MHP Lideri Bahçeli: Türkiye’de bir çocuk gece yatağa aç giriyorsa vebali hepimizin omuzlarındadır
MHP Lideri Bahçeli: Türkiye’de bir çocuk gece yatağa aç giriyorsa vebali hepimizin omuzlarındadır
MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu.
Bahçeli:Üzülerek ifade etmeliyim ki, İzmir’in Selçuk ilçesinde elektrikli sobanın devrilmesi neticesinde 5 evladımız hayatını kaybetti. Biz uzaklardaki çocukların hakkını hukukunu konuştuğumuz kadar, daha doğrusu onlardan daha öncelikli olmak kaydıyla kendi çocuklarımızı, gelecek nesillerimizi konuşmalı ve dert etmeliyiz. Türkiye’de bir çocuk gece yatağa aç giriyor, sabah mutsuz ve umutsuz uyanıyorsa bunun vebali hepimizin omuzlarındadır dedi
“ÇOCUKLARIN KORUNMASI DEVLETİN GÖREVİDİR”
Üzülerek ifade etmeliyim ki, İzmir’in Selçuk ilçesinde elektrikli sobanın devrilmesi neticesinde 5 evladımız hayatını kaybetti. Biz uzaklardaki çocukların hakkını hukukunu konuştuğumuz kadar, daha doğrusu onlardan daha öncelikli olmak kaydıyla kendi çocuklarımızı, gelecek nesillerimizi konuşmalı ve dert etmeliyiz. Yapılan açıklamalardan, eşi cezaevinde bulunan annenin, geçimini sağlamak amacıyla kapıyı çocukların üzerine kilitledikten sonra hurda toplamaya gittiği anlaşılmaktadır. Selçuk ilçemizde yaşanan bu felaketi sadece ekonomik cepheden ele almak, yoksulluk ve mağduriyet ekseninde değerlendirmek bizi doğru sonuçlara taşımayacaktır. Sorunlu ailelerinin çocuklarını ruhen ve zihnen kazanmak, her birini hayata hazırlamak, rehberlik ve rehabilite ihtiyaçlarını karşılamakla birlikte çok ciddi şekilde gözlemlemek ve takip etmek devletin başlıca vazifeleri arasındadır. Mesele sadece az vermek veya çok vermekle, yani maddi ve fiziki yardımlarda bulunmakla sınırlı görülmemelidir. Manevi ve moral desteklere eşzamanlı olmak kaydıyla ilgiye, sevgiye ve sahiplenmeye muhtaç evlatlarımızın devletin müşfik ve alicenap dokunuşlarıyla sağlıklı, dengeli ve iç huzuru yakalamış birer fert olmaları mümkündür. Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin izinden yürüyorken, ilkel şartlara hapsedilmiş çocuklarımıza bir vesileyle tanık olmak, bunları göz göre göre kaybetmek maalesef hepimiz adına hüsrandır.
Sosyal, psikolojik, ruhsal ve ekonomik temelli sorunları hazırlanmış bütüncül stratejik bir konsept dahilinde masaya yatırmadan, üstelik bu yaygın sorunlara neşter vurmadan atılan her adım sadece pansuman tedavisi olarak kalacaktır. Türkiye’de bir çocuk gece yatağa aç giriyor, sabah mutsuz ve umutsuz uyanıyorsa bunun vebali hepimizin omuzlarındadır. İnanıyorum ki, Selçuk’ta yüreklerimize ateş düşüren olayın bütün yönleri aydınlığa kavuşacak, böylesi felaketlerin bir daha yaşanmaması için her türlü acil önlem sırasıyla ve kademe kademe alınacaktır. Evlatlarımıza Allah’tan rahmet niyaz ediyor, çocuklarımız ölmesin diyorum.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamasının tamamı:
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Saygıdeğer Misafirler,
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
Bu haftaki Meclis Grup toplantımıza başlarken hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Her zaman olduğu gibi, bugünkü toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından; televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla takip eden tüm vatandaşlarımızı,
Gönül ve kültür coğrafyalarımızda varlık ve birlik mücadelesi veren tüm kardeşlerimizi muhabbetle selamlıyor, şükranlarımı sunuyorum.
Siyasetimizin istikametini çizen, irade ve ifadesini temin eden iki ana damar vardır:
Birincisi, milli ve manevi değerler membaıdır.
İkincisi, tarihin ve coğrafyanın zorluklarıyla birlikte asırlar içinde üst üste yığılan zorunluluklar mecmuudur.
Biz siyaseti; gelişigüzel, zevahiriyi kurtarmak ya da vakit doldurmak maksadıyla yapmadık, yapmıyoruz.
Biz siyaseti; günübirlik heveslerin talimi, gelip geçici heyecanların tatbiki amacıyla düşünmedik, düşümüz de dahi görmedik.
Hakka inandık, hakikate bağlandık, halkımızla yekvücut olduk.
Ahlaki ve vicdani tutarlılığımızı zaaf göstermeden koruduk.
Önce vatan dedik, önce millet dedik, her şeyden önce Türkiye çağrısını seslendirdik.
