MHP’LI TOPÇU MECLIS’TE IKTIDARI TOPA TUTTU
MHP Genel Başkan Yardımcısı, Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyesi, Ankara Milletvekili Prof. Dr. Zühal Topcu, Türkiye’de eğitim sisteminin içler acısı olduğunu iddia ederek, yeni kurulan üniversitelerin fiziki altyapı, nitelikli eleman ve kurumsal hale gelememe gibi problemleri bulunduğunu söyledi.
MHP grubu adına TBMM Genel Kurulu’nda konuşma yapan Topcu şunları kaydetti:
“Türkiye’nin en önemli sorunlarından olan eğitim sorunu, AKP iktidarıyla iyice içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. İnsan kaynaklarının planlı ve programlı şekilde yetiştirileceği ocaklar olan eğitim kurumlarının tek bir bireyi bile harcama lüksü olmadan, planlanıp programlanması gerekmektedir. Eğitim, bireylere yaşam boyu hizmet sunan bir süreçtir. Eğitim, toplumların ekonomik, sosyal, kültürel ve politik gelişmelerini doğrudan etkilemektedir. Millî gelirde dünyanın ilk 20 ülkesi arasına giren Türkiye’ye, “2023 için ilk 10’a girmek istiyoruz.” diyenler, 2023’te 500 milyar dolarlık ihracat ve kişi başına 25 bin dolarlık gelir düzeyi hedefleri koyanlar, nedense bunu sağlayacak olan insan kaynağının matematikte 43’üncü sırada, okumada 41’inci sırada, bilimde de 43’üncü sırada olmasını umursamamaktadır.
OECD tarafından her yıl yayınlanan kaliteli yaşam endeksinde Türkiye’nin gelir, istihdam, eğitim, sağlık, çevre koşulları, güvenlik gibi 11 kriterden oluşan değerlendirmede yine OECD ülkeleri arasında en son sırada yani 36’ncı sırada olduğunu hepimiz biliyoruz. Zaten, iki gün önce basında geniş olarak yer aldı. Bireylerin eğitimlerindeki bir birimlik artış, demin yukarıda ifade ettiğimiz, ismini saydığımız bu kriterler de önemli derecede gelişmelere zemin hazırlamaktadır. İnsan kaynaklarının, çağdaş bilim ve teknolojinin, toplumunun ve çalışma yaşamının gereklerine uygun niteliklerde yetiştirilmesi, ancak nitelikli ve kaliteli eğitimlerle mümkün olmaktadır.
Kaliteli eğitimin verilmesi gereken ön önemli basamaklardan bir tanesi de üniversitelerdir. Çünkü üniversitelerin varoluş amaçları, toplumların en dinamik ve faal unsurları olarak toplumun ufkunu açma, rehberlik etme ve aydınlatma olmaktadır. Bu aydınlatma çerçevesinde, üniversiteler, muhakeme etmenin, akıl yürütmenin, sorgulamanın, sorumluluk duygusunun, hayal kurmanın, vizyon geliştirmenin, yaşama ve öğrenmeye heyecan ve heves beslemenin yani öğrenmenin öğrenilmesinin yapıldığı yerlerdir. Üniversitede, dünya görüşü kazanılır; koşullar ne olursa olsun, bilgiye ulaşmanın ve tüm veriler arasında en doğrusunu seçmenin yöntemleri öğrenilir. Yükseköğretim, bir ülkenin en gelişmiş beyinlerinin bulunduğu, ülkenin nitelikli insan gücünü yetiştiren, bilime, araştırmaya, teknoloji üretimine ev sahipliği yapan bir sektördür. Ülkelerin rekabet gücü de büyük ölçüde eğitimli ve nitelikli insan gücüne bağlıdır. Üniversiteler de bunları gerçekleştirmesi gereken anahtar kurumlardır.
