Bahçeli: Önce bomba patlatıp sonra intikam alacağız sözüyle yeni bir bahane bulma çabası…
Bahçeli: Önce bomba patlatıp sonra intikam alacağız sözüyle yeni bir bahane bulma çabası
MHP Lideri Bahçeli: Kabil emniyetli değilse Ankara güvende olamaz
MHP Lideri Bahçeli “Bizim Afganistan ile ilgili düşüncelerimizi eleştirenlerin duydukları başka bir sestir. Üzerine basa basa diyorum ki, Anadolu’nun savunması, Anadolu’da yapılmaz, bu hattın stratejik noktalarından birisi olan Kabil’e kadar uzanır. Kabil emniyetli değilse Ankara güvende olamaz.” dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli Ankara’da Etimesgut Belediyesi tarafından düzenlenen “Türk Tarih Müzesi ve Parkı”nın açılış töreninde konuştu. Bahçeli, “Bizim Afganistan ile ilgili düşüncelerimizi eleştirenlerin duydukları başka bir sestir. Üzerine basa basa diyorum ki, Anadolu’nun savunması, Anadolu’da yapılmaz, bu hattın stratejik noktalarından birisi olan Kabil’e kadar uzanır. Kabil emniyetli değilse Ankara güvende olamaz. Hızla değişen ve tehdit saçan şartlar karşısında askerimizin tahliyesi doğru bir tercih, yerinde bir karardır. Ancak ihtiyaç hasıl olursa, emperyalizmin terörist taşeronları eliyle önce bomba patlatıp sonra intikam alacağız sözüyle yeni bir bahane bulma çabasının yol açtığı sis bulutu dağılırsa, Türkiye’nin karşılıklı mutabakat çerçevesinde Afganistan’da bulunması tarihin, kültürün ve inancımızın gereğidir” ifadelerinde bulundu.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamaları şu şekilde;
”Ülkemizin doğal felaketlerle mücadele ettiği sıkıntılı bir dönemde, müstesna bir açılış programı vesilesiyle sizlerle buluşmanın bahtiyarlığını yaşıyorum. Bu münasebetle hepinizi muhabbetle selamlıyorum. Etimesgut’ta yaşayan her kardeşime en iyi dileklerimi sunuyorum.
Başkent Ankara’nın parlayan yüzü, yükselen değeri olan Etimesgut’u her ziyaret edişimde daha gelişmiş, daha güzelleşmiş halde görmekten memnuniyet duyuyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı yönetimi altındaki belediyelerin milletine adanmış bir şekilde çalışması hakikaten göz doldurmaktadır. İnsanımız her şeyin en iyisine layıktır.
Yerel yönetimler millete hizmetin ilk halkasıdır. Belediye yönetimlerinin amacı, sadece taş üstüne taş koymak değil, aynı şekilde gönülden gönüle akmak, siyasi ayrım gözetmeksizin her vatandaşımızı samimiyetle kucaklamaktır. Şehrin emini olabilmek için bu şarttır. Sorduğumuz her hatır, tuttuğumuz her el, çaldığımız her kapı, aldığımız her dua, sildiğimiz her gözyaşı, güldürdüğümüz her mahsun yüz, biliniz ki iki dünyamızı da huzura kavuşturacaktır.
Mesele yalnızca az oy aldım, çok oy aldım meselesi; veya şu kadar belediye bizde, bu kadarı onlarda konusu değildir.
Aziz milletimize dürüst ve namuslu hizmet edenlere, nefsini yenip egosunu ayağının altına alanlara, insanımızın omuzlarına basmak yerine kendi omuzlarında yükseltenlere her zaman şükran duyarız, müteşekkir oluruz.
Belediye demek, umudun kapısı, adaletli muamelenin tartısı demektir. Belediye demek, insanımıza safiyetle temas eden müşfik vicdan demektir. Belediye demek, dertlerin devası, kararmış gecenin aydınlığı, kabarmış ihtiyaçların çaresi demektir. Bildiğimiz budur, yaptığımız budur, irademiz budur. Bir belediye yönetiminin başarı düzeyi, en mağdur insanımıza ulaşma, onu dinleyip huzur ve esenliğine kavuşturma maharetiyle ölçülmelidir. Bir belediye yönetiminin başarı duvarı, şehrin merkez çeperinden en dış çemberine, insanlarımızın çehresinden bütün çevreye varıncaya kadar her yeri aynı görüş açısıyla kavrayıp geliştirme arayışıyla örülmelidir. Diyebilirim ki, Etimesgut Belediyesi hak ettiği başarıyı yakalamış, bu ilçemizde mukim vatandaşlarımızın takdir ve tebrikini fazlasıyla kazanmıştır.