Ortak akıl ve olgunlaşmış fikir marifetiyle geleceğin risk ve fırsatlarını, tehdit ve temayüllerini birer birer analiz edip politik öncelik ve önermelerimizi belirledik, buna da devam ediyoruz.
Milletin vuran nabzını ruhumuzda duyuyoruz.
Türk ve Türkiye Yüzyılı uyanışını şuurla kavrıyoruz.
Halka gidiyoruz, halkı dinliyoruz, halkın somut gerçeği olan ihtiyaç ve isteklerine bir yandan tercüman oluyor, diğer yandan da çözüm yolları oluşturuyoruz.
“Bir ve Birlikte Hilale Doğru Türkiye Toplantıları” kapsamında Anadolu’yu dolaşıyor, vatandaşlarımızla sıkı diyaloglar kuruyor, gönüller arası mekik dokuyoruz.
18 Kasım 2024 Pazartesi itibariyle 15 bölge toplantımızı yapmış olmanın bahtiyarlığını yaşıyoruz.
Erzurum, Kars, Gümüşhane, Erzincan, Rize, Siirt, Van, Kırklareli, Tokat, Bursa, Sakarya, Çankırı, Elazığ, İzmir ve Samsun merkezli olmak suretiyle 45 ilimizi kapsayan saha ve siyasi çalışmalarımızın gayet başarılı, gayet coşkulu, gayet düzenli, gayet dengeli ve disiplinli şekilde gerçekleştirildiğini huzurlarınızda memnuniyetle ifade ediyorum.
Merhum Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un muazzam bir hissediş enginliğiyle kaleme aldığı Çanakkale Şehitleri’ne isimli manzum eserinde o dönemin ağır şartlarını şu dizeler nasıl da özet halinde anlatmıştı:
“Vurulmuş tertemiz alnından uzanmış yatıyor!
Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor!”
O günlerde bir hilal uğruna ne güneşler batmıştı, velakin her batış yeni bir doğuşun müjdesini vermişti.
Hamd olsun bugün aynı hilal uğruna vatanımızın semalarında nice güneşler doğmakta, nice umutlar birer yıldız gibi parlamaktadır.
Dün şehadetlerle vatanı geçilmez yapan kahramanların bugünkü ahfadı istikbalin şahidi ve şahinleşmiş şahsiyetleri halinde serpilip sivrilmektedir.
“Bir ve Birlikte Hilale Doğru” yürüdükçe, bal mumundan kanat takan müstevli kalıntıları ne hilalimizi gölgelemeye ne de güneşimizi perdelemeye muvaffak olamayacaklardır.
“Bir ve Birlikte Hilale Doğru” mesafe aldıkça, önümüze dikilen sanal korkuluklar yıkılacak, öngörülen tehlikeli akıntılar kurutulacak, hıyanete önayak olanlar yerle bir edilecektir.
Artık bir hilal uğruna güneşler batmasın, bilakis hep yaşasın, her zaman var olsun.
Artık felaketlerin şiirleri yazılmasın, fecaatler yaşanmasın, ağıtları da yakılmasın.
“Bir ve Birlikte Hilale Doğru” el ele verirsek, saf saf birikirsek, zincirinden kurtulmuş hiçbir şeytan, zıvanadan çıkmış hiçbir şer niyet müthiş bir kudret ve seciyeyle donanmış milli azamet karşısında duramayacak, herhangi bir kötülük de yapamayacaktır.
Makaleleri ve şiirleriyle coşkularımızı sulayan, fikriyatımızı tamlayan Merhum Hüseyin Nihal Atsız bakınız ne demişti:
“Bayrak ki onun gölgesi Bozkurtları toplar;
Bayrak ki bütün kaybedilen yurtları toplar.”
O bayrak ki, hilal ile yıldızın kaynaşması ve kader birliğidir.
O bayrak ki, şehitlerimizin örtüsü, bağımsızlığımızın ömrüdür.
Nitekim o bayrak Türk bayrağıdır, Türk milletinin namus ve şeref timsalidir.
“Bir ve Birlikte Hilale Doğru” yol alışımız, milli birlik ve kardeşliğimizin pekişmesi amacına matuftur.
“Bir ve Birlikte Hilale Doğru” seferber olmamız, sosyal ve ekonomik sorunları mahallinde tespit, toplumsal huzur ve iç barış ortamını tahkim gayesine mahsustur.
Akif’in dediği üzere hilalimiz, göklerin kalbinde yer tutmuş otağımızdır.
Bu otağda, Türk milletinin var oluş azmi yoğunlaşmıştır.
Bu otağda, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli ülküleri yoğrulmuştur.
Bu otağda, mazisi bin yılı bulan milli birlik ve kardeşlik hukukumuzun duası yapılmış, harcı ve hamuru ortak kader mayasıyla karılmıştır.
Yine Merhum Akif diyor ki;
Bu kat kat perdeler, bilmem neden sıyrılmasın artık?
Niçin serpilmesin, hala ufuklardan bir aydınlık?
Aydınlığın bağrında hep birlikte kucaklaşmak hakkımız değil mi?
Aranan huzur ve sükûnete kavuşmak hedefimiz olmasın mı?
Niyazım odur ki, müebbet bir barış ve bahar havası hakim olsun şu aziz vatanda.
