MHP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan, MHP İstanbul İl Başkanlığı’nda düzenlediği toplantıda gündeme yönelik açıklamalarda bulundu.
MHP’nin 47 yıllık tarihinde siyasi pusulasının hiç sapmadığını ifaden eden Adan, MHP’yi operasyon partisi yapmak isteyenlerin heveslerinin kursağında kaldığını belirtti.
“MHP, Türkiye’nin ve Türk milletinin gelecek sigortası ve son direniş burcudur.” diyen Celal Adan, 3 Aralık Cumartesi günü “Siyasi Gelişmelerle İlgili Bilgilendirme” toplantısı düzenleneceğini de belirtti.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan’ın açıklamaları şu şekilde:
Değerli Basın Mensupları,
Bilindiği gibi, Milliyetçi Hareket Partisinin siyaset oluşturma ve uygulama tarzı tabandan tavana etkileşimli bir yapı içerisinde gerçekleşmektedir. Yani, Türk-İslam medeniyetinin ve devlet geleneğinin temelini oluşturan, en eşsiz yönetim biçimi olan istişareye dayalı bir modeldir.
Tepeden inmeci, vatandaştan kopuk siyaset yöntem ve üslubunu Milliyetçi Hareket hiçbir şekilde ve hiçbir zaman benimsememiş ve hoş görmemiştir.
Hepinizin takdir edeceği üzere, siyasete yönelik eleştirilerde hep katılımcılığın eksikliği, tabanla tavanın birbirinden kopukluğu, yerel sorunların genel merkez binalarından içeri giremediği, dolayısıyla gerçekçi ve sorunları çözmeye elverişli politikaların üretilemediği dile getirilir. Üstelik bu durum yıllardan beri hep siyaset gündeminin en ön sıralarında yer alır. Oysaki Milliyetçi Hareket bu kapalı devre yapıdan her zaman uzak kalmış; gücünü milletinden almış, siyasette çizgilerini tabanı ile birlikte tespit etmiş bir anlayışın yegâne temsilcisidir.
İnşallah, artık kurumsallaşmış, gelenekselleşmiş olan bu yapısıyla da tıpkı ilkeli ve tutarlı siyaset anlayışının en büyük temsilcisi olma vasfını gururla taşıdığı gibi yine Türkiye’yi daha demokratik ve çoğulcu bir iklime taşımanın öncüsü olacaktır.
Türkiye herkesin küçük siyasi hesapları bir tarafa bırakarak milli sorumluluk anlayışı içinde hareket etmesini zorunlu kılan karanlık bir döneme girmiştir.
Milliyetçi Hareketin bu dönemdeki yaklaşımlarına bu milli zaruretler yön verecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türk siyasi hayatındaki önemi ve gücü, seçimlerde aldığı oyla hesaplanmamalıdır. MHP, Türkiye’nin ve Türk milletinin gelecek sigortası ve son direniş burcudur.
MHP dik durduğu sürece, Türkiye’nin milli birliğini sarsmak, bölünmez bütünlüğünü yıkmak, bölücü senaryoları hayata geçirmek mümkün değildir.
47 yıllık şerefli mücadele tarihimize bakıldığında şunlar görülecektir: MHP’nin siyasi pusulası hiç sapmamıştır. Fikri omurgası yara almamıştır.
Ülkücü – Milliyetçi Hareketi siyasi hesapları için kullanmak ve sokağa çekerek “Operasyon partisi” haline getirmek isteyenlerin hevesleri kursaklarında kalmıştır.
Panama tacirlerinin, Nevada baronlarının Türkiye ve MHP üzerindeki oyunları nasıl bozuldu? 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015 seçimleri ve 15 Temmuz 2016 kalkışması ve bugün yaşanan gelişmelerle ilgili cevaplanması gereken sorular bulunmaktadır. Bu istifhamları gidermek adına, 03 Aralık 2016 Cumartesi Günü İstanbul 2.Bölge’de il başkanlığımızın başkanlığında ilçe teşkilatlarımızın katılımı ile BAYRAMPAŞA TİTANİC OTEL’de Saat: 14.00’de “Siyasi Gelişmelerle İlgili Bilgilendirme” toplantısı gerçekleştireceğiz.
Türkiye’de gündem çok hızlı değişmektedir. 1 Kasım seçimlerinden sonra geçen bir yıllık zaman sürecinde Türkiye’de çok önemli gelişmeler olmuş, 15 Temmuz’da ülkemiz büyük bir felaket atlatmıştır. Herkes, bundan sonra yaşanacak gelişmelerdeki sorumluluğunun bütün sonuçlarına katlanacaktır. Türkiye’nin geleceğiyle oynamaktan çekinmeyenlerin, siyasi ikbal hırsıyla Türkiye’ye çok ağır bir ekonomik ve siyasi kriz bedeli ödetmek isteyenlerin, yaptıkları bu kötülüğün hesabı mutlaka sorulacaktır.