Yapımı tamamlanıp sırayı açılışının aldığı “Türk Tarih Müzesi ve Parkı” Etimesgut’a muazzam bir eser olarak kazandırılmış, geçmiş geleceğe halin müşahitliğiyle bağlanmıştır. Böylelikle başarı çıtası daha da yükselmiştir.
30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin 99’uncu yıl dönümünün bir gün öncesinde bir tarih ziyafetinin, bir medeniyet ziyasının takdimi, taltifi, tanıtımı hakikaten övgüye değerdir.
Ergenekon’dan Cumhuriyet’e Türk tarihinin heykel, rölyef, anıt, bilgi panoları ve vesikalarını bir platformda teşhir eden Türk Tarih Müzesi ve Parkı’nın yapımında emeği geçen en başta Belediye Başkanımız Sayın Enver Demirel olmak üzere, sanatçısından mimarına, işçisinden müteahhidine, proje mühendisinden tasarım ustalarına kadar her kardeşime teşekkür ediyorum. Hepsini ayrı ayrı kutluyorum.
Bu açık hava müzesini, gelecek nesillere emanet edilerek, onların tarih şuuruna erişmelerine destek olacak güzide bir yatırım, mümtaz bir eser olarak görüyorum. Üstelik çok da önemli telakki ediyorum. Tarihin derinliklerinden adeta bir define gibi çıkarılıp bugüne taşınan, bizi muhteşem bir maziye bağlayan her tarih ve kültür değeri zenginliğimizdir. Bu zenginliğin parayla mukayesesi, bir fiyat biçilmesi elbette imkânsızdır.
Türk Tarih Müzesi ve Parkı, mekan ve zaman olarak Türk dünyasını kavramıştır. İskit Saka döneminden başlayarak Cumhuriyet’e ulaşan bir tarih sergisi kıvamındadır.
60 bin metrekare alana kurulan kompleks; 7 bin metrekarelik kapalı müze, 200 heykel, 700 metrekarelik panoramik resimler, rölyef, anıt ve vesikalarla süslenmiş, serpilmiş ve sivrilmiştir.
Aslına uygun olarak tasarlanmış bir Kırgız otağını, iki sanat galerisini ve 40 bin kitaplık bir Türkoloji kütüphanesini barındırması ayrıca takdire şayandır. Burada Türk tarihinin bir özeti vardır.
Burada hâkim olan geçmişin anı ve hatıraları, aynı zamanda istikbalin irade ve istikametine uzanan köprübaşlarıdır. Merhum Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi; “Sıçrayıp ufuk değiştirmek bile ancak bir zemine basarak mümkündür. Bu zemin geçmişimizdir, onunla kuracağımız sağlıklı ilişki geleceğimizi belirleyecektir.” Geçmiş geleceğin aynasıdır. Bu aynaya bakan toplumlar orada kendi güç, birikim ve deneyimleri hakkında bilgi sahibi oldukları gibi, dost ve düşmanlarının da özelliklerini tanıyıp öğrendikten sonra, onlara karşı harekat stratejilerini belirlemektedir.
Bu ayna kırılırsa, bu ayna ortadan kaldırılırsa, Allah muhafaza, ne bir geleceğimiz ne de milli gerçeklerimiz ayakta durabilecektir. Büyük milletlerin büyük tarihleri, çağları bir kırbaç gibi kullanan büyük ataları vardır. Türk milleti büyüktür, tarihi de, ecdadı da büyüktür. Bu büyüklük, ahlaktadır, akıldadır, adalettedir, insaniyettedir, hoşgörüdedir, muktedir ve mücadeleci bir ruhtadır. Tarih, insanlara, toplumlara yaşanmış hadiselerden doğru ve isabetli sonuçlar çıkarmaları için yön vermektedir. Ne kadar geriye bakabiliyorsak, hafızamız ne kadar derinlere inebiliyorsa, o kadar uzağı görmemiz mümkündür.
Tarihin dipsiz uçurumu, dününü kaybetmiş, dününden kopmuş toplum ve devletlerle doludur.
Bütün dünler bir bakıma bugünün sahnesini gösteren fenerlerdir. İnsan kök duygusunu dünüyle kazanmaktadır. Köksüzlük onmaz bir musibettir, akıbet de felakettir.
