ARINÇ TÜM GEMİLERİ YAKTI! AKP BEN DİYENLERİN PARTİSİ…
ERDOĞAN’I BİR YARI TANRI HALİNE GETİRMEK ZORUNDA DEĞİLİZ… AKP BEN DİYENLERİN PARTİSİ OLDU…
Arınç, “Koalisyonun kurulamamasında sorumlu kim” sorusuna ise “Onu söyleyemem. Söylersem başka yerlere gider” şeklinde yanıt verdi.
ARINÇ TÜM GEMİLERİ YAKTI
Bugün gerçekleşen AKP Kongresinde görev almayacak olan Bülent Arınç, “Türkiye zorunlu olarak apar topar seçime gidiyor. Sorumluluk almak isteyen, dönüşen bir CHP ile hükümet kurabilirdik” ifadelerini kullandı. Arınç, “Benim tercihim seçim değil koalisyonun kurulmasıydı” dedi. AKP’nin bugünkü durumunu eleştiren Arınç, AKP’nin önceden biz diyenlerin partisi olduğunu ancak şimdi “ben” partisi olduğunu söyledi. Arınç, “Bu gece seninle huylananlar işkillenenler olabilir ama bu programı daha önceden programlamıştık” demesi ise dikkat çekti. Arınç açıklamalarının devamında da Erdoğan’ın lider vasıflarının olduğunu ancak zaaflarının da olduğunu söylerken, “Karşımızdaki insanı bir yarı tanrı haline getirmek zorunda değiliz” diye konuştu.
“ABDULLAH GÜL DE BEN DE DOLGU MALZEMESİ DEĞİLİZ”
Abdullah Gül’ün AK Parti’nin kuruluş yıldönümü etkinliklerine çağırılmaması ve Kongre’ye çağrılmasına karşılık katılmayacağını açıklaması yönündeki iki tavrın sorulması üzerine Bülent Arınç, “Bu iki tavrı da saygıyla ve anlayışla karşılıyorum. Bu yaptığı doğrudur. Şunu düşünmemiz lazım, geçen sene 10 Ağustos’ta sayın Cumhurbaşkanımız seçildi. 28 Ağustos’ta da görevi devraldı. Sayın Gül İstanbul’a gitti. Partiyle ilgili herhangi bir görev kendisine tebliğ edilmedi. Ama o da benim gibi, ‘ben AK Partili’yim,, AK Parti’nin hizmetindeyim, koşarım, gelirim’ dedi.
Arınç, aktif siyaseti bırakmasının nedenini, “Partilerin yenilenmeye ihtiyacı var. Ben kadere inanırım, bu iş bitti” sözleriyle açıklayan Arınç, “AK Parti’nin kuruluşunda ‘biz’dik, şimdi ‘ben’ olduk” dedi. Arınç, “Koalisyonun kurulamamasında sorumlu kim” sorusuna ise “Onu söyleyemem. Söylersem başka yerlere gider” şeklinde yanıt verdi.
AK Parti 5. Olağan Büyük Kongresi, bugün Ankara Spor Salonu’nda gerçekleştirilecek. Kongre öncesinde Habertürk TV’de Veyis Ateşin konuğu, Ak Parti kurucularından ve Meclis Başkanlığı, Başbakan Yardımcılığı, MKYK üyeliği gibi görevlerde bulunan Bülent Arınç kongre öncesinde AK Parti kariyeri ve AK Parti’nin geleceği hakkında sorulan sorulara Habertürk ekranlarında yanıtladı.
NEDEN ADAY OLMADI?
