E.Semih Yalçın,Demokrasi Torba’yamı Sokuluyor
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gaziantep Milletvekili PROF. DR. E. SEMİH YALÇIN’ın, TBMM GENEL KURULU’nda “SÖZLEŞMELİ ERBAŞ VE ER KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI HAKKINDA” MHP Grubu Adına bir konuşma yaptı.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında MHP Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Demokrasiyi torbaya sokmak için elinden geleni yapan AKP iktidarı, önümüze sürekli olarak gündemin kalabalığına sıkıştırılmış torba yasa tasarıları getirmektedir. Bunlar, genellikle parlamentoda ve kamuoyunda genel mutabakatı gerektiren hususlardır. Hâlbuki hükümet, işine geldiği şekilde hazırladığı tasarıları sahip olduğu çoğunluğu kullanarak komisyonlardan geçirmekte, sonra da Genel Kurula sunmaktadır.
Hükümetin acelesi var gibidir. Ama bu işlerin aceleye getirilmesi bizce sakıncalıdır.
Görüşmekte olduğumuz bu torba yasa tasarısında, üzerinde hassasiyetle durulması ve tartışılması gereken hususlar vardır. Söz konusu olan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İç Hizmet Kanunu’yla belirlenen görevleridir. Bu kanunda öngörülen değişiklikler, ordunun görev alanlarıyla ilgili öteki yasalarda da değişikliğe gidilerek tamamlanmak istenmektedir.
Değerli milletvekilleri,
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 2. maddesi şöyledir:
Askerlik: Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir.
Bu madde hükümetin tasarısında şöyle değiştirilmiştir:
Askerlik; harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir.
Kanunun Umumi Vazifeler başlıklı kısmının 35. Maddesi şöyledir:
Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.
TSK İç Hizmet Kanunu‘nun askerî darbelere “yasal dayanak” olarak gösterilen 35’inci maddesinin şu şekilde değiştirilmesi öngörülmektedir:
“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır.”
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 2. Maddesinde askerliğin tarifi yapılmaktadır. Bu tariften “Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak” ibaresi çıkarılmaktadır. Bu ibare çıkarıldığında askerlik sadece bir harp sanatı olarak değerlendirilmiş olur ki bu fevkalade yanlış bir tariftir. Türk devlet geleneğinde askerliği sadece bir sanat olarak tanımlamak imkânsızdır. 35. Madde ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin vazifesi tarif edilmektedir. Buradan da yine Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan “Türkiye Cumhuriyeti”ni kollamak ve korumak” ibaresi çıkarılmaktadır. İç tehdit görmezden gelinerek bunun yerine yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak tabiri konmaktadır.
Görülmektedir ki AKP, 2. ve 35’nci maddeleri budayarak sözüm ona darbeye hukuki zemin olabilecek mazeretlerin de ortadan kalktığı algısını yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu çaba, samimi değil, maksatlıdır. Asıl hedef başkadır.
Değerli milletvekilleri
Türk siyasi tarihinde askerî cuntalar bazen darbelerle, bazen de muhtıralarla siyasete müdahale etmiştir. Geçmişte vuku bulan bu müdahalelerin hakiki sebebi, vatanı veya rejimi kurtarma niyeti değil, planlayıcı aktörlerin siyasi görüşleri doğrultusunda hükümet ve yönetim değişikliğine gitmektir. Yani darbeler, ideolojik temellidir. Müdahalelerin hepsi de meşru yönetimleri ve seçimle iş başına gelmiş iktidarları hedef almıştır. Üstelik cunta heveslileri, devletin ve sistemin silahlı ya da silahsız gayri meşru güçler veya düşman tarafından ele geçirilmesi söz konusu olmadığı hâlde devreye girmişlerdir. Siyasi krizler ve sosyal olayların, Türkiye’nin geleceğini tehdit edecek şekilde tırmandığı dönemlerde bile sorunların meşru iktidarlar tarafından çözülmesi demokrasinin gereği iken, buna fırsat verilmemiştir. Aksine bunalımı körükleyen ve askerî müdahale beklentisini arttıracak tertip ve tahriklere zemin hazırlanmış, üniformalıların baskıları demokratik sistemi işlemez hâle getirmiştir. Askerler harekete geçerken, yönetim zaaflarının doğurduğu siyasi boşlukları doldurmuşlar, orduya siyasi parti gömleği giydiren bir pozisyon almışlardır. Bunun içindir ki askerlerin sivil yönetimlerin önüne geçmesinde en büyük pay, millî iradeyi temsilde yetersiz kalan, farklı sesleri kucaklamayarak kontrolü kaybeden iktidarlarındır. Ancak parlamenter sistemin kapısına silah zoruyla kilit vurulması, millet iradesinin cebren tahakküm altına alınması, ülkemize hiçbir şey sağlamamıştır.