Türkiye’nin ayaklarından çekmeye, önünü kesmeye heves edenlerin ortak sorunu köksüz oluşlarıdır. Tarihini bilmeyenler, tarihine yabancılaşanlar, hatta tarihini inkar edenler tedavisi imkansız köksüzlük hastalığına tutulmuşlardır.
Zaman zaman dedelerini düşmanla bir görenler, ne arıyoruz Suriye’de, ne geziyoruz Libya’da, ne yapıyoruz Afganistan’da sorusunu soranlar yalnızca zillette değil, bununla birlikte ruhen sefalet içindedir. Fırsatını bulsalar, 950 yıl önce Malazgirt’te ne işimiz var diye itiraz edecek kadar soy ve onur problemiyle malul olanların her milli meselede kriz çıkarmaları aslında çetin bir açmazdır. Bunlar o devirde yaşasalardı, girecekleri saf hürmet ve rahmetle andığımız Sultan Alparslan değil, Romen Diyojen olurdu. Malazgirt’te atılan oklar onları hüsranla buluştururdu. Bunların fikri alınsaydı, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmak gereksiz ve maceracı bir girişim diye yorumlanırdı. Hatta o tarihlerde İstanbul’da esaret altında bulunmayı, Anadolu’da bağımsız ve şerefli yaşamaktan çok daha makul ve münasip kabul edecek kadar acizleşirlerdi.
İzmir’in işgaline şahit olsalardı, tepkiye ne gerek var, Yunan munan, kardeş kardeş yaşayalım gitsin diyecek kadar bugünkü gibi küçülürlerdi.
Hatta 26 Ağustos Büyük Taarruz’a, ardından 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne lüzumsuz insan ve silah kaybı diye bakarlar, utanmadan karşı çıkarlardı.
Nitekim Aziz Atatürk, yattığı yerden başını kaldırıp mirasını yağmalayanlara baksa ya bunların iki yakasından tutar ya da CHP’nin kapasına kilidi asardı.
Kökünü kaybeden insanlar varlığını tesadüflerin akışına teslim etmiş demektir. Türk milletinin özgüvenini tanımayanlar, her zorluk karşısında tahliye kapısı arayan kimliksizlerdir. Halbuki biz bu özgüvenle iftihar ediyoruz, itibarımızın ve ifade kudretimizin halaskarı olarak değerlendiriyoruz. Tarihini bilmeyenler tıpkı yatağına kırgın akan ırmaklar gibidir.
Aynısıyla yolunu kaybetmiş, iradesini kaybetmiş, bilincini kaybetmiş, ümidini kaybetmiş, ülkülerini kaybetmiş, ülkesine sırt dönmüş çıkar ve ikbal düşkünlerinden farksızlardır.
Türk milleti, ecdadını tanıdıkça, ecdadını öğrendikçe, daha büyük işler yapmak için kendinden inanç ve güç bulacaktır. Bugün tarihi pamuk ipliğine sarılı toplum veya devletlerin nasıl acıklı hallere düştükleri hepimizin malumu, herkesin bildiği bir gerçektir.
Milli kimliğimizin esasları Türk kültür ve tarih imbiğinde damıtılmıştır. Bu kimlik ve nihayetinde billurlaşan kardeşlik hukuku; biz duygusunu kamçılamış, felaketler karşısında direnç, çileler karşısında siper işlevi görmüştür. Varsayalım içine gireceğimiz tek bir çadır, üstünde yatacağımız tek bir hasır olmasa bile, şayet birliğimiz varsa, kardeşliğimiz canlıysa, dayanışma ruhumuz ve istiklal sevdamız diriyse inanıyorum ki, Milli Mücadele yıllarında ilk direniş müfrezesi nasıl Ödemiş’te kurulduysa, yine aynısı tarih huzurunda gerçekleştirilecektir.
Çanakkale Savaşı esnasında 215 okkalık top mermisini sırtlayan Seyit Onbaşıyla, Kilitbahir’de su yüzeyine çıkan Fransız denizaltısını neferleriyle batıran Müstecip Onbaşı bu milletin evladıdır, imkansızlığın kuşatmasını iman gücüyle yarmışlardır.
26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar’da ilk kez düşman uçağı düşüren Pilot Yüzbaşı Fazıl Bey, Türk milletinin sinesinden doğmuş ve göklere istiklal sancağı çekmiştir.