Arınç, AK Parti kongresinde tekrar aday olmamasının nedenini şu ifadelerle açıkladı:
Siyasette hangi kademeler varsa; parlamento içinde ve dışında bu görevlerde bulundum. 3 dönem meselesi ben meclis başkanıyken bir tüzük değişikliğiyle gerçekleşti. Etik olarak ve prensip olarak bunun doğru olduğuna inandım. Çünkü siyasetin dip yaptığı bir dönemde biz partimizi kurduk. Fakat ben 2011 seçimlerinde, 2015’i beklemeden dahi “Artık benim son dönemim, tekrar adaylığımı koymayacağım” demiştim. O zaman 3 dönem yasağı vardı ve bunu Cemil Çiçek’in tabiriyle “bir ayıpsız ayrılığa” benzetmiştik dedi. Ama partiler açısından bakarsanız böyle bir sınırlamanın da pek bir dayanağı yok. Etik bir yeri var. Ama bu parti kendi içerisinde kendisini yenilesin düşüncesiyle baktığınızda, bunu kendi içerisinde yapmak yerine bir sınırlama koymanın doğru olmadığı yönünde arkadaşlarımızın bir düşüncesi var. Ne kadar haklı olursanız olun, verdiğim sözü ttutmam gerekir, ben böyle bir insanım.
Şimdi 3 dönem yasağı kalkıyor. Çok garip dir dönemdeyiz. 3 aylık milletvekili arkadaşlarımız var; 3. dönemini bu vesileyle doldurmuş durumdalar. 1 dönem geçtiği için 3 dönemliklerin yasağı kalkmış oldu. İlginç ama biraz da gülünç bir tablo ortaya çıktı. Yarınki büyük kongrede bir tüzük tadilatıyla bu olması gereken noktaya getirilecek.
“PARTİNİN YENİLENMESİ LAZIM”
Aktif siyasete ara vereceğim. Ama siyaset bizim yaşam tarzımızdır, yine görüşlerimi ifade edeceğim.
3 dönem kuralının faydalı olduğunu göstermem için bunu uygulamam lazım. Partilerin yenilenmeye ihtiayacı var. İnsanlar şöyele düşünürler: Adam bir yere oturdu kalkmıyor, kalksa da sıra bize de gelse. Bunu yüzüme karşı söylemese bile bunu içinden geçirdiğini görebiliyorum. Mesela Bursa için söylüyorum, Manisa için söylüyorum. O kadar genç kabiliyetler var ki, ben onların her biri için yerimi verebilirim. Ama ben ve benim gibiler, artık bir kenara çekilip bu fırsatı vermezlerse doğru olmaz. Birçok görev yaptık. Ama görevlerden sadece Bülent Arınç olarak kalmak istiyoruz. Yani başbakan yardımcısı denmesi, meclis başkanı denmesi, bana değer katmıyor. Çünkü insanlar, makamlarına değer katabilirler yaptıklarıyla, ama makamlarından değer almamalılar. Bütün sıfatlarımdan arınmış olarak belki bir marka değeri olark “Bülent Arınç ne demiş, ne konuşmuş, ne yapmış” diyebilirler.
“TROLLER VE BAZI GAZETELERDE KÜMELENMİŞ HAYSİYET CELLATLARI…”
Evet, bunların dışında aday olmamamın başka sebepleri de olabilir ama bu sebepleri konuşmanın, toplumda farklı bir şekilde anlaşılmasının bir anlamı yok.
Siyasette herkes birbirinin ayağına basmak ister; herkes sözlerden farklı anlamlar çıkarabilir. Herkes “senin hedefin belki de budur” diyebilir. Özellikle bu fitne günümüzde çok fazla kaynıyor. Trollerden bahsedebilirim size, bazı gazetelerde kümelenenmiş haysiyet cellatlarından bahsedebilirim. Birileriyle başka birilerinin aralarını açmak için her gün dedikodu üreten, her gün yalan haber üretenlerden bahsedebilirim. Eğer bu fitneler benim partime, liderime zarar verecek bir noktaya gelmişse bizim yapacağımız, Erbakan’ın bize öğrettiği kadarıyla, mücadele etmek ve kavga etmek değil, bir kenara çekilmektir. Gerekçemin bir tanesi de budur. Ama bu nedendir, nerde ne konuşulmuştur, bunların hiçbirisine gerek yok. Fitne belki biter, yanılmış olanlar yanıldıklarını anlarlar, bizim veya bir başkalarının farklı amaçlarla bir şey yaptığı vehminden kurtulurlar. Susmamız, bir kenara çekilmemiz ve çok dua etmemiz lazım.
AK Parti’nin kuruluşunda Tayyip Bey’le, Abdullah Bey’le belki Abdüllatif Bey’le birlikte çalıştık. Pekçok arkadaşımızla İstanbul’da, Ankara’da, Düzce’de, Kocaeli’de çok toplantılar yaptık. Onları Tayyip Bey hatıralarını yazarsa heralde çok güzel yazacaktır. Birlikteydik, kol kolaydık ve çok ümit içindeydik. Zulüm görüyorduk, haksızlık vardı, mağduriyet vardı. Gerici, yobaz, mülteci olarak görülüyorduk. Eşlerimizin başlarındaki örtüler sebebiyle mahkum edilmiştik. Hep partilerimiz kapatılmıştı ama biz var olmak istiyorduk.
“O ZAMAN ‘BİZ’DİK, ŞİMDİ ÜZÜLÜYORUM ‘BEN’E DÖNDÜ”
Çok acı bir olay; aday listeleri belli oldu, İstanbul Birinci sıra birinci bölge galiba, Recep Tayyip Erdoğan yazıyor. Yargıtay kendi kararlarını çiğneyerek Tayyip Bey’in kurucu olamayacağını, kurucu olamayınca milletvekili sıfatını da kazanamayacağını söyleyerek milletvekilliği adaylığını iptal etti. O gün dünya başımıza yıkıldı bizim. Ogünlerde en çok ekranları kullanan birisiyim. Katıldığım bir mülakatta sordular “Tayyip Bey milletvekili olamayacak, milletin karşısına kiminle çıkacaksınız?” Buna cevap vermek zor iş, zaten içim yanıyor. Alacağı cevaptan da çok eminler. Ben de yaradana sığınarak dedim ki “ben size 10 tane başbakan adayı sunarım.” Allah’tan ki ağzımdan ilk defa Abdullah Gül’ün ismi çıkmış. Biz böyleydik. O zaman “biz”dik, şimdi üzülüyorum ki “ben”e döndü. “Biz hepimiz birlikte Türkiye’yiz” diyoruz ya; şimdi “biz” ruhunun neye dönüştüğünü her AK Partlinin her vicdan sahibinin biraz görmesi lazım. Ama AK Parti milletin kabul olunmuş duasıdır. İnşallah bu seçimlerde de çok başarılı olur. Bizim bu davanın içerisinde mutlaka olmamız gerektiğini söyleyen milletin vicdanıdır. Bu tekerler bu tümseği aşar. Bu soruya belki başkalarının cevap vermesi gerek.
“2019’DA ‘SANA İHTİYAÇ VAR’ DERLERSE BAKARIZ”
Genel Başkan bize ne görev veriyorsa, kendilerine de söylediğim için, Allah razı olsun, her zaman göreve hazır olacağız. Ben bunu (tekrar aday olmayacağımı) söyledim ama Sayın Başbakanla konuşmadım demiştim. O beni davet etti, “Böyle söylüyorsunuz, kararınız nedir ” dedi. Ben gerekçelerimle birlikte anlattım. Sağ olsun o benim yine milletvekili olmamı ve MKYK’da yer almamı istedi. Ben tekrar gerekçelerimi sıraladım ve “Bana müsaade edin, beni üzmeyin, bu kararıma saygı duyun” dedim. Ayrılırken de “18’ine kadar zaman var. Sizden olumlu haber bekliyorum” dedi. Daha sonraki bir görüşmemizde tekrar oturduk, sağolsun, “Haklısınız, hayırlı olsun, biz sizden her zaman istifade edeceğiz” dedi. Bana bu fırsatı tanıdı, Sayın Davutoğlu’na da çok teşekkür ediyorum.