Müdahaleler yüzünden yaşanan inkıtalar, demokrasimizin gelişmesine sekte vurmakla kalmamış; kalkınma hamlelerini de yavaşlatmış, hattâ geriye götürmüştür. Velhasıl darbe dönemlerinin sosyal, siyasal ve ekonomik faturası bir hayli ağır olmuştur.
Bununla birlikte köprülerin altından çok sular akmış, toplum ve kurumlar geçmişin tecrübelerinden ders almayı bilmiştir. Tam anlamıyla kurumsallaşmamış demokrasisine rağmen Türkiye, ara rejim heveslerinin beslendiği ve kendine hareket alanı bulduğu bir ülke olmaktan çıkmıştır.
Diğer taraftan 35. Maddenin varlığı darbeci komutanların yargılanmasına engel teşkil etmemiştir.12 eylül darbesi’nin yargılanması için hazırlanan iddianamede 35. maddenin darbeye meşruiyet kazandırmayacağı ve hiçbir kanun maddesinin Anayasa’nın üzerinde olamayacağı vurgulanmıştır. Devlet düzeninin temel kurumlarından biri olan parlamentoyu, bütün hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak için 35. maddeyi gerekçe göstermenin, hukuka aykırılığa kılıf bulma gayreti olduğu belirtilmiştir.
35. Maddeyi gerekçe göstererek askeri müdahalede bulunduklarını söyleyen 12 Eylül darbecileri yargılanabildiğine göre, yaptıkları darbenin yasal dayanağı ve geçerliliği yok demektir. Aksi takdirde darbecilerin yasa hükmünü yerine getirdikleri için yargılanmamaları gerekirdi.
Her darbe gayri meşrudur ve yasal dayanaktan yoksundur. O hâlde 35. madde de darbeye mesnet olamaz.
Değerli milletvekilleri, kanunla darbe mi yapılır? Kanunla darbe yapılamayacağı gibi, kanunla darbe de önlenemez. Zaten darbeyi kafasına koyanların hukuka riayet etme gibi kaygıları da yoktur. Darbecilerin herhangi bir kanun maddesine sığınarak davranışlarına meşruiyet kılıfı geçirme niyetleri, siyasi kurnazlıktır.
O bakımdan, hukuk sistemiyle oynayarak, özel yetkili mahkemeler kurarak, darbeci izi sürerek, ara rejim meraklılarının tamamen caydırılması mümkün değildir.
Darbe, bizzat adından anlaşılacağı üzere gayri ahlaki ve gayri meşru bir fiil olup, hukuksuzluğun ve kural tanımazlığın ta kendisidir.
Geçmişte askeri müdahalelerin hepsindeki temel mantık, durumdan vazife çıkarmak üzerinedir. Ayrıca 12 Eylül darbesini yapan cuntadan başka da 35. maddeyi resmen gerekçe gösteren olmamıştır. Bu tasarının gerekçesinde de yer aldığı gibi, önceki müdahalelerle ilgili değerlendirmelerde zımnî atıf vardır. 12 Eylül dışındaki askerî müdahale ve muhtıralarda 35. Maddeye dayanıldığı doğrudan ilan edilmemiştir.