Deminden beri eğitimin önemine binaen yaptığımız bu konulardan sonra, şöyle, bunların ülkemizde hangi basamaklarda gerçekleşebildiğine baktığımızda, ülkemizin gerçekten eğitim konusunda içler acısı içerisinde olduğunu görebiliyoruz ve rahatlıkla da söyleyebiliyoruz. Şimdi, Türkiye’de, üniversitelerin gerçekten çok önemli sorunları bulunmaktadır. Genel olarak baktığımızda üniversitelerin sorunlarına, önce, öğretim elemanlarının maaş ve özlük sorunları olduğunu biliyoruz; YÖK’ün merkeziyetçi yapısı sorunu olduğunu biliyoruz; insan kaynaklarının değerlendirme sorunu olduğunu görebiliyoruz; yönetim sorunu olduğunu görebiliyoruz ve vizyon oluşturmada üniversitelerin gerçekten problem yaşadıklarını görebiliyoruz.
Yukarıda saydığımız maddeleri üniversitelerin genel sorunları arasında sayar isek, bir de yeni kurulan üniversitelerin kendilerine ait özel sorunları bulunmaktadır. Bunlar da fiziki altyapı sorunları, ekonomik sorunlar, kurum kültürü oluşturamama durumları ve nitelikli eleman sorunları bulunmaktadır. Özellikle ülkemizin cumhuriyet döneminde yetiştirdiği bilim adamlarından olan Profesör Doktor Cahit Arf, konuşmasında: “Üniversite kurulmaz, üniversite olunur” ifadesiyle üniversitelere anlamlı vurgu yapmıştır. Genel olarak da ifade edersek: “Üniversite için yeterli altyapı mevcut mu, yeterli öğretim üyesi var mı, kütüphanesi ve gerekli veri iletişim ağı var mı, teknolojileri ve laboratuvarları çağa uygun olarak donatılmış mı, bina, arazi ve diğer olanakları mevcut mu, sosyal ortam buna uygun mu ve üniversitenin açılacağı ilde, vatandaş gözünde, yeni üniversitenin nasıl algılandığı ve nasıl olması gerektiğine yönelik bir taban araştırması yapılmış mıdır?” gibi soruların gerçek anlamda cevapları üniversite olunmasının göstergeleridir.
Bilişim teknolojilerindeki gelişmelerle beraber değişen dünyada artık üniversitelerin yeniden tanımlanması da gerekmektedir. Artık, yaşayan, canlı, etrafı ile yirmi dört saat etkileşim içerisinde olan üniversiteler gündemdedir. Disiplinler arası geçişlerin açık olduğu, çok yönlü etkileşimlerin olduğu, yeni kuşak üniversiteleri hızla yayılmaktadır. Çok yönlü bakabilen, çok yönlü düşünebilen, birkaç uzmanlık alanını ortak noktalarda yorumlayabilen bireyler yetiştirmeye hedefleyen yeni kuşak üniversiteler, toplum içerisinde, toplumla beraber yaşama alanı bulmaktadır ve herkese kapısını açmaktadır. Şu anda ki aktif üniversitelerimizin yaptığının tam tersine kapıları kapatarak değil, toplumla beraber, toplumla birlikte ayakta kalmayı getirmektedir.
Yeni kuşak üniversitelerde öğrencinin ve öğretim elemanının beraberce çalışarak, bilgiyi ortak üreten ve bilgiyi pazarlayan kişiler olarak takım çalışması yapması tercih edilmektedir. Artık, katma değeri yüksek, dünyada söz sahibi olan üniversitelere ihtiyaç vardır. Lider ülke Türkiye’yi gerçekleştirmek için en büyük pay üniversitelerimize düşmektedir. Bunun için de kaliteli üniversitelerde bilimsel makale ve atıf sayıları, AR-GE harcamaları, doktora öğrenci oranları, Web sayfalarının performansları, patent sayıları önem arz etmektedir. Bir örnek verecek olursak özellikle patent sayıları açısından Türkiye’nin en iyi üniversiteleri on yılda ortalama 20 patent başvurusu yaparken Batı’daki iyi üniversitelerde bunların yılda 277’e kadar ulaştığı görülmektedir.
