SEMERLI YANLIZLIK
Diplomasiyle biraz ilgilenenler, Uluslararası ilişkilerde bir ülkenin içine düşebileceği en kötü durumun“yalnızlık” olduğunu bilirler. İster “değerli” olsun, ister “aptalca” olsun yalnızlık demek, tecrit edilmek yani yenilmek demektir.
Öyle ki “daimi üyelik” statüsüne binaen, tek başlarına BM’yi bloke etme, frenleme gücüne sahip ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin dahi hiçbir ciddi konuda yalnız kalmayı göze alamamışlardır. Yani “diplomatik yalnızlık” marifet değil, başarısızlıktır.
Türkiye’yi bu yalnızlığa iten, bizimkilerin acemiliği bir yana, “one minute” şovuyla Ortadoğu varoşlarında yankılanan “Osmanlı heyecanı“ndan rahatsız olan İsrail ve onunla paralel hareket eden ABD’dir.
Gazze ve Filistin’deki duygu seli, İsrail-Filistin ilişkilerine odaklanmış alt sınıf Araplar arasında bir heyecan dalgası yaratmıştır. Ancak bu kıvılcıma akılcı hamlelerle odun taşınamadığı için bu saman alevi, düşmanı uyandırmaktan ve karşı hamlelere sevk etmekten başka işe yaramamıştır.
Avrasya’cı subaylara ve sivillere “Ergenekon“la dokunan Erdoğan, Atlantik’i bu şekilde yanına alacağını ve Amerikan dostluğunu, “Arap Baharı“nda “Müslüman Kardeşler“in yükselişi için kullanabileceğini düşünmüştü. Oysa İsrail yaşadığı müddetçe bu yaklaşım, büyük bir safdillikti.
Bu düşünceyle yapılan hamlelerin sonucu, Rusya, Çin, İran, Suriye ve bütün Şii Müslümanlarla karşı karşıya gelmek oldu. Ülkedeki Aleviler de bu politikadan olumsuz etkilendi.
Obama’ya güvenerek AB sürecini askıya alan ve Merkel’le didişmeyi göze alan Erdoğan, Yahudi Lobisinin etkisi altındaki Obama’yla da Suriye ve Mısır konularında ters düşerek “değerli yalnızlık” noktasına doğru sürüklendi.
Sünni cepheye, El Nusra’ya verilen duygusal desteğin ana senaryoya aykırı olduğuna dair kuşkular vardı. Bu desteğe ve Hatay’daki sığınmacılara karşı patlatılan Reyhanlı bombasını takip eden Taksim-Gezi olayları, yalnızlığın sadece dış politikayla sınırlı kalmayacağının göstergeleriydi. Erdoğan, tuzağa düşmüştü.
Erdoğan’ın binalara bayrak astırması ve Atatürk güzergâhlarında gezinmesi, bu acemî yalnızlığı, değerli kılma çabasının tezahürleridir. Buna “petrolsüz Chavez’leşme” gösterisi diyebiliriz.
1974’te EOKA-B çetesinin arkasındaki Yunanistan’ı, 1998’de PKK terör örgütünün arkasındaki Suriye’yi yalnızlığa iterek avını yakalayan Türkiye, ilk kez böylesine bir tuzağa düşmüştür. Ayrıca Suriye krizinde beklenen aşamaya gelinmiş, savaş tamtamları çalmaya başlamıştır.
Erdoğan’ın gönüllü Suriye hamlesi, yalnızlık ve savaş naraları bir arada değerlendirildiğine ufukta Türkiye’ye bir kara harekâtı görünmektedir. Yani Amerika, İngiltere ve Fransa Suriye’yi havadan ve denizden dövecek, Esad’ı yakalama görevi ise Türk Silahlı Kuvvetlerine verilecektir.
Esad İçin Yolun Sonu
Suriye krizini diplomat gözüyle inceleyen uzmanlar, öteden beri “Esad’ın ne zaman yalnız kalacağını” gözlemeye başlamışlardı. Suriye’nin Libya gibi bombalanabilmesi ve Esad’ın “Kaddafi’leştirilmesi” için önce değerli veya değersiz bir yalnızlığa itilmesi gerekiyordu.
Bu sabahki haberler, Suriye krizinin “operasyon kıvamına geldiğini” göstermektedir.
Aynı süreçte Türkiye de yalnızlık girdabına itildi ve yalnızlıktan kurtulmak için “egemen güçler koalisyonuna katılmaya” cana atar hale getirildi. Bu durum, Türkiye’nin kara harekâtında kullanılmasını kolaylaştıracaktı. Erdoğan hükümeti, mücahitlik yapacağım derken işte böyle bir tuzağa düşmüş ve “değerli yalnızlığın” aslında bir “eğerli yalnızlık” olduğu görülmüştür.
Mitolojik tahlillerde Tanrı Merkür, hırsızların, yalancıların, dilencilerin ve diplomatların tanrısıdır.
Avrupa’nın derin muhayyilesinde “Mercur” aynı zamanda com-“mercium” yani ticaretin de piridir. Karşınızda dünyanın en kadim tüccar milleti olan Yahudiler varken, vatanınızın emniyet kilidinin anahtarını en az iki kez çevirmeniz gerekiyor.
Yalnızlığınıza bile adam gibi sahip çıkamadığınız takdirde onun değerli tarafını elinizden alırlar ve sırtınıza işte böyle kara harekâtı sorumluluğu gibi bir eğer vurarak sizi “eğerli” hatta “semerli” bir yalnızlığa doğru itiverirler. Yani siz Milliyetçiliği ayaklar altına aldıktan sonra sırtınıza “semer vuran” çok olur.
Sonra bir bakmışsınız, ağlaya ağlaya düşüvermişsiniz Suriye çölünün yollarına!..
Milliyetçilik yoksa eğer yüreğinizin en güzel köşesinde, seferinize sevinen daima düşmandır.
Şükrü ANLIAÇIK / ORTADOGUGAZETSİ