O hâlde esas olan sivil otoritenin, siyaset kurumunun buna mahal vermemesidir. Askerî müdahaleleri önlemenin ve cunta heveslilerinin cüretini kırmanın yolu, orduyu devre dışı bırakmak değil, sivil otoriteyi güçlendirecek mekanizmaları kurmaktır. Daha da önemli olan siyasi ve demokratik kültürün yaygınlaştırılması ve kurumsallaştırılmasıdır.
Yeni tasarı yasalaşırsa, Türk Silahlı Kuvvetleri sadece dış tehdit karşısında devletin güvenliğini sağlamakla mükellef olacağından, iç güvenlik olaylarına müdahale edemeyecektir.
İktidarın orduyu kışlaya hapsetme çabası, devleti ve sistemi dönüştürmek, terör örgütünün taahhütlerini yerine getirebilmek içindir.
AKP iktidarı, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunun 2. ve35. Maddelerinde, ordunun Türk yurdunu, Türk istiklalini ve Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi içinde bilhassa Türk yurdu lafzına kafayı takmıştır. Türk yurdu olmayınca ne Türk istiklali, ne de Türk Cumhuriyeti kalacaktır. Hedef budur. Hükümet, önümüzdeki dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adını “Türkiye Silahlı Kuvvetleri” diye değiştirmek için teşebbüse geçerse şaşılmamalıdır.
Türk varlığını tescil eden her ibare yalnızca anayasadan değil, yasalardan da çıkarılmaya çalışılmaktadır. Çünkü sözde barış ve eylemsizlik sürecinin ikinci aşamasında terör örgütünün isteği bu yöndedir. İktidar bunu gerçekleştirmektedir.
Hükümet parlamentoda harıl harıl bölücü başının taleplerini hayata geçirirken, terör örgütü de boş durmamaktadır. Cizre’de Özerk yapılanmanın provası yapılmıştır. Yeni yasal değişiklik, provanın gerçekleşmesine ve uygulamaya dönüşmesine zemin hazırlayacaktır.
Bölücü çevrelerde Türk adının geçtiği her şeye beslenen düşmanlık, bazı dizilerin yasaklanmasından atasözlerinin kullanılmamasına varıncaya kadar fütursuzca dillendirilmektedir. Bu talepler, ayrışma sürecinin meşum tohumlarının fidan vermeye başladığını göstermektedir.
Ankara ve Diyarbakır’da sözde demokrasi ve barış adı altında düzenlenen ayrılıkçı konferansların sonuç bildirgelerinde açıklanan talepler de aynı istikamettedir. Bu mahfillerin; Türk egemenliğine açıkça tavır koydukları, bunun bir iflah olmaz paranoya hâline geldiği anlaşılmaktadır.
Bu gerçekler karşısında terörle mücadelenin önemli bir unsuru ve caydırıcı gücü olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kışlaya çekilmesi, en çok terör örgütünün işine yarayacaktır. Tasarı, hükümetin darbeleri önleme gerekçesine sığınarak, terör örgütüne teslimiyetini gizlemesinin bir başka yoludur.
Anlaşılmaktadır ki hükümet, adım adım Kandil’in taleplerini yerine getirmektedir. 2. ve 35. maddelerde yapılan değişiklikle, terörle içerideki mücadelede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eli kolu bağlanmış olacaktır. Değişiklikler, kurtarılmış bölgeler oluşturma ve kendi güvenlik teşkilatını kurma hevesine düşen bölücü örgütün işini kolaylaştıracak bir tavizdir.