Bir başka açıdan baktığımızda, üniversitedeki öğretim üyeleri başına düşen öğrenci sayıları açısından olayları değerlendirdiğimizde, 2012 URAP verilerine göre hâlâ birçok üniversitede öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının 50’nin üzerinde, hatta bazı üniversitelerde 100’ün üzerinde olduğu görülmektedir.
Bir başka açıdan, üniversitenin ve hatta o ülkenin kalite göstergelerinden biri olan kütüphane özellikleri açısından olaya baktığımızda durumun çok daha vahim olduğunu görebiliyoruz. Türkiye’de tüm üniversitelerin kütüphanelerindeki toplam kitap sayısı 11 milyon 700 iken dünyanın en büyük kütüphanesi olan Amerikan Kongre Kütüphanesinde yaklaşık 30 milyon cilt kitap olduğu, Harvard Üniversitesi ve Boston Üniversitesinde yaklaşık 15,5 milyon kitap olduğu bildirilmektedir. Türkiye’deki tüm üniversitelerin kütüphanelerindeki toplam kitap sayısının Amerika’daki bir üniversitenin kitap sayısına bile ulaşamadığının acaba farkında mıyız?
Yükseköğretimin önemli sorunlarından bir tanesi de kontenjanların değerlendirilme sorunlarıdır. Şu anda ülkemizdeki pek çok fen ve edebiyat fakültesi öğrenci bulamadığı için kapanma noktasına gelmiştir. Fen ve edebiyat fakültelerindeki bölümlere ayrılan kontenjan son üç yılda 10 binlik bir düşme kaydetmişti ve buna rağmen hâlâ kontenjanlar boş kalmaktadır. Bu bölümlerde 2012’de kontenjanların yarıdan fazlası boş kalmıştı.
On bir yıllık sürede, 2002’den beri iktidarda olan AKP’nin gösterdiği performans aslında yalnız bunlarla değerlendirilmemektedir. Kontenjanların dolmaması sebebiyle 58 tane bölüm kapanmak zorunda kalmıştır. Taşradaki üniversitelerin fen fakültelerinin bölümlerini tercih edenlerin sayısı 2’yi veya 3’ü geçmemektedir. Puanlar yaklaşık 30-40 puan kadar düşmüştür. Yerleşen öğrenciler -bunlar çok önemli konular arkadaşlar- yalnızca soruların yüzde 15’ini yaparak bu bölümleri kazanmışlardır. Millet olarak kendi bilimimizi kendimiz üretmek, kalkınmak, ilerlemek ve sürdürebilir hâle getirmek istiyorsak bu bölümleri tekrar canlandırıp, cazip hâle getirip tercih edilmesini ve çağın gerektirdiği bilim ve teknolojiyi üretecek duruma gelmesini sağlamamız gerekmez mi?
2012 yılında “Türkiye’de Temel Bilimler, Durum Tespiti ve Yapılması Gerekenler” diye bir rapor hazırlanmıştır. Bu rapora göre, 2023 yılı için belirlenen hedefleri gerçekleştirebilmek için yer altı kaynaklarından değil, bilim ve teknoloji üretilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu rapora göre, pirincin 1 kilogramı 2 dolar, etin 1 kilogramı 15 dolar, otomobilin kilogramı 50 dolar, uçağın kilogramı 250 dolar, dizüstü bilgisayarın kilogramı 1.000 dolar, cep telefonunun kilogramı 5 bin dolar, uydunun kilogramı 100 bin dolar, süper iletken hızlandırıcılar 200 bin dolar civarındadır. Şimdi, bu bize göstermektedir ki temel bilimler alanına hak ettiği önem verilerek bilim ve yüksek teknolojiye dayalı üretim yoluyla ancak ülkemizin gelişmişlik düzeyi artırılabilir.