Yüreklerin vadisinde çiçekler açsın, gönüllerin yamacında dilekler tutulsun.
Merhum Şairimiz Erdem Bayazıt’tan esinlenerek söylemem gerekirse; yeniden su yürüsün dalımıza yaprağımıza, ortak hedeflerin bakışları can versin kurumuş toprağımıza.
Gözlerimizden gökyüzüne sayısız yıldızlar aksın, çehreden çehreye yayılan gülüşlerimizle kalplerde binlerce hürmet ve muhabbet kapısı aralansın.
Bakmayalım çatık kaşla birbirimize,
Bırakmayalım geleceği melun bilinmezliğe.
Başka Türkiye yok, gidecek başka vatan köşesi yok,
Dönmeyelim sırtımızı birbirimize,
Çaldırmayalım hilalin hayallerini o zalim ve hain emellere.
“Bir ve Birlikte Hilale Doğru” gidelim emin ve erdemli adımlarımızla, yansın gemiler, hayfa ki geri dönmektense vazgeçelim dünyanın doyumluk tadından, taşınan can takatinden.
Bilinsin ki, Milliyetçi Hareket Partisi saha çalışmalarına, milletle kucaklaşmaya, ayrımcılığı dışlayarak şevkle devam edecektir.
“Bir ve Birlikte Hilale Doğru Türkiye Toplantıları” münasebetiyle üstlendikleri görevleri bihakkın ifa eden; Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımızı, Başkanlık Divanı üyelerimizi ve siz değerli milletvekili arkadaşlarımla beraber teşkilatımızın her kademesinde emsalsiz fedakarlıklarla mücadele ahlakı sergileyen dava arkadaşlarımı özellikle kutluyor, bundan sonraki siyasi faaliyetlerimizde üstün başarılar diliyorum.
Muhterem Milletvekilleri,
Dünya genelinde karmaşık ve sürekli değişkenlik gösteren ikili veya çoklu siyasi, ekonomik ve diplomatik ilişkiler ağını inkar etmek, kriz ihtimallerini yok saymak bir nevi boşa kürek çekmek demektir, bundan mütevellit makul çözüm arayışlarının tıkanması da neredeyse muhakkaktır.
Türkiye’nin çevresi aynı zamanda çatışmaların ağır bastığı, anlaşmazlıkların derinlik kazandığı sancılı bir bölgedir.
Bu bölgeden kaynaklanan çok aktörlü ve çok katmanlı istikrarsızlık ortamının ülkemize ihracını zamanında engellemek, güvenlik duvarlarını muhkem hale getirmek tali bir mesele değil, asli bir mesele olmalıdır.
Zira sınırlarımızın hemen dibinde oynanan karanlık oyunların son sahnesi Türkiye’de kurulmak istenmektedir.
Çatışmaların çözümünde başvurulan geleneksel formların temelinde; tartışmalı kaynakların, çıkarların veya hedeflerin müzakere edilebilir ve uzlaşmanın taraflar arasında varolan güç dengelerine bağlı olarak sağlanabilmesi yer almaktadır.
En azından iddia edilen ve bir şablon halini alan varsayımlar bunlardır.
Ne var ki farklı bahanelerle patlak veren envaı çeşit çatışmanın kalıcı ve köklü çözümlerle buluşmadığı da ortadadır.
Çünkü dünya çapında hakim unsurlar lehine gelişen ve genişleyen adaletsiz ve dengesiz güç dağılımı çatışmaların sonlanmasına gösterilen direncin kilit nedeni olup küresel barış ve huzuru tehdit edecek boyutlardadır.
Mesela İsrail, Lübnan’a ateşkes önerisi sunmasından kısa bir süre sonra Beyrut’u havadan vurmuştur.
Gazze’de yaşanan insani felaketlere, süregelen soykırıma her gün yenileri eklenmektedir.
Daha birkaç gün evvel Gazze’nin orta ve kuzey kesimlerinde sivillerin yaşadığı alanlara Siyonist barbarlık tarafından yağdırılan bombalar 100’e yakın masumun ölümüne yol açmıştır.
Katliamların hız kesmeden günbegün çıta yükseltmesi insanlık utancı, hukuk ve adalet imhası, medeni dünyanın iflas beyannamesi değil ise, sorarım sizlere nedir?
Bu trajedinin bitmesi, zalimlerin hesap vermesi gerekiyorken, hala bir arpa boyu mesafenin alınamaması ürkütücü bir skandal değil midir?
İsrail, dökülen kanlarla, alınan canlarla, harabeye dönen şehirlerle, yapılan suikastlarla şiddet çarkını çeviren bir cinayet ve soykırım aygıtıdır.
İstediği ülkeye, açık veya gizli hedefleri doğrultusunda ateş saçması, buna da uluslararası toplumun mücessem kuruluşlarının cılız kınama mesajları haricinde tepki göstermekten kaçınması dünyanın taşıyamayacağı ikiyüzlülük hamulesi ve insancıl hukukunun ayaklar altına alınmasıdır.
Durumu koma haliyle aynı olan uluslararası toplumun zaman zaman aldığı bazı kararları hayati belirtilerin varlığına da ayrıca işaret etmektedir.
Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler “Sosyal, insani ve kültürel” konuların ele alındığı 3.Komite’de, “Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkına” ilişkin karar tasarısı 6 ülkenin red oyuna karşılık 170 ülkenin kabul oyuyla teyit edilmiştir.
İsrail’in yanında hizaya giren; ABD, Arjantin Paraguay, Mikronezya, Nauru insanlık nam ve hesabına sınıfta kalmış, sahnelenen soykırım suçuna iştirak etmişlerdir.
Kabul edilen kararda, “Filistin halkının kendi kaderini tayin etme ve bağımsız devlet kurma hakkı teyit edilir” ifadesinin 170 ülkece tasdiki küresel vicdanın son bir gayretle çırpınışı, diğer 6 ülkenin zavallı yalnızlığı şeklinde okunmalıdır.
Roma Statüsü gereğince, Filistin’in zımni devlet statüsü kazandığı açıktır.
Aynı zamanda Filistin’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne üyeliği hukuki temelde statüsünü perçinlemektedir.
Filistin’in yalnızca devletlerin tarafı olabildiği Roma Statüsü’ne kabulü, uluslararası hukuk nezdinde varlığına alamettir ve bir devlet olarak görüldüğünün de basbayağı nişanesidir.
İsrail’in durdurulması ve soykırım suçlularından hesap sorulması geldiğimiz bu aşamada bir insanlık onuru, bir adalet konusu, dahası demokrasi namusudur.
Adalet mutlaka tecelli etmelidir ve de edecektir.
İsrail’e başta silah satışlarıyla ilgili yaptırım uygulanması olmak kaydıyla, her türlü önleyici tedbir doğrudan doğruya hayata geçirilmelidir.
Türkiye’nin İsrail’e tavrı ve tutumu çok nettir.
Bu tavır ve tutumun miyarı insani, İslami ve vicdani mahiyettedir.
Bunu görmeyen, görse bile işlerine gelmediğinden gerçeği çarpıtmak amacıyla yalan ve iftira cephaneliğine yığınak yapan bazı siyasetçiler ve sözde uzman geçinen garabet yuvaları, Türkiye’nin İsrail’le ticareti sürdürdüğünü ileri sürmüşlerdir.
Halbuki Türkiye, İsrail’le ilgili ticaret sayfasını, 2 Mayıs 2024 tarihinden geçerli olmak üzere tüm ürünleri kapsayacak şekilde kapatmıştır.
Yapılan resmi açıklamalar sabittir ve kuşkulu bir yanı da yoktur.
2 Mayıs 2024 tarihinden itibaren, İsrail’e yönelik ihracat ve ithalat için tescil edilmiş hiçbir gümrük beyannamesinin olmadığı açık seçik meydandadır.
Böylesi hassas bir konu etrafında ülkemizi töhmet altında bırakma yarışı, karalama çabası olsa olsa Siyonizme hizmet, Türkiye’ye husumettir.
Bu tip bir muhalefet anlayışının demokratik niteliğinden bahsetmek, sakat değerlendirmelerini ifade ve düşünce hürriyetiyle tevil etmek bizatihi demokrasiye hakarettir.
Ayıplı ve ahlaksız siyasetin acıklı numunesini görmek ve tanımak isteyenlerin Türkiye’ye karşı açılan Siyonist cepheye sırtını yaslayan kıdemli ve gedikli müfterilere bakmaları yeterlidir.
Ülkemizin insani değerleri cesaretle savunmasından ve sahiplenmesinden rahatsızlık duyanların çatlak seslerinin çok çıkması, bunların içimize kadar sızan, zulmün imbiğinde süzülen İsrail uşaklığını benimsemeleri alçaklıkla bile izah edilemeyecek çürüme örneğidir.
Ayrıca Müslüman Türk milleti, Mescid-i Aksa ve diğer kutsal mabetlerin tarihi ve manevi dokularını tahrip etme teşebbüslerini ise asla affetmeyecek, bu kırmızı çizginin ihlali, uyarıyorum ki, ağır sonuçlar doğuracaktır.
İlk kıblemize Siyonizmin gölgesi düşerse bunun altından hiçbir mütehakkim ve muhasım ülke kalkamayacaktır.
Küresel ve bölgesel barış ve istikrara destek verilecekse, gerçekten bu hedefe hilafsız ve hilesiz bağlılık gösterilecekse iki devletli çözüm mutlak surette vasat bulmalıdır.
1967 sınırları dahilinde, siyasi ve toprak bütünlüğünü sağlamış, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasından, müteakiben tanınmasından başka bir yol, bir yöntem, bir alternatif kalmamıştır.
Türk milleti mazlumların iniltiyle karışık feryatlarına kulak tıkayamaz.
Türkiye Cumhuriyeti zulmün fermanını yazan, soykırım dilini konuşan, iblise yoldaşlık eden bu devrin seri katillerine asla sessiz ve seyirci kalamaz.
Tarafız, kaldı ki masumların tarafıyız.
Tarafız, kaldı ki sesi kısılmış, açlıktan iki büklüm olmuş, yüzü gözü, bedeni kan revana bürünmüş emzikli bebeklerin, gülüp oynaması gerekirken tepelerinden inen bombalarla sınanan çocukların tarafındayız.