Oysa Türkiye, bölgesinde çoklu ve çok yönlü tehdit altında bulunan bir ülke konumundadır. Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan ve uluslararası boyutu bulunan terör, hem iç, hem de dış güvenlik sorunudur. Türkiye üzerinde uzak emelleri bulunan bazı ülkelerin de destek verdiği bölücü terör Türkiye’nin hem dış, hem de iç güvenliğini tehdit ederken, orduyu devre dışı bırakmak, vahim hata olur.
Türkiye’nin hayati güvenlik ihtiyaçları; darbeler, terörle mücadele uygulamaları ve geçmişte yapılan hatalar dolayısıyla bir takım çevrelerde ordu üzerinde oluşan antipatiye kurban edilemez.
İç ve dış tehdidin birbirinden ayrılmayacağı gerçeği, genel bir realitedir. Türkiye’nin iç ve dış güvenliği birbirinden ayrı düşünülemez.
Bu konuda Avrupa Birliği normlarına uygunluk gerekçesini öne sürmek yanlış olur. Bazı Batı ülkelerinde ordu aynı zamanda iç güvenlikte de kullanılmaktadır.
Almanya’da geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Federal Anayasa Mahkemesi ordunun görev alanını genişleten bir karar almıştır. Buna göre, Alman ordusu artık olağanüstü durumlarda iç güvenliği sağlamak için de devreye girebilecektir.
AB’nin lokomotif ülkelerinden birinde bu kararın alınmasında, uluslararası terörizmin sadece ülkelerin dış güvenliğini değil, aynı zamanda iç güvenliğini de tehdit etme kapasitesi etken olmuştur.
Batıda silahlı kuvvetleri iç güvenliğin dayanağı olarak gören bir başka ülke de İspanya’dır. En modern anayasa metinlerinden biri kabul edilen İspanyol anayasasına göre ordu, iç güvenliğin temel unsurlarındandır.
Şimdi hükümete soruyoruz. Almanya bile ordusunu iç güvenliğin sigortası görürken, biz niye bir darbe paranoyası yüzünden kendi güvenliğimizi tehlikeye sokuyoruz?
Değerli milletvekilleri,
Anlaşılacağı üzere Türkiye’nin bütünlüğüne yönelmiş terör saldırılarına sınırlarımızın dışında ordunun, içinde de polisin karşı koymasına dönük bir ayrım, son derece mahzurlu ve sakattır.
Eğer iç ve dış tehdit algısını birbirinden ayrı düşünürseniz; iç tehdit için farklı, dış tehdit için farklı personel istihdam etmek zorunda kalırsınız. Bu da boşuna bir yığın insanın görevlendirilmesi demektir.
Güvenlik alanında gerçekçi politikalar üretmek yerine, ideolojik ve profesyonellikten uzak yaklaşımları tercih etmek, millî çıkarlarımıza aykırıdır.
Türkiye gibi bölgesinde önemli sorunlarla karşı karşıya bulunan, uluslararası terörün hedefinde bulunan bir ülkede, ordunun iç güvenlikte olmadığı bir siyasal düzende her yol; bölünmeye, ayrışmaya çıkmaktadır.
Türkiye ulus devlet sürecini tamamlamadığı, etnik farklılıklar ve değişik inançlar ayrılıkçı unsurlar tarafından kaşınmaya müsait sorunlarımız olarak kalmaya devam ettiği sürece, ordunun saf dışı kalabileceği iç güvenlik yapılanması, ülkeyi felakete götürecektir.
Muhterem milletvekilleri,
Hükümetin getirdiği torba tasarıya göre, TSK’nın görev alanı ile ilgili iki yasada daha değişiklik öngörülmektedir.
Buna göre, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nun 32. Maddesinde de değişiklik yapılmıştır. Buna göre maddeye bir 32/A maddesi eklenerek askerî veya özel güvenlik bölgesi ilan etme yetkisi Bakanlar Kuruluna devredilmektedir.
