KIRMIZI ODADA NE KONUŞULDU?
ABD ziyaretinin koca bir fiyasko olmakla kalmayıp, yeni ve ağır bedeller ödetecek kayıplarla tamamlandığını içimiz sızlayarak gördük. Türkiye hiçbir konuda ABD ziyaretinden önceki konumunda değildir. İç politikadan teröre, Suriye meselesinden BOP yoluna, ekonomiden ticari işbirliğine kadar her konuda daha zor, daha kötü, daha kaybetmiş bir konumdadır.
Söylediklerini hatırlamadılar
Sadece yapılan açıklamalara bakarak bunları söyleyebiliyoruz. Gezi öncesinde nelerin masaya konulacağını yanaşma ve beslemeler maddeler halinde sıraladı. Şu tuhaflığa bakın ki, bunları yazan ve konuşan sanki kendileri değilmiş gibi, dönüşte hiçbirini hatırlamadı, hangisinde ne elde edildiğini akıllarına bile getirmediler. Etrafından dolandılar, göz boyadılar ve milleti bir defa daha aldattılar. Oysa her şey gayet açık. Hiçbir ölçüye, hiçbir bilgiye gerek kalmadan, sadece Sayın başbakanın gezi öncesi Cenevre konferansı için söyledikleriyle gezi sonrasında söylediklerini alt alta koymak, ne olup bittiğini anlamak için fazlasıyla yeterlidir. Aynı durum, aynı çark etme, aynı teslimiyet istisnasız her mesele için geçerlidir.
Görüşmeye katılanlar
Bir de işin gizlenen tarafı var. Şu kırmızı salon görüşmesinde ne olduğunu kimse bilmiyor. Bilenler de sesini çıkaramıyor. Mesela gezide bulunan seçilmiş gazetecilerden her hangi birinin bu konuda tek bir satır bir şey yazdığını duyan, gören oldu mu? “Net bir bilgi ve fikir edinemedik” gibi tarjikomik değerlendirmeler yaptılar. Hakikaten gülünecek bir durum. “Bize ancak bu kadarını yazmaya müsaade ettiler” demenin adı, “net bir bilgi ve fikir edinemedik” oldu. Kesin olan, o salonda bir takım tuhaflıkların olduğudur. Görüşmenin şekli, görüşmeye alınanların kimlikleri, süresi, sonrası her şeyiyle büyük ve derin soru işaretleri barındırıyor. Elbette bu gizlilik uzun sürmeyecektir. Zamanı geldiğinde her şey teker teker ortaya çıkacaktır. Kaldı ki bir takım ipuçları ortalığa saçılmaya başlamıştır.
Cevap arayan sorular
Bu ipuçlarından bazılarını sıralayalım. Bu kadar önem atfedilen, bu kadar büyütülen, bu kadar gürültü yapılan bir gezinin daha ortalarında, gündemin birden bire 3 seçime döndürülmesi bir tesadüf müdür? O kadar ki, o andan itibaren tek ve değişmez gezi gündemi bu olmuştur. AKP sözcüleri de Türkiye’den destek vermiş ve meseleyi referandum tartışmalarına çekmişlerdir. Sayın başbakanın dönüşte yaptığı açıklamadan akıllarda kalan kısım yine referandum dayatmasıdır. Bütün bu gelişmelere bakarak, “kırmızı salonda Türksüz Türkiye’yi mi şekillendirdiniz? PKK ile kurulan ortaklığın ayrıntılarını değerlendirip, bu işbirliğinin gereğinin bir an önce yapılması talimatı mı aldınız?” diye sormak, haksızlık mı olacaktır? Bu soruyu tamamlayacak bir başka soru daha var. Ahmet Türk’ün tam da bu süreçte ABD’yi ziyaret etmesi ve yaptığı açıklamalar bir tesadüf müdür? Unutmamak gerekiyor ki, Obama Türkiye ziyareti sırasında Ahmet Türk’le özel olarak görüşmüştü.
ABD’ye gitmek gerekmiyordu
Bu kadarla da bitmiyor. Bu soruları haklı çıkaran ve tamamlayan bir başka gelişme de yeni Anayasa dayatmasıdır. AKP’nin bu konuda ne yaptığını, ne istediğini, ne hedeflediğini zaten biliyoruz. Neden ABD gezisi sırasında her şey bir kenara bırakılmıştır ve sadece yeni Anayasa konusu öne çıkarılmış, hatta tek gündem haline getirilmiştir? Yeni anayasayı konuşmak, siyasi partilerin nabzını yoklamak ve referandum ihtimalini tartışmak için ABD’ye gitmek gerekmiyordu. Bu durumda, “bütün bu yaşananların kırmızı salon görüşmesiyle bir ilgisi ve bağlantısı var mıdır?” diye sormak yanlış mıdır?
İmralı canisi söylemişti
Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için yeni Anayasa’dan neyin kast edildiğini ve bu acelenin sebebini biraz açmak gerekiyor. AKP’nin elindeki taslak gayet açıklayıcıdır. AKP’nin yeni anayasadan kastı, Türkün yok edildiği, ülkenin federasyona dönüştürülerek ayrıştırıldığı, çok milletli, çok dilli, çok bayraklı bir yapıdır. Buna İmralı’daki katilin siyaset yapmasına yol verecek ve şu anda AKP’nin gündeminde olan kanun düzenlemelerini de eklemek gerekiyor. Bütün bunları getirip bir başkanlık sistemine bağlıyorlar. Zaten başkanlık sistemi beraberinde bir federasyon yapılanmasını da getirmektedir. Açın İmralı canisinin BDP milletvekillerine yaptığı değerlendirmeyi tekrar okuyun. AKP’nin yaptıklarını ve yapmayı hedeflediklerini teker teker sıralamış ve bunu da bir tehdide bağlamıştır. Bunun yanına Kandil sürüngenleri ve BDP kimlikli uzantıların, “biz üzerimize düşeni yapıyoruz. Hükümet de bir an önce kendi üzerine düşeni yapsın” tehditlerini koyun. Ne yapılmak istendiği de, acelenin sebebi de kendiliğinden ortaya çıkıyor.
BOP’un Türkiye ayağı
Kırmızı oda görüşmesine katılanların kimlikleri ve sonrasındaki gelişmeler dikkate alındığında, bu meselelerin masaya yatırılmış olduğunu söylemek çok da haksızlık olmayacaktır. O görüşmeye katılanlar, Türkiye’de yıkım sürecini yürütenlerdir. Kaldı ki, bu tahminlerimiz meselenin sadece Türkiye boyutudur. Barzani ve Suriye boyutları olduğu, AKP’nin bu konularda da üzerine düşüne fazlasıyla yaptığı, yine biraz ilgi ve dikkati olanların bildiği şeylerdir. İster adına “BOP’un Türkiye ayağı” deyin, isterseniz “Arap baharının Türkiye yansıması” olarak niteleyin, gelişmelerin ortaya koyduğu tablo budur.
Bu noktada akıllara, “AKP’nin hiç mi iradesi yok. Her önüne konulanı kabul etmek zorunda mıdır?” diye bir soru gelebilir. Bunun cevabını bir ünlü AKP’li, “sifonu çekmeyin kullanın” diyerek, çok önceden vermişti. Obama elindeki beyzbol sopasıyla bir defa daha hatırlattı.
ORHAN KARATAŞ/ ORTADOĞU