Tarafsız, kaldı ki Türk ve İslam coğrafyalarının dirliğinden, birliğinden ve kardeşliğinden başka bir seçeneği de ama, fakat demeden reddediyoruz.
Değerli Milletvekilleri,
Avrupa Birliği’nin Mekânsal Deniz Palama Çalışmaları incelendiğinde, Ege ve Akdeniz’deki egemen haklarımızı aşındıracak ve hatta hiçe sayacak içerik ve ilerleyiş istikametinde olduğu görülecektir.
Aleyhimize çizilen haritaların fiilen ve hukuken bir sonuç vermesini ümit etmek tam manasıyla akla ziyan bir hezeyan ve milli kazanımlarımıza aleni bir saldırıdır.
Deniz yetki alanlarında yaşanan uyuşmazlıklarla ilgili Avrupa Birliği’nin görüş beyan etmesi, hakemlik rolü üstlenmesi, tek taraflı kararların alt yapısını oluşturma arayışları A’dan Z’ye geçersiz ve mesnetsizdir.
Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Yunan tezlerine alet olması, Ege ve Akdeniz’deki barış ve istikrara tahammülsüzlüktür.
Mavi vatandan taviz koparmak için karşımızda toplanan ülkelerin 486 yıl önce Preveze’de denizin dibine gönderdiğimiz Haçlı donanmasından ne farkı vardır?
Bize rağmen ve egemenlik alanlarımızdan sözde mahrum eden haritaların çizimiyle takibi ve temini peşine düşülen muhasım politikaları elbette biliyoruz, tavsiyem, onların da Türk milletini bilmeleri, hafızalarını tazelemeleri, değilse bile tarih kitaplarını açıp okumaları, suyumuza dokunanın dumanını attıracağımızı unutmamalarıdır.
Bu azgın hıncın, bu aşırı hırsın, tarihten ders almayan bu beyhude politik ve diplomatik kuşatma hazırlıklarının Türk milletine sökmeyeceğini, aksini iddia edenlerin tahrikleri devam ederse Barbaros Hayrettin Paşaların Ege ve Akdeniz’de dolaştığını görmelerini, yoksa Andrea Doria’nın akıbeti neyse aynısını yaşayacaklarını kararlılıkla söylemek isterim.
18-19 Kasım 2024 tarihlerinde Brezilya’da toplanan G-20 Zirvesi’nde “Adil bir dünya ve sürdürülebilir bir gezegen inşa etmek” teması belirlenmişken; adaletsizliğe, ahlaki kayıplara, egemenlik ihlallerine, önyargılara ve tarihi nefretlere dayalı bir dünya tasarımı için el ovuşturmak çok vahim bir çelişki olmayacak mıdır?
Adil bir dünya kurmanın çağrısını yapan ülkelerin, Rusya ile Ukrayna savaşını kışkırtmaları, bu savaşı milyar dolarlar saçarak finanse etmeleri, İsrail’in kanlı saldırılarına göz yummaları, küresel vahşete sponsorluk yapmaları sürdürülebilir bir gezegen inşa etmekten daha çok kurulanı yıkma sinsiliği ve hesabı değil midir?
ABD’nin Ukrayna’ya yardım için tahsis ettiği tüm fonların tutarının 182 milyar dolar olduğu açıklanmışken, bu paranın küresel açlık ve sefaletle mücadeleye harcandığı takdirde gerçek adil ve hakkaniyetli dünya tablosuna ulaşılacağını acaba düşünen olmuş mudur?
Dünyada 900 milyona yakın insan içme suyuna erişemiyor.
2 milyara yakın insan içecek temiz suyun hasretini çekiyor.
800 milyona yakın insan açlıkla savaşıyor.
Buna karşılık obez insanların sayısı 875 milyon sınırını aşıyor.
Aşırı kilolu insan sayısı 1,7 milyarı geçmiş bulunuyor.
Her yıl 5 yaş altı ortalama 5 milyon çocuk hayatını kaybediyor.
Dünyada 600 milyon çocuk yoksullukla pençeleşiyor, bunların yarısı açlık tehlikesiyle karşı karşıya yaşıyor.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk, işsizlik, terör, iklim değişiklikleri, çevre kirliliği gibi konular insanlığın temel problem alanları olarak göze çarpıyor.
Kısaca özetlemeye çalıştığım bu yürek yaralayan veriler ışığında adil bir dünya nasıl kurulacak? Kim ya da kimler kuracak? Nasıl kuracak? Bunun için katlanacağı alternatif maliyetlerin yükü ne kadar olacak?
Bize göre böylesi adil ve yaşanabilir dünyanın kurucu gücü inanıyorum ki Türkiye olacaktır.
Tantanayı bırakıp insan merkezli, eşit paylaşımı esas alan, hiç kimsenin yatağına aç girmediği, açlıktan ölümlerin yaşanmadığı, sömürü düzeninin son bulduğu, egemenlik haklarına saygı duyulduğu, soykırım ve toplu katliamların asla görülmediği bir medeni dünyaya huzur içinde ulaşmanın satırdan sadıra, kuvveden fiile çıkaracak acil çarelerini üretmeliyiz.
Eşit, adaletli ve huzurlu bir düzen ancak böyle tezahür edebilir.
Sürdürülebilir bir gezegen inşası ancak bu sayede mümkün hale gelebilir.
Lafla peynir gemisi yürütmenin bir sonucu yoktur.
Gazze’li, Kerkük’lü, Doğu Türkistan’lı, Sudan’lı bir çocuğun hayat standartları Londra’lı, Berlin’li, Paris’li bir çocuğun standardına çıkartılmadıktan sonra söylenen sözlerin balon, iddiaların fos çıkması kesindir.
Üzülerek ifade etmeliyim ki, İzmir’in Selçuk ilçesinde elektrikli sobanın devrilmesi neticesinde 5 evladımız hayatını kaybetti.
Biz uzaklardaki çocukların hakkını hukukunu konuştuğumuz kadar, daha doğrusu onlardan daha öncelikli olmak kaydıyla kendi çocuklarımızı, gelecek nesillerimizi konuşmalı ve dert etmeliyiz.
Yapılan açıklamalardan, eşi cezaevinde bulunan annenin, geçimini sağlamak amacıyla kapıyı çocukların üzerine kilitledikten sonra hurda toplamaya gittiği anlaşılmaktadır.
Selçuk ilçemizde yaşanan bu felaketi sadece ekonomik cepheden ele almak, yoksulluk ve mağduriyet ekseninde değerlendirmek bizi doğru sonuçlara taşımayacaktır.
Sorunlu ailelerinin çocuklarını ruhen ve zihnen kazanmak, her birini hayata hazırlamak, rehberlik ve rehabilite ihtiyaçlarını karşılamakla birlikte çok ciddi şekilde gözlemlemek ve takip etmek devletin başlıca vazifeleri arasındadır.
Mesele sadece az vermek veya çok vermekle, yani maddi ve fiziki yardımlarda bulunmakla sınırlı görülmemelidir.
Manevi ve moral desteklere eşzamanlı olmak kaydıyla ilgiye, sevgiye ve sahiplenmeye muhtaç evlatlarımızın devletin müşfik ve alicenap dokunuşlarıyla sağlıklı, dengeli ve iç huzuru yakalamış birer fert olmaları mümkündür.
Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin izinden yürüyorken, ilkel şartlara hapsedilmiş çocuklarımıza bir vesileyle tanık olmak, bunları göz göre göre kaybetmek maalesef hepimiz adına hüsrandır.
Sosyal, psikolojik, ruhsal ve ekonomik temelli sorunları hazırlanmış bütüncül stratejik bir konsept dahilinde masaya yatırmadan, üstelik bu yaygın sorunlara neşter vurmadan atılan her adım sadece pansuman tedavisi olarak kalacaktır.
Türkiye’de bir çocuk gece yatağa aç giriyor, sabah mutsuz ve umutsuz uyanıyorsa bunun vebali hepimizin omuzlarındadır.
İnanıyorum ki, Selçuk’ta yüreklerimize ateş düşüren olayın bütün yönleri aydınlığa kavuşacak, böylesi felaketlerin bir daha yaşanmaması için her türlü acil önlem sırasıyla ve kademe kademe alınacaktır.
Evlatlarımıza Allah’tan rahmet niyaz ediyor, çocuklarımız ölmesin diyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Cumhur İttifakı’nda görüş ayrılığı olup olmadığını günlerdir yazıp çizenler, boşa koyup dolu tutmanın kurnazlığına sapanlar gündemi epey şekilde meşgul etmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanımızla aramızdaki derin ve karşılıksız bağı; ahlaki, samimi ve dostane diyaloğu sorgulamak ve sulandırmak gayesiyle maske üstüne maske takan, kılıktan kılığa giren köşe başı fitnebazları iyice azıtmaktadır.
Cumhur İttifakı, malum kötü niyet ve kötürüm tıynet sahiplerinin anlayıp da itiraf edemeyeceği kadar vatan ve millet sevdasıyla hemhal olmuştur.
Cumhur İttifakı Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Cumhur İttifakı Türk milletinin özüdür, özgüvenidir.
Cumhur İttifak istiklalin muhafızı, istikbalin mimarıdır.
Cumhur İttifakı Türk ve Türkiye Yüzyılının yegane müdafisidir.
Yedi düvel topuyla tüfeğiyle, nefretiyle, nifakıyla, şirkiyle, şiddetiyle üzerimize gelse bile ilke ve irademizden milim taviz vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz.
Başkaları gibi soluğumuz kısa ve kesik değildir.
Başkaları gibi irademiz hacizli, siyasetimiz rehin altında hiç değildir.
Bizi meşgul edip Türkiye üzerinde oyun kuracağını zanneden, siyaseti sokak dedikodusuna çeviren, ittifakımıza çamur atmaya kalkışan ahmaklara, asalaklara, arsızlara en küçük geri adımımız söz konusu olursa diyorum ki, gök girsin kızıl çıksın.