Aynı şekilde İl İdaresi Kanunu‘nun 11. Maddesinde öngörülen değişiklikle, illerde çıkabilecek olaylara karşı müdahalede yetkiler, Bakanlar Kuruluna aktarılmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunuile İl İdaresi Kanunu’nda belirtilen görevleri, yasal dayanağını Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’ndan almaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nda değişiklik öngören yeni düzenleme, ordunun vazifeleriyle ilgili Türk hukukunda zımnen ilga yaratacak ve bir boşluk doğuracaktır.
O takdirde İl İdaresi Kanunu’na göre il sınırları içerisinde güvenliği temin için vali tarafından TSK’nın göreve çağırılması mümkün olmayacaktır. Çünkü tasarı mevcut şekliyle İl İdaresi Kanunu’ndaki hükümleri de ortadan kaldırmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleriİç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesindeki tanım ortadan kalkıp yerini yeni düzenleme aldığında ise valinin askerî birliğini komutanı ile yapacağı herhangi bir protokolün de, askerî birliğin komutanının komuta yetkisinin de yasal dayanağı olmayacaktır.
Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nda terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonların yasal dayanağı olmayacaktır. Yetkilerin devredildiği Bakanlar Kurulu tarafından alınacak kararlar da durumu kurtarmaya yetmeyecektir. Hükümetin terörle içeride mücadele ederken yapılan operasyonlarda orduyu devreye sokması mümkün olmayacaktır.
Terörle mücadele ve iç güvenlik konularında sert tedbirlere başvurmak ve sivil halka sert davranmakla suçlanan ordu etkisizleştirilirken, polise alabildiğine geniş imkân ve yetkiler tanınmaktadır.
Gezi Parkı olayları sırasında polisin göstericilere ve halka yönelik sert tutumu karşısında Sayın Başbakan, “…olaylarda,fedakârlıkla, vatanseverlikle mücadele verdikleri için şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.” demiştir.“Polisimiz destan yazmıştır” gibi cümlelerle Türk polisiyle halkı karşı karşıya getiren; biri dost, diğeri düşmanmış gibi gösteren Başbakan Erdoğan, polise kendi ordusu gibi muamele etmektedir. Kendi vatandaşlarını da başı ezilecek düşman konumuna oturtmaktadır.
Diğer taraftan, iç tehdidin önüne geçilmesi için polis sayısını artırmayı, özel güvenlik sistemini kontrol altına almayı öngören hükümet, emniyet teşkilatında kadrolaşmaktadır.
Emniyet Teşkilatında polis sayısını iki katına çıkarma girişimi, Başbakanın özel ordusunu takviye etmesi olarak algılanmaktadır. Tayyip Erdoğan kendine adeta özel bir ordu kurmaktadır.
Başbakan, öteden beri hevesli olduğu padişahlığa, halkın tepkilerini kolluk kuvvetleriyle bastırarak ulaşmak istemektedir.
Hükümet, polis sayısını askerle eşitleyerek kendisini korumaya alırken, devleti korumasız bırakmaktadır.
Bunun adı ileri demokrasi değil, polis devletidir.
Hükümet, geçmişteki hatalardan dolayı orduyu zapturapt altına alayım derken, yeni bir üniformalı, apoletli ve eli sopalı rejim ihdas etmemelidir. Ordu da, polis de gözbebeğimiz ve varlık sigortamızdır. Lakin ara rejimlerden en çok gadre uğramış bir siyasi parti olarak, asker de olsa, sivil de olsa, demokrasiye üniforma giydirilmesini kabul edemeyiz. Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin bütünlüğü açısından her ikisi de kendi yerlerinde ağır birer taş olan ordumuzun ve polisimizin, fonksiyonlarını çoğulcu demokrasinin çağdaş ölçüleri içerisinde icra etmesini istemektedir.
Bütün bu gerekçelerle MHP grubu olarak tasarının, TSK’nın görevlerinde ve askerliğin tanımında değişiklik öngören maddelerine(16, 17, 18, 25) karşıyız.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum