanı, Mezopotamya’da gerçekleşmiştir. Hz. Nuh¬’un Gemisi Güney Mezopotamya’da inşa edilmiş, Tufan olayı bu ülkede baş¬lamış ve gemi, Dicle Nehrinin yükselmesi neticesi Cûdi Dağı (Tevrat’a göre Ararat-Ağrı Dağı) eteklerinde karaya oturmuştur. Cûdi Dağı, Mardin ili’nin Cizre ilçesi’nde olup, Dicle Nehri kenarındadır.
Hz. Nuh’un Gemisi, Türk toprakları içinde bulunan Cûdi veya Ağrı Da¬ğı’nda karaya oturduğuna göre, Hz. Nuh’a inanan cemaat, burada karaya çıkmıştır. Türk neslinin Hz. Nuh’un oğlu Yafes’e dayandığı bütün antik kaynaklar, müfessirler kabul etmekte, tarihçilerimiz de bu görüşü eserlerin¬de kullanmaktadırlar. Burada insanlar yeniden çoğalmış ve Yafes aleyhisselamın 8 oğlu dünyaya gelmiştir. Bunlardan biriside milletimize adını veren “TÜRK”tür. Dolayısıyla Türkler Yafes aleyhisselam ve onun Türk adındaki oğlundan bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde ve adına Mezepotamya denen Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bölgede çoğalmışlar ve daha sonra ilahi bir emirle Orta Asya’ya göç etmişlerdir. Dolayısıyla Doğu ve Güney Doğu Anadolu ve Mezopotamya biz Türklerin ilki yurdu, Anayurdu’dur. İslamiyet’in Hz. Âdem ile başlayan ve bütün peygamberlerin getirdikleri dinlerin ortak adı olduğunu düşünecek olursak, Türkler Müslüman olarak Doğu-Güney Anadolu’dan ayrılmışlar ve 1071’den sonra tekrar Müslüman kimlikleri ile Anadolu’ya yani eski yurtlarına geri dönmüş ve bölgede büyük devletler kurmuşlardır. 1071 tarihinden önce de Anadolu’ya Türk göçleri olmuş ve Türk soyundan gelenler tarafından Anadolu’da, Mezopotamya’da ve Mısırda büyük devlet ve medeniyetler kurulmuştur.
Günümüzden yaklaşık 4200 yıl önce Anadolu’da kurulmuş olan bir şehir devleti TÜRK adını taşıyordu. Gerçekten Şartamhari metinleri olarak bilinen ve Akad krallarından Naram-Sin’in Anadolu’ya yapmış olduğu bir seferi anlatan KB III, 13 numaralı metinden öğrendiğimize göre, (Bu metnin bir kopyası Mczopo¬tamya’da Babil’de, bir kopyası Mısır’da Tel el Amarna’da, diğer üçüncü kopyası Anadolu’da Hattusas (Boğazköy)’de bulunmaktadır; Hattusas metni, ‘Prof. Dr. H.G. Guterbock tarafından 1938 yılında Berlin’de yayınlanmıştır. Bu metnin baştan 7 satırı eksiktir. Metnin 15. satırında, “Turki kralı İlşu Nail” adı geçmektedir.) M.Ö. 3. Bin yılın sonlarında (M.Ö.2200) Anadolu’da büyük bir devlet yoktu. Ancak her şehirde küçük bir krallık hüküm sürmekte idi. Aralarında hâkimiyet mücadelesi yaptıklarına şüphe olmayan bu şehir devletleri, dıştan gelen tehlikeler karşısında içlerindeki en güçlü şehir kralının liderliğinde birleşerek tek güç halinde mücadele etmesini de biliyorlardı. İşte söz konusu metinde 17 Anadolu kralının bir araya gelerek bir koalisyon oluşturdukları ve Akad Kralı Naram-Sin’e karşı mücadele ettikleri anlatılır. Bu 17 kraldan biri de metnin 15.satırında geçen Türki kralı İLŞU NAİL’Dİ. Burada geçen Türki kelimesinin Türk olduğuna şüphe olmadığı gibi, İL-ŞU ismi de pek yabancı gelmemektedir. (E.Memiş, N. Köstüklü, Yeni ve Yakın Çağda Türk Dünyası Tarihi, s.12)
Demek ki günümüzden yaklaşık 4200 yıl önce Anadolu’da çeşitli kavimler yaşamakta idi. Bu kavimlerden birisi de Türklerdi.
Prof. Dr. Bahaaddin ÖGEL, Altay dağlarında Pazırık yaylasında yapılan kazılar neticesinde bulunan M.Ö. Üçüncü bine ait Oğuz tipindeki iskeletin milletimizin ilk atası olduğunu ve Türk tarihinin 5000 yıllık olduğunu belirtir. (H. Tanyu s: 18)
Dr. Rıza NUR’a göre Oğuz HAN M.Ö. 4000’ lerde Hz. İbrahim Peygamber zamanında yaşamıştır. (R.Nur, Türk Tarihi cilt:1, s:45)
Kitabı Cihannuma (Neşri Tarihi cilt 1 s:11), Tevarih-i Âli Osman ve büyük İslam alimi Vani Mehmed Efendi’den öğrendiğimize göre Oğuz HAN, Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Zülkarneyn’dir ve Hz.İbrahim zamanında yaşamıştır. (İ.Hamî Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu, s:175) Ebu’lgazi Bahadır Han’a göre de Oğuz Han Abbasilerden 5000 yıl önce (4000 lere denk gelir) yaşamıştır.(Türklerin Soy Kütüğü, s: 45) (Hz. İbrahim’in Türklüğüne ve Oğuz Han’ın Zülkarneyn olduğuna ileride genişçe yer verilecektir.)
M.Ö. 3500’lerde Orta-Asya’dan gelerek Önasya’ya yerleşen Sümerlerin de Türk olduğuna dair yeterli bilgiler ve tarihi belgeler mevcuttur. Önasya kadim tarihinin büyük âlimi Fr. Hommel, eserlerinin birinde, Sümerleri tamamıyla bir Türk kavmi saymıştır. O’na göre Türk kavimlerinin en eski cedlerinden bir şube
M.Ö. 5000 senelerinde Orta Asya’daki anayurtlarından ayrılarak Önasya’ya gelmiş ve Sümerleri teşkil etmiştir. Diğer bir eserinde de, Sümerce’den 350 Kelimeyi Türkçe ile izah ederek, Sümerce diye kendisinden bir Türkçe cümle bile terkip eylemiştir. (Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s.12)
Türklerin anayurdunun Orta Asya olmayıp, kayıp kıta Mu olduğuna ve Sümerler dahil bütün Türklerin bu kıtadan Asya’ya ve Anadolu’ya yayıldıklarına dair ciddi iddialar mevcuttur.
Bu düşünceyi, Ankara üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı profesörlerinden Dr. Vecihe Hatipoğlu’da desteklemekte¬dir.(Prof. Dr. Vecihe Hatipoğlu, Türk Tarihinin Başlanğıcını Ararken/Milliyet Gazetesi, 20 .Eylül 1978, s. 2,) Şöyleki: “Güney Mezopotamya ‘daki Sumer uygarlık halkası, daha yu¬karılarda Kuzey Mezopotamya ya yayılarak sürdüren, yaşatan Gud’lar daha sonra da Kas’lardır. Kısaca, Sumer uygarlığı kuzeyden güneye iner. Kıvançla belirtmek gerekir ki, Kas’ların dillerinin türkçe oluşunun açıklanması ile, Sumerce sorunu da aydmlınlığa kavuşmuştur. Son incelemelere göre, hiç kuşkusuz kesinlikle Sumerce Türkçedir demek doğru olur.”
Sumerce’nin Türkçe olduğunu ilk kez yirminci yüzyılın başlarında (1915’de) Prof. Fritz Hommel açıklamıştı (Fritz Hommel, Etnologie und Geographie des Alten Orienta, München 1925-26; FrizHommel, Zwclhundert Sümeero.Türkische Wörtvergliehungen als Grondlage zucinennenen Kapital der Sprachwisenchaft, München, 1915.)
Prof. Hatipoğlu’na göre “Türk tarihi İ.Ö. 3500 yıllarında yaşamış olan Su¬merliler’in tarihi ile başlamalıdır
Çivi yazılarının ilk başarılı çözümünü yapan Sir Henry Creswicke Rawlinson “Sümer dili Turanî bir dildir” demiştir.
Sümerlerin Mezopotamya’nın yerli halklarından ve Sami kökenli olmadıkları, dillerinin Hint-Avrupa ve Sami dillerle akrabalık bağlarının olmadıkları bilinmektedir.
İlk yazıyı M.Ö. 3200 yıllarında Sümerler buldular. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Sümerce’nin Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba olmadığı bilinmektedir. Sümerce bugün yapılan pek çok araştırma Hint-Avrupa Dil Ailesi’nden çok sondan eklemeli yapısı sebebiyle Japonca, Korece, Moğolca ve özellikle Türkçe ile yakın akrabalıkları tahmin edilmektedir. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, Sümer diliyle Türkçe arasında birçok benzerlikler olduğunu belirtmiş ve Sümerce alım-Türkçe alımlı, bab-baba, dim-dimdik, es-esmek, gim-kim, güleş, güleç, ib-ip, ir-er, kıya-kıyı, ulu-ulu, kusu-koşmak gibi sözleriyle Sümerce-Türkçe arasında bir akrabalık olduğunu ispatlamıştır
Sümer Türklerinin kullandığı “Çivi Yazısı“ nı icat eden ve kullanan halkın en doğru adlandırmasını Jules OPPERT yapmıştır:
“Julies Oppert 17 Ocak 1969’ da Fransa Numismatik ve Arkeoloji Derneği’nin etnegrofya ve tarih bölümünde bir konferans vererek, bu halkın ve dilinin Sümer (ce) olarak adlandırılması gerektiğini bildirdi… Hatta Oppert bu konferansta daha ileri giderek, Sümer dilinin bir çözümlemesinin, onu, bu dilin Türkçe, Fince ve Macarca ile yakın akrabalığı olduğu sonucuna ulaştığını söyledi.” (M.Kılıç, s.88, S.N. Kramer, Sümerler, Kabalcı Yayınevi, Birinci basım Eylül 2002, s.34-35-36’dan nakil )
Bilim adamlarından Benno Landsberger’in Sümer dili konusundaki tespit ve görüşleri ise şöyle:
“Sümerlerin dilinde bir nizam prensibi hâkimdir. Bu bakımdan Sümerce’nin saydam bir dil olduğu söylenebilir. Mesela konuşma ile ilgili bütün kelimeler ağız kelimesiyle bağ kuran kelimeler olduğu gibi, görme olayına değin fiiller de göz sözcüğü ile birleşim yoluyla oluşmuş niteliğindedir. Diğer bir özellik, cümlenin daha ifade edilmeden zihinde ana çizgileriyle toparlanıp, tasarlanması gerekmektedir. Türk dillerinin genel bir vasfını teşkil den bu nitelik başka dillerde pek görülmeyen bir husustur… Cümleleri meydana getiren tümcelerin (ibarelerin) birer gramer ekiyle birbirlerine bağlanmaları da Sümerce’nin ortak bir özelliği durumundadır.” (M.Kılıç, 89, Benno Landsberger, “Sümerler“, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, cilt 1, sayı 5, 1942, s.93-95, Selahi Diker, Türk Dilinin Beş Bin Yılı, İlk baskı Mart 2000, s. 226’dan naklen
Rus arkeolosijinin atası arkeolog Nikolsky şunları iddia etmiştir: “Sümerlerin ana vatanı AŞKABAT kentinin yakınındadır. Bu ülkenin kurganlarından arkeologlar taş, gümüş ve kilden yapılmış eşyaları bulmuşlardır ki bunlar, Mezopotamya’nın güneyindeki Sümer kurganlarındakilere çok benzemektedirler. Bütün bunlar şu düşünceyi getirir ki, Sümerler büyük bir ihtimalle bu günkü Türkmenistan’dan Mezopotamya’ya göç etmişlerdir. Bu iki uygarlığın son analizi onların arasındaki birçok ortaklıkları göstermektedir. (Matveev & Sazonov, Zemlya Derevnogo Dvureçie, Moskova, 1986, s. 38) Begmyrat Gerey, 5000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları, 1. Basım, İst.: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2004, Arka kapak)
Sümer adıyla tanıdığımız bu devletin asıl adı AT OY BİL idi. (BİR OY BİL devletinin güney ilhanlığı olduğu da sanılmaktadır).Bir şehir devletleri koalisyonu oldukları için kendilerine KENGİ derlerdi. Divanü Lügat-it Türk’te “Kengi- Kengeş“ sözü Hakanın tekliflerini milletin tasvibine sunması, milletle elgili konuların görüşüldüğü meclis anlamında kullanılmıştır (İ.Kafesoğlu Türk Dünyası El Kitabı s: 201) Kengi-kengeş sözcüğü bugün Türkçe’de ‘MECLİS’ anlamında halen kullanılır.