Fitne yayan siyasetçileri, sözde gazetecileri, sosyal medya farelerini, FETÖ’cü hainleri, bölücü mihrakları, dış bağlantılı casusları, köksüzleri, kimliksizleri, millet ve milliyet hasımlarını rezil rüsva etmek için uygun zamanı sabrın gücüyle, Allah’ın inayetiyle, milletimizin metanetiyle bekliyoruz.
Son günlerde tartışmaların odağında yer alan bazı açıklamalarımdan Sayın Cumhurbaşkanımızın haberinin olup olmadığını araştıran, aramızda bir anlaşmazlık çıkıp çıkmadığını yorumlayan zevata diyeceğim öz itibariyle şudur:
Mevzubahis vatan, bayrak, millet ve devlet-i ebed müddetse Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile şahsım arasında hiçbir ayrılığın ve ayrışmanın söz konusu dahi olmayacağını mühürlü kalplere, duymayan kulaklara, görmeyen gözlere hatırlatmak dava ve vicdan görevimdir.
Öküz altında buzağı arayacaklarına gitsinler kendilerine münasip kapak arasınlar, sanıyorum onlar için daha yararlı olacak, bu sözüm de alayına kapak olacaktır.
“Vakit tamamdır, söz konusu vatandır” paylaşımlarımızla neyi amaçladığımızı merak edenlere de, önce vatan nedir onu öğrenmelerini teklif ve temenni ediyorum.
Osmanlı devlet ricalinin taktığı sarıkların içinde kefen vardı, ki ölümü unutmasınlar diye.
Biz de millet ve ülkü davasına baş koyarken, Cumhur İttifakı’nı kurarken kefenimiz mücadelemizdir dedik, kefenimiz yeminimizdir dedik, vatana duyduğumuz eşsiz sevda ve bağlılığının bir bedeli varsa da seve seve öderiz inancını ve iradesini gösterdik.
Milletimizi bölmek için fırsat kollayanlara, bozgunculuk çıkarmak için pusuya yatanlara, yalancılara, talancılara, yabancıların yerli acentesine dönmüş siyasi devşirmelere itibar etmek kendimizi inkardır.
Türkiye’nin kaybedecek bir saniyesi bile yoktur.
Türk ve Türkiye Yüzyılında terörün kökü kazınacaktır.
Bunun için kefen giyeceksek ona da baş göz üstüne deriz.
Yerimizde saymaya, olanla yetinmeye, onun bunun ağzına bakmaya, tarihin gerisine düşmeye, debisi yüksek bir nehir gibi akan hadiselerin içinde edilgen ve etkisiz kalmaya ne hakkımız ne de niyetimiz vardır.
Sızlanarak, dövünerek, seyrederek hiçbir şey yapamayız.
Davası olan her insan aynı zamanda umut insanıdır.
Çünkü iman varsa imkan vardır ve nihayetinde karamsarlık bulutları dağılmaya mahkumdur.
Türkiye artık feleğin çemberini kırmalıdır.
Makus talih hepten değişmelidir.
İstikrarlı yükseliş kararlılıkla devam etmelidir.
İddialı yürüyüş her gün biraz daha hız kazanarak Cumhuriyet’in yeni yüzyılında muktedir tarihimizin tekerrürünü sağlamalıdır.
Elbette gerçekleşebilecek hedefimiz de budur.
Şayet konu Türk milleti oldu mu hayallerimizin ve hedeflerimizin hiçbir sınırı olmaz, olamaz.
Türkiye’nin yelkenlerini şişiren rüzgar kesilmesin istiyorum.
Kamburlarımızdan kurtulalım diyorum.
Bu arada makamda gözümüz yoktur.
Koltuğa merakımız yoktur.
Yeter ki Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti sonsuza kadar yaşasın dursun.
Yeter ki haine, teröriste, Türkiye düşmanlarına karşı bir olalım, beraberce direnelim.
Merhum şairimiz Arif Nihat Asya’nın muhteşem dizelerinde haykırdığı gibi;
Nerde kaldı o çağlar ki, analar kurt doğururdu,
Hilkat insan çamurunu destanlarla yoğururdu.
Nerde o yiğitler ki gür sesleri ülkeyi bürür,
Yürü dese dağlar yürür, dur dese kalpler dururdu.
Yurda, baş dedikleri bir ağır adakla geldiler,
Ve şu bayraksız dünyaya bayrakla geldiler.
Kopardılar ayı gökten,
Bir ipek dalına astılar.
Yurt dediler gölgesine,
Ayaklarını bastılar.
Yeryüzünün göbeğinde,
Kuruldu Kurultayları…
Günleri sönmek bilmedi,
Yere düşmedi ayları.
Onlardan kaldı bu toprak,
Biz gezip tozmayalım mı?
Yabanlar kıskanır diye,
Destan da yazmayalım mı?
Saklayacak, gizleyecek, üzerini örtecek bir açığımız yoktur.
Başımızı eğecek, yüzümüzü kızartacak, gözlerimizi kaçıracak bir yanlışımız, bir mahcubiyetimiz, verilemeyecek bir hesabımız da olmamıştır.
Neysek oyuz, nasılsak öyle görünürüz, göründüğümüz gibi olacak cesaret ve özgüvene fazlasıyla sahibiz.