Sayın Basın Mensupları,
15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü devletin tüm ayar ve dengelerini gevşetmiş, milletimizin gelecekle ilgili tasavvurlarını zedelemiştir.
15 Temmuz Türkiye’yi ele geçirme, ardından da bütün tarihî miras ve emanetlerini eritme ve yok etme operasyonun silahlı denemesidir.
Bu hainliğin siyaset, bürokrasi, eğitim, emniyet, üniversite, yargı, ekonomi ve sivil toplum ayakları vardır ve buralara gizlenmiş olanlar birer birer ortaya çıkarılmaktadır.
FETÖ, devlete virüs bulaştırmış; ahlak, hukuk, vicdan ve insan hakkı tanımamıştır. 15 Temmuz gecesi Türkiye’nin defin ruhsatını hazırlayan kanlı, kirli ve küresel mihraklar FETÖ maşasıyla son darbeyi indirmek istemişlerdir. Amaç Türkiye’nin bölünmesi ve bölüşülmesidir. Amaç Türk vatanının paramparça edilmesi, Suriye ve Irak’a dönüştürülmesidir. Ve tüm hedefleri kapsayacak şekilde Anadolu’nun istilası planlanmıştır.
Pensilvanya’ya sığınmış vaiz görünümlü bir terörist, örgütünü uzaktan kumanda ederek aziz milletimizi zapturapt altına almaya, sonra da ortak olduğu diğer terör örgütleriyle bu aziz vatanı yakmaya kalkışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti 15 Temmuz’da ipten dönmüştür.
Darbe girişimi başarısız olmuştur, operasyonlar yapılmaktadır. Fakat buna rağmen FETÖ’nün siyasi ayağı hala gizemini korumaktadır. Eğer 15 Temmuz darbe teşebbüsü gerçekleşmiş olsaydı, Türkiye’nin kaderi kimlerin eline geçecek, devlet ve siyasete kimler hükmedecekti?
Bu sorunun cevabını bilmek milletimizin en tâbi hakkıdır.
İhanetin çıbanbaşları kimlerdir? Yurtta Sulh Konseyi isimli rezil ve haçlı yapılanmanın ana kadrosunu, siyaset ve bürokrasi alanındaki elebaşlarını bu aziz millet ne zaman duyacak, ne zaman öğrenecektir?
Değerli Basın Mensupları,
Hükümet gittikçe ağırlaşan, yaygınlaşan ve herkesi vurmaya başlayan FETÖ’yle mücadele sürecinde, hukukun temel ilkelerinden ayrılmamalıdır.
Zabıt kâtibine, garsona, sıvacıya, hizmetliye, ebe ve hemşireye kadar inen; ama hâlâ siyaset ayağına değmeyen, üst mevkilere dokunmayan FETÖ’yle mücadelenin, bu gidişle inandırıcılığını kaybetmesi olağan ve mümkündür.
Bu itibarla hukuk herkese eşit uygulanmalı, aynı ölçü ve dozajda etkisini göstermelidir. Hukukun üstünlüğüne bağlıysak başka türlüsünü düşünmek zaten imkânsızdır.
Bir terör örgütüyle mücadelede hatırlı ve iktidara yakın olmak hiç kimseye avantaj sağlamamalı, korumaya almamalıdır.
Kimin Bylock’u varsa deşifre edilsin, kim FETÖ’ye yardım ve yataklık yapmışsa gereği eksiksiz ve sonuna kadar yapılsın.
Adalet yerini bulmadan, hak ve hukuka saygı duyulmadan Türkiye’nin güvencede olması, millî güvenliğini tesis etmesi düşünülemeyecektir.
Kıymetli Basın Mensupları,
Türkiye’de bugün, aynen Cumhuriyet ilanından hemen önce Atatürk döneminde yaşanan siyasi kriz benzeri bir tür tıkanıklık yaşanmaktadır.
Bu sürece girilmesinde, 2014 yılında Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi sonrasında oluşan erkler belirsizliğinin ve karmaşasının payı vardır. Bundan sonra rejim ve bilhassa Anayasa yamalı bohçaya dönmüştür.
Sistemin revizyondan geçirilmesi, her şeyin yeniden tarif edilmesi ve her erkin sınırlarının yeniden tespit ihtiyacı hâsıl olmuştur. Parlamenter sistemin revizyonu gerekir derken kastettiğimiz bu gerçekliktir.
Sigara tiryakisi gibi hukuksuzluk bağımlısı hâline gelen parlamenter sistem; sağlığına kavuşturulmalı, akciğerleri temizlenmelidir.