Prof. Dr. Mümin KÖKSOY Hoca’nın “Nuh Tufanı ve Sümerlerin Kökeni “ adlı kitabında verdiği bilgilere göre, Sümer halkına Âdem’den sonra da peygamberler gönderildi. Bunlardan en ünlüsü, Peygamber Âdem’in 10. nesilden torunu olan ve MÖ 2900’lü yıllarda yaşamış olan Nuh Peygamber’dir. Nuh’un tufandan sonraki hayatıyla İbrahim’e kadar olan çocukları ve torunları, Yukarı Mezopotamya’da yaşamışlardır. Nuh, Sümer ülkesinin Şuruppak şehrinde doğmuştur. Best’a (1999) göre Nuh, Sümer şehir devletlerinden birisi olan Şuruppak’ın kralıdır. Hz. Nuh’un torunları Hz. İbrahim’in önderliğinde âdeta göçe zorlanmışlardır. Hz. İbrahim ve yakınları bir süre Harran’da kaldıktan sonra, Filistin’e göç etmiş ve orada İbrahim’in (İbrahim oğullarının) atası durumuna gelmiştir. Bu yönüyle Hz. İbrahim, dünyanın en etkin kültür taşıyıcısı sıfatıyla anılmaktadır.
Sümerce konusunda araştırma yapan her ülkedeki bilim adamının birleşmiş oldukları en önemli husus, Sümerce’nin Ural-Altay Dil Grubu’na ait olduğu ve özellikle Türkçe ile çok yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğudur.
Ayrıca bilim adamları, Sümerce ile Türkçe arasında bugüne kadar 1000 kadar ortak kelime tespit etmişlerdir. Her geçen gün elde edilen yeni veriler, Sümerlerin ve Türklerin ilk Türkler (Proto Türkler) diyebileceğimiz ortak bir kökten gelmiş olabileceklerine dair yaygın görüşü destekler niteliktedir.
Kazım Mirşan, tarihte kurulmuş olan ilk Türk devletinin BİR OY BİL adlı Türk devleti olduğunu belirmektedir.
Bazı antropologlar; yaptıkları incelemelerde Önasya’da elde ettikleri buluntulardan, Sümer, Kut, Elam ve Hurri toplulukların Ural-Altay kavimlerinden özellikle atlı göçebe Türk unsurlar olabileceği kanaatine varmıştır. Eski Önasya Tarihi uzmanı Hemmel, Sümerleri tamamıyla Türk kavmi olarak kabul etmektedir. Orta Asya’dan 4500-5000 yıllarında gelen Türklerin Sümerleri oluşturduğunu ileri sürer. Sümerce’deki 350 kelimenin Türkçe olduğu savunur. . (Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s.12) Prof. Dr. Osman Nedim Tuna da ”Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi” adlı eserinde 165 adet Sümerce sözün Türkçe denklerini anlamlarıyla beraber göstermiştir.
Bilim adamlarının yapmış olduğu çalışmalarla Sümerce ile Türkçe arasındaki ortak sözcüklerin sayısı şimdilik kaydı ile 900’e yaklaşmıştır. Bu bilgiler Sümerlerin Türklüğü konusunda yeterli bir fikir vermektedir.
Ayrıca şunu da belirtelim ki, M.Ö. 3. Ve 2. Bin yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde oturan Hurriler’in, M.Ö. 9-6. Yüzyıllar arasında Van gölü ile Urmiye gölü arasındaki topraklara hâkim olan Urartular’ın, M.Ö. 8. Yüzyılın sonlarına doğru Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya girerek bu ülke tarihinde önemli roller oynayan Kimmerler’in ve İskitler’inde Türk oldukları, bugün artık bilinmektedir. ( E.Memiş, N. Köstklü / 12 )
Yine Çin’de faaliyette bulunan ve M.Ö. 1116-247 senelerinde (Hunlardan önce) Çin’i idare eden Çu (Chou) ların bir Türk kavmi olduğu, daha geçen asında kabul edilmeğe başlayan bir fikirdir. (Z.V.Togan/13 )
Türk adının bugünkü şekli ile tek heceli olarak “Türk“ şeklinde kullanılması ise Göktürklerle birlikte başlamıştır. Çin yıllığı “Çou-Şu”dan öğrendiğimize göre M.S. 542 yılında Batı Wei imparatoru T’ai Tsu Göktürk hakanı Bumin’e bir elçi göndermiştir. Bu olayın Çin yıllığına kaydı sırasında Türk adı da kayıtlara geçmiştir.
Göktürk Hakanları, tâbiiyetlerinde bulunan ve zaman zaman isyanlarından dolayı savaşmak zorunda kaldıkları Oğuz, Türkeş, Kırgız uluslarını da de Türk adı ile anıyor ve bunları kendi budunlarından-milletinden olduklarını ifade ediyorlardı. Buradan Türk adının, çeşitli boyları ve birbirine akraba ulusları içine alacak şekilde çok geniş bir manada kullanıldığı görülmektedir.