Fen ve edebiyat fakültelerindeki bu içler acısı hâli tetikleyen bir başka neden de öğretmen yetiştirmede uygulanan öğretmenlik formasyon eğitimindeki belirsizliklerdir. On yıllık iktidar döneminizde veya 11 yıllık artık, formasyonla ilgili sürekli kararlar değiştirerek öğrenciler mağdur edilmiştir. Aynı mağduriyet aslında eğitim fakülteleri için de geçerlidir. Döneminizde o kadar çok eğitim fakültesi açıldı ki şu anda yüz binlerce öğrenci adayı yanlış istihdam politikalarıyla işsiz ve çaresiz bırakılmıştır. AKP iktidarı ısrarla kendi koyduğu politikalarda çelişmektedir.
Eğitim fakültelerinde bilgisayar ve öğretim teknolojileri eğitimi bölümleri açıp öğretmen yetiştirirken okullarda “Öğrenciler zaten bilgisayar bilerek geliyor.” diyerek bilgisayar derslerini kaldırdınız. Yalnız, çok yeni, bir hafta önce 4’üncü ve 5’inci sınıflara tekrar zorunlu olarak bu dersler getirildi. Onu da bildirmek istiyoruz, en azından hatanın neresinden dönülürse kârdır zihniyetiyle bunun olumlu bir davranış olduğunu da belirtmek istiyoruz.Yine, “yılın projesi” olarak ifade ettiğiniz teknoloji tabanlı FATİH Projesi’ni uygularken diğer ortaokul kısmında da bu derslerin kaldırılması herhangi bir cehalet kavramıyla da izah edilememektedir.
Üniversitelerde çalışan öğretim elemanlarının maaşları ve özlük hakları da üniversite sorunları arasında önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemizde genel ücret skalaları düşünüldüğünde akademisyen maaşlarının gerçekten çok alt düzeyde kaldığı herkes tarafından bilinmektedir. Özellikle araştırma görevlilerinin ve yardımcı doçentlerin mağduriyetlerinin birçok sözler verilmesine rağmen hâlâ giderilmediği görülmektedir. Bundan otuz yıl önce araştırma görevlilerinin maaşı mühendis maaşından yüzde 38 daha yüksekti. 2013 yılı itibarıyla ise araştırma görevlileri maaşı 2.200 lira, yardımcı doçent 2.600 lira, şube müdürü 3.250 lira, mühendis maaşı da 3.400 liradır; aradaki farkı hesaplamayı ben sizlere bırakıyorum.
Üniversitelerdeki akademisyen özlük hakları yerle bir edilmiştir. Verdiğiniz ücretlerle üniversitelerde artık akademisyenleri tutmak mümkün olmamaktadır. Bu paralarla hangi bilimsel çalışmalar yapmalarını beklemektesiniz? 2023 Türkiyesi’ne hangi yüzle girilecektir? Ayriyeten, araştırma görevlilerinin görev tanımları yok, hocalarının arabalarını yıkayan, evlerini temizlediklerini bildirenler bile var. Böyle çarpıcı ve yüz kızartıcı olaylar da tarihe not olarak düşmüştür.
Ayrıca, yardımcı doçentlerin karşı karşıya kaldığı derece sınırlandırılması ve çalışmalarındaki süre sınırlandırılması mağduriyetinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Özelikle vurgulamak istiyorum ki üniversitede nitelik sorununu gidermek için akademisyenlerin özlük problemlerini çözmek şarttır.