O hâlde siyasi tıkanıklığın giderilmesi ve cumhurbaşkanlığı makamı ile ve iktidarın çözüme sevk edilmesi için zorlayıcı bir demokratik siyasi dalga yaratılmalıdır. MHP bunun için harekete geçmiştir.
Madem yargı erki mevcut Anayasa’nın verdiği yetkileri kullanarak üzerine düşeni yapamamaktadır, o hâlde parlamento devreye girmelidir.
İşte bunun içindir ki Sayın Devlet Bahçeli milletin mercii olan parlamentonun devreye girmesini, ardından da halkın reyine müracaat edilmesini meşru bir çözüm yolu olarak göstermiştir.
Mevcut defakto durum, Türkiye’yi giderek büyüyen bir siyasi istikrarsızlık tehlikesine sürükleyecektir. Yeni darbelere davetiye çıkaran, yeni krizleri tetikleyen kronik bir politik atmosfer husule gelecektir. Türkiye’de erkleri paylaşan kurumların da anayasal ve yasal fonksiyonlarını icra etmesi gerekmektedir.
MHP’nin buradaki işlevi, rejimin işlerlik kazanması adına nefes açıcı siyasi aktör olmaktır. MHP; AKP’nin değil, sistemin nefesini açmak için devreye girmiştir. Bunun yolu, parlamentoyu çalıştırmaktan geçmektedir.
Hiçbir güç Meclisin veya doğrudan milletin izhar ettiği iradeye direnemez ve böylece Türkiye’yi tehlikeye sokan fiilî durum son bulur.
O bakımdan, meseleyi Meclis gündemine getirmekten veya halka gitmekten korkmamalıdır.
Değerli Basın Mensupları,
Terörizm, şu anda Türkiye’nin bir numaralı meselesidir. Bu belayı defetmeden, bu vahşi saldırganlığı alt etmeden Türkiye’ye huzur yoktur. Terör, Türkiye’yi her gün vurmaktadır. Kanlı örgütler sırayla Türkiye’yi hedef almaktadır. Ülkemiz zorlu, kanlı, şiddeti sürekli artan ölüm kalım mücadelesinin ortasındadır.
Terörizmin dehşeti 79 milyon Türk vatandaşının hayatını zindana çevirdi.
Kürt kökenli kardeşlerimiz, PKK’nın kanlı saldırılarından ziyadesiyle muzdarip, en fazla şikâyetçi olan insanlarımızdır.
Hiçbir Kürt kökenli kardeşimin, elinde silah ve bombayla devlete hücum eden; askerimize, polisimize, korucumuza ve vatandaşlarımıza kıyan, kurşun sıkan kiralık çete PKK’yı arkalaması düşünülemeyecektir. PKK, emperyalizmin iğrenç bir tetikçisidir. PKK, Kürt düşmanlarının, Türkiye’yi hazmedemeyen yedi düvelin, kokuşmuş bir taşeronudur.
Kürt kökenli kardeşlerim PKK’nın dümen suyuna girmez, hak yolundan dönmez, günaha ortak olmaz, oyuna gelmez. Devletin varlığına, milletin birliğine zincir vurmaya kalkışmış çürümüşlere, millî ruhu hafife alıp bağımsızlığımızı bozmaya, bin yıllık kardeşliğimizi boğmaya gayret eden batının piyonlarına tek yürek, tek bilek, tek beden halinde karşı çıkacağız. Zulmetin ateşini göğsümüzde söndüreceğiz. Onlar vatanı bölmek isteseler de biz böldürmeyeceğiz.
Onlar milleti ayırmak, birbirine düşürmek isteseler de biz bir olacağız, hıyanetin emellerini ayaklarımızın altında çiğneyeceğiz. Türk milleti tarih boyunca bağımsızlığının bedelini nice feragat ve muhteşem mücadeleyle ödemiştir.
Türkiye yaşayacak, bayrak inmeyecek, ezan susmayacaktır.
Ve de şehitler ölmez, vatan bölünmez sesi gök kubbemizde sonsuza dek çınlayacaktır.
Değerli Basın Mensupları,
Ülkemiz uzun süredir karmaşık olayların, kaotik gelişmelerin baskı ve kuşatması altındadır. Irak ve Suriye’deki derin çatlaklar manevra alanımızı daraltmaktadır.
Güvenlik ve jeopolitik riskler, siyasi ve ekonomik gelgitler Türkiye’nin önünü tıkamakta, potansiyel gücünü tüketmektedir.
Son günlerde döviz kurundaki anormal oynaklıklar milletimizin hayat ve refah standardını düşürmektedir. Türk lirası devamlı değer ve irtifa kaybetmektedir. Son bir yıl içinde dolardaki fiyat artışı yüzde 19’u bulmuştur.