Bazıları bizi hazmedemez, zira bünyeleri helale alışkın değildir.
Bazıları bizi tanıyamaz, zira onlar gözleri açıkken bile gaflet uykusuna dalan, sonra da ışığın altında bile fark edilmeyenlerdir.
Kaldı ki görmek istemeyen bir göze aydınlığın yararı dokunamaz.
Tutamayacağımız sözü dilimize, veremeyeceğimiz sevgiyi kalbimize, ulaşamayacağımız hedefleri önümüze koymadık, koymaya da niyetimiz yoktur.
Merhum Hocamız Prof.Dr Nurettin Topçu’nun dediği gibi “kin, zaafın ve esaretin mahsulüdür. Muhabbet, bolluk ve rahmet dağarcığıdır.”
Bizim işimiz kin değil muhabbettir; kibir değil mehabettir, milli ve Muhammedi ahlakı hakkıyla içselleştirip yaşamaktır.
Gündüz vaktinin korkak gecelere, nezih ve serazat bir kalbin zalim bedenlere acıdığını en iyi bilen, en iyi gören Milliyetçi-Ülkücü Hareket’tir.
Toprağına merhamet tohumu serpilmeyen ülkeler, nice fatihlerin matemi olmuştur.
Gönüller arasında karanlık uçurumlar açan anlayışsızlık, katılık, kötülük, sevgi kıtlığı ve bunlardan mülhem insani felaketler merhamet cevherinden mahrumiyetin çok soğuk esintisidir.
Bu esintiyi yüreğimizin sıcaklığıyla engellemenin çabasındayız.
İftira salgınına inancımızın şifasıyla karşılık vermenin gayretindeyiz.
Biz merhameti de biliriz, mertliği de biliriz, mefkûreyi de biliriz, melanet senaryolardan ve figüranlardan hesap sormasını da mutlaka biliriz.
Biz bu ülke, bu vatan, bu bayrak uğruna, rahmetle ve hürmetle andığımız hilal kaşlı, kurt bakışlı 3 bin şehit verdik.
Şafağı ağarmayan nice zifiri karanlıkları yendik.
Gideni gelmeyen, ağlayanı gülmeyen, feryadı dinmeyen, hüsranı bitmeyen, ancak imanlı mücadelesi de asla eksilmeyen zulmet dolu senelerde kendi yarasını iyileştiren bir aslan gibi doğrularak kükremesini bildik.
Siyasi seciyemiz, Türklüğe duyulan emsalsiz bir sevdanın potasında eriyerek, yeri gelince sükût gibi münzevi, yeri gelince de çığlık kadar hür oldu.
Millet kendi eserine, sevdasından deliye dönmüş Milliyetçi Hareket Partisi’ne ve Cumhur İttifakı’na duasıyla, desteğiyle, dev gibi iradesiyle sahip çıkacaktır.
Hiç kimse boşuna hayal kurmasın, boş yere hesap yapmasın.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı, içinde milletin olmadığı, milli ve manevi değerlerin yer almadığı hiçbir hedefi kabul etmez, etmeyecektir.
Sizlere düşen görev, kafa karıştıran, akıl çelen, zihin bulandıran bozuk zihniyetlerin etki alanına girmeden hak bildiğiniz yolda arkanıza bakmadan hızlı adımlarla yürümektir.
Himaye edenimiz Allah, destekçimiz büyük Türk milletidir.
Türk vatanı has bahçemiz, Türk milleti varlığımızın övüncüdür.
Bilinmesini isterim ki, algı operasyonları, ahlaksız tertipler boşunadır.
Tedavülde tutulan kara kampanyaların sonu ve sonucu yoktur.
Türkiye’yi ve Türk milletini çağın üzerine sıçratma mücadelemizin teklemesi, tökezlemesi ve sekteye uğraması söz konusu değildir.
İnandık, başaracağız.
Söz verdik, yapacağız.
Yola çıktık, varacağız.
Sabrettik, Türk ve Türkiye Yüzyılının sütunlarını hep birlikte dikeceğiz.
Cumhur İttifakı’nın akıl ve ahlakla anıtlaşmış fedakâr ve milli siyasetiyle umutları dirilteceğiz, milletimize hadim ve hürmetkâr bir ruhla azımızı çok, eksiğimizi tamam edeceğiz.
Hiçbir engel tanımayacağız.
Hiçbir zorluğa teslim olmayacağız.
Hiçbir iftiraya boyun eğmeyeceğiz.
Doğudan batıya, kuzeyden güneye her insanımızı kucaklayacağız.
Her değerimizi bağrımıza basacağız.
Herkes eşittir Türkiye demeye azimle devam edeceğiz.
Buradan bütün Kürt kardeşlerime sesleniyorum. PKK Kürtleri temsil edemez. Şimdi açıkça görüldü ki, bir adım ileri gitmek için yola çıkanları engellemeye çalışanlar vardır. Dün terörist başının yoldaşı olanlar, şimdi Amerika’nın uşağı olmuşlar. Biden’ın üvey evlatlarına, Türk milletinin asil evlatlarını kurban edemeyiz. Buna hakkımız yok. Gelin bir olalım, beraber olalım, hep beraber Türkiye olalım.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.