Silahlarımız patlamasa bile kaderimizin rotasını çizecek süngülerimiz vardır. Süngü yoksa dahi vatanımızın taşları husumetin başını yaracak kırattadır. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü sat 6.30’da başlayıp akşamüstü 17.30’da biten Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin harcı bu milletin bağımsızlığa düşkünlüğü, esarete düşmanlığıdır.
Şu ibret verici tarihi benzerliğe lütfen dikkat ediniz:
Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde esir alınan Yunan Başkomutanı Trikopis’e Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın davranışıyla, bu tarihten 851 yıl önce Malazgirt Meydan Muharebesi’nde esir düşen Diyojen’e Sultan Alparslan’ın davranışı aynıdır ve ikisi de asildir, soyludur, merhametlidir. Çünkü fıtrat aynıdır, kan aynıdır, duruş aynıdır, ikisi de Türkoğlu Türk’ün imrenilecek hasletidir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, zaferden sonra Çal Köyü’ne gelip, kırık bir kağnı üzerine serili haritayı inceleyerek tarihe geçen şu mesajını ve talimatını ilan etmişti:
“Zalim ve gururlu bir düşman ordusunu, akıllara durgunluk verecek kadar kısa sürede, inanılmayacak kadar az zamanda imha ettiniz. Büyük milletimizin fedakârlıklarına layık olduğumuzu kanıtladınız. Sahibimiz olan büyük Türk milleti, geleceğinden emin olmalıdır.
Bütün arkadaşlarımın bunu gözönüne alarak ilerlemesini, herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve hamiyet kaynaklarını yarışırcasına vermeye devam etmesini talep ederim.
Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”
Bütün muhasım çevreler Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nden elde edilen zaferle duracağımızı, kazanılan zaferle yetineceğimizi, bir savunma hattı kuracağımızı düşünürken, hesap hatası yaptılar. O günden bugüne ilerliyoruz ve ilerlemeyi sürdüreceğiz. Ve de asla durmayacağız. Bu emir halen geçerlidir. Zalimler dikkat etsinler, Türkiye aleyhine zulüm planı yapanlar ayaklarını denk alsınlar, Kocatepe’den Dumlupınar’a, oradan da İzmir’e bir kartal pençesi gibi geçip sel gibi akan iradenin Allah Allah sesleri hala tarihin kovuklarında çınlamaktadır.
Bizim Afganistan ile ilgili düşüncelerimizi eleştirenlerin duydukları başka bir sestir.
Üzerine basa basa diyorum ki, Anadolu’nun savunması, Anadolu’da yapılmaz, bu hattın stratejik noktalarından birisi olan Kabil’e kadar uzanır. Kabil emniyetli değilse Ankara güvende olamaz. Hızla değişen ve tehdit saçan şartlar karşısında askerimizin tahliyesi doğru bir tercih, yerinde bir karardır. Ancak ihtiyaç hasıl olursa, emperyalizmin terörist taşeronları eliyle önce bomba patlatıp sonra intikam alacağız sözüyle yeni bir bahane bulma çabasının yol açtığı sis bulutu dağılırsa, Türkiye’nin karşılıklı mutabakat çerçevesinde Afganistan’da bulunması tarihin, kültürün ve inancımızın gereğidir.
Bizim Afganistan konusunda esasa ilişkin görüşümüz değişmemiştir. Bunun yanı sıra, Kabil’de geçtiğimiz günlerde düzenlenen hunhar terör saldırısını lanetliyor, kardeş ülke Afganistan’ın istikrara, güvenliğe, iç barış ve huzur ortamına süratle kavuşmasını diliyorum.
CHP Genel Başkanı aklından çıkarmasın ki, tarih yapan da, yazan da kahramanlardır. Yazan da yapana muhakkak sadık kalmalıdır. Türk milleti kahraman bir millettir. Korkakların zafer hakkı olamaz, korkaklardan muzaffer çıkamaz. Bugün dünyanın şartları değişmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tesis edilen dünya düzeni temelinden sarsılmaktadır.
Bu sarsıntı yeni bir düzenin habercisidir.
Dün geç kaldık, bugün gecikemeyiz, bu düzende etkisiz ve pasif hareket edemeyiz.
Şiddetlenen paylaşım ve bölüşüm mücadelelerinde Türkiye vicdanın sesi, haysiyet ve hakkaniyetin nefesidir. Hiçbir devletin ne yer üstündeki ne de yer altındaki bir zenginliği meselemiz değildir.