Demek ki Türkler Sosyolojinin kabul ettiği millet anlayışına sekizinci yüzyılda sahip idiler. Bu gerçeği Göktürk yazıtlarından öğrenmekteyiz. Göktürk Hakanlarının Oğuz, Kırgız, Türkeş gibi Türk boylarını Türk ve kendi budunları olarak görmesi çok ileri derecede bir millet anlayışıdır.
Türkçe’deki “BUDUN” (MİLLET) kelimesinin karşılığı sayılan “NATİON” kelimesi Avrupa’da 19. Asrın başlarında görülmüştür. Fransızca’daki “Nationolite” kelimesinin Akademi lügatine ilk defa girmesi de 1835 tarihindedir. Bu kelime daha sonraları biraz değişerek Almanca’ya da geçmiştir. (İ.Hami Danişmend, Türklük Meseleleri, 13)
Türk adının bu kadar geniş manada kullanılmış olması, Göktürklerden önce de mevcut olduğunu ve kullanıldığını gösterir. Nitekim Kazım MİRŞAN’ da aynı kanaatte olup Türkçe’nin 16 bin yıllık bir dil olduğunu söylüyor. Eski İran ve Arap kaynaklarında “AKHUNLAR” Türk adı altında gösterilmiştir. Turan isminin de Türk’ten geldiği anlaşılmıştır. ( Turan kelimesi Farsça olarak, Türk adının çoğulu olan Tur (k)an’dan gelmektedir. I. Yüzyıl Latin müellifi Pompenius Ural ve İtil nehirleri arasında bir “Turkee” kavminin yaşadığını kaydeder. De Groot ise Hunlardan önce Çin’in kuzeyinde “TİK” adlı bir kavmin bulunduğunu ve bu adın da Türk adı ile ilgili olduğunu ileri sürmüştür. ( O.Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi cilt 1, s:22 ) Yine Çin kaynaklarına göre, Altay dağlarının güneyinde Avarlara tâbi olarak yaşayan Göktürkler onlara demirden silahlar yapıyorlardı. Yakınlarında bulunan dağlardan biri tulgaya (miğfere) benzediği ve Türkçe buna “TU_KİU” denildiği için Türklere Tu_kiu da denilmiştir.
Geçen asırdan beri birçok bilgin tarafından ileri sürülen görüşlere göre, Heredotos’un doğu kavimleri arasında zikrettiği Targitalar veya “İskit” topraklarında oturdukları söylenen “ Tyrkae “ (Yurkae) veya Tevrat’ta adı geçen Togharmalar veya eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen Turukha (veya Turuşka) lar vb. bizzat “Türk” adını taşıyan (İ.Kafesoğlu/106) Türk kavimleridir.
Türk adı yalnız bütün Türk kavimlerini değil zamanla komşu ve akraba kavimleri de içine alıyordu. Altıncı yüzyılda İslâm ve Hıristiyan tarihçileri doğuda bulunan Araplar da Amu ve Sir (Ceyhun, Seyhun) ötesinde yaşayan bütün kavimleri ve Moğolları Türk saymışlardır. Hz. Peygamberimizin hadislerinde de Moğollar Türklük camiası içerisinde yer almışlardır. Aynı kaynaklar Hz. NUH’ un oğlu YÂFES’i Türklerin atası olarak göstermiştir. Kaynaklara göre Yâfes’in sekiz oğlundan birinin adı “TÜRK” tür ve Türk adı buradan gelmektedir.
Fransız Prof. Joseph DEGUİGNES 1756-1758 yılları arasında yayınladığı “Hunların, Türklerin, Moğolların ve Tatarların Umumi Tarihi“ adlı eserinde, Hunların da Türk olduğunu belirtip: “Hunların Çinlilerden daha az eski olmadıklarını söylemiştim. Çünkü milattan 2207 yıl önce Çin’de hükümran olmaya başlayan Hiya sülalesi daha tahta çıkmadan önce Hunları tanımıştır, deyip; Hz. Nuh’un oğlu olan Yâfes’in “TÜRK“ adında bir oğlu olduğunu ve Türk’ün gayet yüksek bir düşünceye sahip olduğunu belirtmiştir. (H.Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi/18 )
Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Terakime” (Türklerin soy kütüğü) de Yâfes Türklerin atası olarak gösterilir. (s:22) Demekki Türk adı Göktürkler’den çok önce de vardı ve günümüzden altı bin yıl önce Hz Nuh zamanından beri kullanılıyordu.