YÖK’ün getirdiği ve dayattığı sistem ideolojik, merkeziyetçi, dayatmacı, otoriter bir sistemdir. Bu sistem, bütün üniversitelerde tek tip elbiseyi giymeye zorlamaktadır. AKP olarak, iktidara gelmeden önce en fazla yakındığınız YÖK ile ilgili konularda, iktidara geldikten ve kontrolü ele geçirdikten sonra hiçbir şikâyetiniz olmamıştır ve hâlâ üniversiteleri 80’li yılların YÖK Yasası ile yönetmeye devam etmektesiniz. Katma değeri olmayan eğitim sistemi ve gençlik yetiştirmede hâlâ ısrar edilmektedir.
Ülkemizde mesleki eğitim de gereken cazibesini artık yitirmiştir. 2013 yılında, özellikle Yükseköğretime Geçiş Sınavı, yani birinci basamak sınavında meslek okullarından barajı geçen öğrencilerin yüzdesi, yalnızca yüzde 27’dir. Demin, Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği mesleki ve teknik eğitimin sorunlarına yönelik önergeyi hep birlikte, AKP iktidarı olarak “Mesleki ve teknik eğitimin sorunlarını çözdük.” diyerek reddettiniz. Burada, aslında bu rakam bile, yalnızca üniversite sınavını kazanan, birinci basamağı kazanan öğrencilerin yüzdesinin yüzde 27 olması bile bu sorunun kartopu gibi karşımızda durduğunu bize göstermektedir, onu belirtmek istiyoruz.
Şimdi, birçok sorun var, bunları aslında artırabiliriz, bu örnekleri artırabiliriz. Eğitim kademeleri birbirine bağlı, birbirinin devamı olan kademeler olduğu için hepsinin bir bütün içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Eğitimin en önemli çıktıları mezunların istihdamıdır. OECD’nin yeni açıklanan raporunda, özellikle 15-24 yaş arası gençler arasındaki işsizlik oranının yüzde 18,4 olduğu verilirken, bu oranın üniversite mezunlarında yüzde 20’ye yaklaştığı bildirilmektedir. Bu raporların sonuçlarının çok dikkatli ve detaylı bir biçimde yorumlanması gerekiyor. Bu sorun, üniversitelerin verdikleri eğitimin içeriği ve politikalarının gözden geçirilmesini gündeme getirmektedir. Ayrıca, ülkelerin gençliğe yönelik politikalarını da değerlendirmesi lazımdır.
Son günlerde gündeme gelen, alkolle ilgili düzenlemelerde gençliğin malzeme olarak kullanılması biz Milliyetçi Hareket Partilileri çok üzmüştür. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Türk gençliğinin büyük çoğunluğunun kötü alışkanlıklardan uzak olduğunu biliyoruz. TÜİK’in yaptığı en son araştırmada da gençliğin yüzde 83’ünün hiç alkol almadığı belirtilmektedir. Bu verilere ve gençliğimize olan inançla, gençlerimizin, Sayın Başbakanın “Gece gündüz içen, kafası kıyak bir nesil istemiyoruz.” ifadesi ile bu konuda töhmet altında bırakılması hiçbir gerekçeyle bağdaşmamaktadır. Gençlik gelecektir, milletin geleceğidir. Onların en iyi biçimde yetiştirilmesi için iktidar olarak on bir yılda hangi ortamları onlara sundunuz?
Gençlerimiz en iyiye layıktır, onlar bizim gururumuzdur. Bunun için, diyoruz ki: Milliyetçi Hareket Partisi olarak, yeni kurulacak olan 5 yeni üniversitemizin yukarıda belirttiğimiz kriterlere göre, geleceğimiz olan gençlere hak ettikleri kaliteli eğitimi vereceklerini ümit ediyoruz ve başarılar diliyoruz.
Aynı zamanda, AKP iktidarının on bir yıldır arapsaçına çevirdiği ve yine, 8 Haziranda başlayacak olan sınav maratonuna katılacak olan hem öğrencilere hem de velilere başarılar diliyoruz. İnşallah, bu konunun da en kısa zamanda çözülmesi dileğiyle deyip teşekkür ediyoruz.”