Afganistan kaynaklı düzensiz göçü Kabil’de, muhataplarıyla konuşa konuşa, tam bir uzlaşma içinde köklü çözümlerle engellemek asıl öncelik olmalıdır. Kaldı ki, bizim orada din kardeşlerimiz ve soydaşlarımız vardır.
Doğu Türkistan’daki soydaşlarımız ne ise Afganistan’daki kardeşlerimiz de aynısıdır. Bu konu bir milli şuur, bir tarih şuuru konusudur. Merhum Hocamız Prof.Dr.Erol Güngör’den mülhem diyorum ki;
Tarih şuuru, tarihin akışı hakkında belli bir görüş sahibi olmak demektir.
İnsan tarih olaylarını manalı bir bütün içindeki parçalar hâlinde gördüğü anda “tarih şuuru” kazanmış olacaktır. Millî devletler “millî tarih şuuru” üzerinde kurulmuştur. Millî tarih şuuru millete ait tarihin basit vakalar yığınından ibaret değil de bugünkü kaderi çizen manalı bir zincirin halkaları hâlinde anlaşılmasından başka bir şey değildir.
Tarih bir milletin hayatıdır; yani hayat içinde karşılaşılan ve büyük ölçüde başkalarınınkinden farklı olan şartların ve bu şartlara yapılan tepkilerin hikâyesidir; kültür ise bu tepkilerden doğan inanç, norm ve davranış özellikleridir. Bizim siyasetimiz, bizim önerilerimiz tarih ve kültür havzasında olgunlaşmaktadır.
CHP bunu söylemiş, İP şunu söylemiş, bizim için sadece kuru gürültüdür. CHP Genel Başkanı vatanı ve bayrağı kırmızıçizgi olarak gördüğünü açıklamıştır. O zaman vatansızlarla, bayraksızlarla, bölücülerle ne arıyorsun, ne yapıyorsun, neyi amaçlıyorsun diye sormak da en tabii hakkımızdır.
Çizgisi olanın fikri olur, duruşu olur, milli mensubiyeti olur. Bunlardan mahrum bir siyaset anlayışının üzeri de sadece sandıkta millet tarafından çizilir.
Bir yanda salgın, diğer yanda sel ve yangın afetleri kuşkusuz kabus gibi üstümüze çökmüştür.
Allah’ın izniyle bugünleri aşacağız. Birbirimize tutunarak, birbirimize kol kanat gererek huzuru bulacağız. Gerek salgın hastalıktan, gerek sel ve yangın felaketlerinde hayatlarını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Ayrıca yarın karşılayacağımız, 30 Ağustos 1922’de zaferle düğümlediğimiz Başkomutanlık Meydan Zaferi’nin 99’uncu yıl dönümü vesilesiyle şu hatırlatmalarda özellikle bulunmak istiyorum:
Türk milleti varlığına ve kaderine sahip çıkacağını fedakârlıklarla ispatlamıştır. Son yurdumuzun üzerindeki kara bulutlar 99 yıl önce dağıtılmıştır. Çekile çekile bugünkü sınırlarına kadar gerileyen milletimizin kaybetmeye, yıkılmaya, yok olmaya tahammülünün olmayacağı açıkça anlaşılmış ve teyit edilmiştir. Türk milleti 30 Ağustos’ta geleceğini kurtarmış, son yurdunda payidar olarak kalacağını haykırmış ve garantiye almıştır.
Nitekim Çanakkale’den Dumlupınar’a kadar oluk oluk akan şehit kanları, katlanılan zahmetler, ödenen bedeller Türk vatanının etrafını manevi surlarla çevirmiştir.
Tam bir inanmışlıkla ifade etmek isterim ki, şehitlerimizin aziz ruhları Türkiye Cumhuriyeti’nin ebediyete kadar muhafızı, ecdadımızın hayır duası ise hepimizin yolunu aydınlatan ve gücümüze güç katan manevi destektir. Zaferlerimizden rahatsız olanlar, birliğimizden ve beraberliğimizden ürperenler ve ürkenler unutmasınlar ki, 30 Ağustos şuuru aynısıyla varlığını sürdürmektedir.
Milletimizin Başkomutanlık Meydan Muharebesi Zaferi’nin 99. Yıl dönümünü kutluyor; başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün milli mücadele kahramanlarını, aziz şehitlerimizi rahmet ve minnet hislerimle anıyorum. Cenab-ı Allah hepsinden razı olsun diyorum. Sözlerime son verirken, Türk Tarih Müzesi ve Parkı’nın hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor, sizleri hürmetle selamlıyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.”
Türkgün