Dolar 34,5466
Euro 36,0095
Altın 2.987,56
BİST 9.516,15
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 19°C
Yağmurlu
İstanbul
19°C
Yağmurlu
Cts 9°C
Paz 10°C
Pts 9°C
Sal 11°C

HAK DAVANIN IKI MAZLUM ŞEHIDI: SELÇUK DURACIK, HALIL ESENDAĞ

HAK DAVANIN IKI MAZLUM ŞEHIDI: SELÇUK DURACIK, HALIL ESENDAĞ
06/06/2013 13:34
A+
A-

Bugün Türk-İslam Ülkücülerinin hüzünle yâd ettiği, iki yiğit fidan, iki asil dava arkadaşımızın, Selçuk Duracık ve Halil Esendağ’ın idam sehpalarında şehit edilişinin 30. Yıldönümüdür.

 

Onlar Türk_İslam ülküsü yolunda, hayatlarından vazgeçmeyi göze aldılar. Kendisi için değil, ülkü edindikleri için yaşayan iman ve aşk sahibi, nice emsalsiz dava adamlarının yolundan yürüdüler.

Tarihte ancak böylesi yiğitlik, iman ve Allah’a teslimiyetle davaları uğrunda hayatlarını feda eden serdengeçtiler, tıpkı yavrusunu kurtarmak için kendisini alevlerin içine, gözünü kırpmadan atan, bir ana gibi gözü karadırlar.

Bu gözü karalı yiğitler kimi zaman vatan, din, bayrak ve millet aşkına, hürriyet ve istiklal uğruna canlarından vazgeçtiler, kimi zaman mahpus damlarını “Taş Medrese” yaptılar. Kimileri de, idam esnasında; “Allah Allah” diyerek başlarını zahirde ilmiğe, aslında büyük bir teslimiyetle arş uzattılar, arşa yükseldiler.

İşte ülkücü dava şehitlerimiz çağımızda misli görülmeyen kahramanlardı.

Onlar alevlerin içine kendini hiçbir şey düşünmeden atan, arkasında “ne kaldı, kim kaldı, kimi kaldı” diye tereddüt geçirmeden, sadece kurtarmak ve yaşatmak için atlayan bir ananın fedakârlığıyla, memleketi ve milleti halas etmek için hainlerin kurşunlarının önüne severek atladılar.

Öleceklerini, mahpus damlarına tıkılacaklarını, hatta kahpece idam sehpalarına çıkarılacaklarını bilmiyorlar mıydı? Biliyorlardı… Lakin bir ‘yok’ oluşta, bir ‘var’ oluşu, ölümün cenderesinde ölümsüzlüğü gerçekleştirmek gayesindeydiler.

İşte Ülkücü denilen Dava Adamının ömrü; vatan, millet, devlet, bayrak, din, tarih, kültür gibi ne kadar mili ve manevi mukaddesatımız, varsa bu değerler uğrunda, bir ‘rüzgâr gibi’ esti.

Rahmet bulutları gibi, vatanımızın topraklarını aziz kanlarıyla suladılar… Sevgi ve sadakatle nice gönülleri yıkadılar, beyinleri gergef işler gibi işlediler… Yüz binlerce kader arkadaşlarıyla kol kola girip, etten duvar ördüler ve ihanete geçit vermediler.

Evet, zaman çarkı, ömür denilen takvim yaprağını bir bir koparttı ve inandığı ülküler yolunda ölümle peşin anlaşarak yola çıkan ülkücü dava adamlarını da aramızdan aldı ve götürdü. Hem ne götürüş…

Onlar; kimi zaman alçakça kurulmuş pusularda, kimi zaman gecenin karanlığında, kimi zaman okula, fabrikaya, dairesine giderken veya gelirken şerefsizce kurulmuş pusuların alçaklığında can verdiler.

Onlar; Kimi zaman tarlasının yahut işinin başında iken, kimi zaman iki gözden ve fakat yedi-sekiz nüfusun barındığı fakirhanesinde, sırtından kurşunlanarak ruhunu teslim ettiler. Kimileri kaçırıldılar ve işkenceyle öldürüldüler.

Onlar; kimi zaman namussuz, alçak, köpek sürüsü, çakal, domuz soylu Ermeni, Sırp, Rum, Bulgar, Fransız askerlerinin yaptığına benzer işkencelere, polis karakollarında, askeri ceza evlerinde muhatap oldular… Yağlı urgana layık görüldüler.

Evet Onlar; yağlı urganlarda şehit oldular. Her karşılaştıkları zorluk, çile ve ölümler karşısında, çıktıkları idam sehpalarında, yalnızca; Allah dediler.

Onlar; İlay-ı kelimatullah uğrunda, Allah’ın emirlerine uygun olarak, Allah rızası için (fi-sebilillah) yaşadılar ve her daim severek canlarını feda ettiler.

Çünkü Onlar, hayatın anlamını önce; “Yüce Yaratıcıya” karşı, sonra “Türk milletiyle birlikte, tüm insanlığa karşı” sorumlu olmak olarak idrak ettiler. Ve öyle yaşamaya gayret sarf ettiler.

Onlar; tabiatıyla dava adamları olmanın şuurunda, nice meşakkatlere göğüs gerdiler.

Onlar; kendilerini Türk milletine ve onu yaşatan milli ve dini değerlere adamış olmanın idrakinde, dediğimiz gibi, sadece; fi-sebilillah için yaşadılar.

Onlar için; “Toplum içinde, milli ve manevi şahsiyet, ailede ahlak ve saadet, mahkemede adalet, siyasette doğruluk ve nizam, ekonomide adaletli gelir, hilesiz ticaret, toplumda huzur ve barış” gibi fazilet umdeleri vaz geçilmez değerlerdi.

Onlar; yani Ülkücü Şehitlerimiz; bir mefkûre adamı olarak sadece; vicdanın sesine kulak verdiler. Bağımlı ve bağlantılı asla olmadılar

Onlar; doğru bildiği yolda tek başına da kalsalar da yürüdüler. Zorluklardan yılmadılar, kaçmadılar. Onlar; zalime ve hainlere karşı korkusuzca meydan okudular.

Onlar; verdikleri mücadelenin karşılığında dünyevi hiçbir beklenti hesap yapmadılar.

Onlar; milletinin saadeti, geleceği ve bağımsızlığından başka hiçbir şeye talip olmadılar.

Onlar; övgüye ve maddi zevklere değer vermediler.

Onlar; Allah’a ve ahret gününe sonsuz imanın kazandırdığı şevk ve aşkla, ümit ve cesaretle Türk-Cihan Hâkimiyeti mefkûresine kilitlendiler.

Onlar disiplinli ve aksiyoner bir dava adamı olarak biliyorlardı ki; iman sahibi insan cesur ve iyimser, korkak insan karamsar ve meyustur. Bu nedenle asla ümitsiz olmadılar, karamsarlık lügatlerinde yer almadı.

Bunun için Onlar; ümitleri olan önce; Milli Devlet ve Güçlü İktidarın, Sonra, Turan Ülküsünün, ardından Türk-İslam Birliğinin, akabinde de Cihan Ülküsünün gerçekleşeceğinin şuurundaydılar.

Bu yüzden onlar; Lidere Siyasal kimliklerine, Teşkilata ve ideallerine ölümüne bağlıydılar.

Onlar; geride kalan bizlere; Ülkücülüğün satın alınamaz, fiyatı olmayan, değeri paha biçilmez bir mefkûre olduğunu ispat ettiler.

Onlar; Dava adamının, millete ve mukaddeslerine asla ihanet edilemeyeceğini, milletin şeref ve itibarı için gece gündüz çalışılması gerektiğini işaret ettiler.

Onlar tehditler karşısında taviz vermez bir babayiğit, zorluklar ve yokluklar karşısında sabırlı ve dik duruşu olan örnek birer şahsiyetler oldular.

Böylelikle Onlar geride kalan bizlere, dava adamının karamsarlığı değil, umudu işaret ettiler.

Zira sıkıntı, çile dolu zindanların, zifiri karanlığında, işkencelerin dayanılmaz şiddeti içlerine çöktüğünde, cellat ilmiğini boyunlarına geçirdiğinde bile namertlere, işbirlikçi satılmışlara ve de inkârcılara asla teslim olmadılar. Yalnızca, “… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur ve hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (2:216) ayetini hatırlayıp, Hz. İbrahim gibi dua ettiler

Sonsuzluğun derinliğinde var olduğuna şeksiz ve şüphesiz iman ettiğimiz, Kudreti Varlığına şahit, zamandan ve mekândan münezzeh olana, ancak; O’na teslim oldular.

İşte Onlar böyle bir ölümsüz isteğin ve ümidin adı olan ülkücülüğün lezzetini bize tattırdılar.

Ve de Onlar vasiyet ettiler ki bizlere; Asla unutmayınız milletimizin aradığı adres, bugün değilse bile, mutlaka yarın; Milliyetçi Hareket Partisi olacaktır. Çünkü biz bu adresi kanımızla yazdık. Bu dava uğrunda idam sehpalarına çıkarıldık.

Aziz Şehitlerimiz mekânlarınız Cennet, Ruhlarınız şad olsun. Yolunuz yolumuzdur. Dönene ar olsun.

ABBAZ BOZYEL/ ORTADOĞU