“Ne yapalım, dolardaki artış küresel şartlardan kaynaklanıyor.” demek de ucuz ve kolaycı bir savunma hâlidir.
Döviz yükselirken Türk Lirası inmektedir. Bunun sonucunda sosyal ve ekonomik maliyetler gittikçe fazlalaşacaktır. İşsizlik resmî olarak %11,3’e ulaşırken, gerçekte %20 eşiğine dayanmıştır.
Bu yüzden Başbakan’ın, “Size ne dolardan, iner de, çıkar da.” sözü yanlış bir açıklama olduğu gibi tamir ve tahsise muhtaçtır. İnen aslında bellidir.
Refah, huzur, istikrar ve güven inmekte, hatta yerlerde sürünmektedir.
Buna karşılık eşitsizlik, adaletsizlik, gelirsizlik, açlık, yokluk ve yoksulluk rekorlar kırmakta, devamlı yukarılara tırmanmaktadır.
“Türkiye ekonomisinin temelleri sağlam, herhangi bir tereddüt yok.” demekle sorunlar bitmiş olmayacaktır.
Biliyoruz ki, işten artmaz, dişten artar; herkesin tenceresi ise kapalı kaynar. Ancak dişten artan yoktur, artacağı da yoktur. Kapalı kaynayan tencerelerin içinde hayal kırıklıkları, güven kayıpları, azalan umutlar, kabaran borçlar vardır. Milletimiz ekonomik kayıp ve yıkımlardan rahatsız ve şikâyetçidir. Dövizdeki artış her vatandaşımızı vurmaktadır.
Faizleri aşağı çekerek enflasyonu durdurup büyümeyi kamçılamayı düşünenler yeni bir durum muhasebesi yapmalıdır. Evdeki hesap çarşıya, daha doğrusu ekonominin doğa ve şartlarına uymamaktadır.
Ülkemizin güvenli liman olmaktan çıkması, demokrasi ve hukuk cephesinde gözlemlenen çözülmeler ekonominin dönen çarklarına çomak sokmaktadır.
İhtiyacımız olan yeni, yerli ve millî bir ekonomik modeldir. Türk milletinin geleceği; sıcak para odaklarının insafına, döviz spekülatörlerinin iştahına; faiz ve rant lobisinin icazetine, emek hırsızlarının iradesine bırakılmamalıdır.
Bağımsız ekonomi bağımsız, bağlantısız Türkiye demektir. Bağımsız maliye güçlü devlet, büyük millet demektir. Tam tersini savunanlar sömürgeciliğin içimizdeki hafiye ve tutsaklarıdır.
Alın terimizi, millî servet ve kazanımlarımızı ahlak ve insanlıktan nasiplenmemiş, köken ve kimlik endişesi taşımayan bir avuç küresel simsar ve soyguncunun eline bırakamayız, bırakmamalıyız.
Bu konuda hükümet etkili önlem aldıktan, milletimizin hassasiyetlerini gözettikten sonra desteğimiz tamdır. Çünkü biz krizden medet umacak, hükümet kaybetsin de, nasıl kaybederse kaybetsin anlayışında değiliz, hiç de olmadık. Böylesi bir zavallılık ve acziyet bize yabancı bir sapma hâlidir. Türkiye ekonomisi fırtınaya yakalanırsa bundan hepimiz zarar görürüz.
Türkiye sinsi operasyonlarla saldırıya uğrayıp 15 Temmuz’un devamı projelendiriliyorsa biliniz ki, aç kalırız, açıkta yatarız, yine de ekonomik tetikçilere, karanlık sermayedarlara, kriz tellallarına teslim olmayız, düğme iliklemeliyiz. Bu itibarla ekonomik yenilgimizi gözleyenlere milletçe aynı refleks ve tepkiyi göstermekten başka alternatifimiz yoktur. Ve bunun yolu da millî ekonominin tesis, temin ve takviyesinden geçmektedir.
Millî bir ekonomi üreten, geliştiren, yatırım ve tüketim ölçülerini rasyonel eşiklerde planlayan, kendi dinamiklerinden güç alıp, millî ve manevi özellikleriyle ayakta duran ekonomidir. Millî bir ekonomi, FED’e göre açılıp kapanmayan, küreselleşmenin tufanına dayanıklı ve sağlam duran bir yapıdadır.
Zengin kesesini över, züğürt dizini döver, anlayış ve kabulü tersine çevrilmeli; artık milletimiz dolu kesesiyle, devletimiz dolgun kasasıyla övünmeli, ekonomik mihnet ve muhtaçlık son bulmalıdır.
Sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Cenab-ı Allah yar ve yardımcınız olsun. Sağ olun, var olun.
Ne Mutlu Türk’üm Diyene!