Bu iş bitti, kapandı, hayırlısıyla. Bunlar hayır olacaktır, ben buna inanıyorum.
2019’da gayet tabii. 3 dönem şartı da öyleydi. Biz de öyle yapıyoruz, bu dönem yokuz diyoruz.
Ben 5 yıl meclis başkanlığı yaptım. Öbür tarafta da dünyada da başbakan yardımcılığı fasalya. Kendime bir söz vermiştim; davam adına etmediğim tek bir söz, yapmadığı tek bir iş kalmayacak. Neye mal olursa olsun. Ben Meclis’in itibar kazanması, laikliğin hakkıyla anlaşılması gibi çok şey yaptım. Ama 2007 seçimleri geldi, biz üçümüz biraraya geldik (Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç). Abdullah Bey’i yeniden aday göstereceğiz ki seçilebilsin, benim dönemimde seçilemedi. Hükümeti biz kuracağız yüzde 47 almışız. Meclis başkanlığı konuşulacaktı,ben kendimi hazırladım. 5 sene zor ve yorucu geçti. Ve birileri şunu söylemeye başladılar. Şimdi 2007 oldu. “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olursa eşinin başı örtülü. Başbakan Tayyip Bey olacak, eşinin başı örtülü. Bülent Arınç’ın da eşinin başı örtülü, bu iş olmaz, buna tahammül edemeyiz, bunun gereği yapılmalı” diyenlerin sayısı çoğalmaya başladı. Üçümüz konuşuyoruz. Söze ben başladım. Dedim ki, “Ben bu dönem olmayacağım müsaade ederseniz”. Neden? “Sebebi bu”. Hepsi teşekkür etti. Yani Türkiye’yi rahatlatmak, partimizi rahatlatmak, yapacağımı yaptım. 5 sene daha yapsam aynı şeyi yapacağım. Ama siyasette olması gerekenleri birisinin düşünmesi lazım. Ben şimdi siyasette olması gerekeni yapıyorum. Buna ben kendim inanmışım vicdanen. Beni seven, bana güvenen insanlar müsterih olsunlar. 2019’da bilelim ki cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilenecek. Eğer 2019’a kadar gidersek. Şartları şu an o kadar geniş ve kesin de görmüyorum. Belediye başkanlıkları seçimleri yapılacak, genel başkanlık seçimleri yapılacak. O zaman partimden bana “bu kadar aradan sonra sana ihtiyaç var” denilirse ve ben de buna yürekten inanırsam gerekeni yaparım. Yoksa ben dışarıda kalmaya hazırım.
“AK PARTİLİLER, MİLLETVEKİLİNE ‘BİZİ KANDIRMAYIN, BİZ HER ŞEYİ GÖRÜYORUZ’ DEDİ”
(Veyis Ateş’in “Bu ihtiyaç milletvekilliği, başbakanlık, bakanlık şeklinde olabilir mi” sorusu üzerine) Herhangi bir şekilde çıkabilir. Onu o zamanki genel başkanımız takdir eder. Der ki, “Size şurada görev var”, biz de bakarız.
Çünkü biz bu davada telefon başında santral gibi çalıştık, tuvaletleri temizledik, biz çok zor günlerden geldik.
Türkiye çok dinamik bir sürece girdi. Dinamik kavramını olumlu anlamında kullanıyorum. Çünkü biz 13 sene tek başımıza iktidardaydık. Şimdi koalisyonlar dönemi çıktı. Ben hep hükümet kurulmasından yana oldum. Seçim benim birinci tercihim değil. Sayın Davutoğlu da arkadaşları da bilir. Söylenmesi gereken her yerde “Bizim hükümet kurmamız gerekiyor, Türkiye’nin şartları bize bunu emrediyor” dedim. Gayet tabii koalisyonu kastediyorum. Başbakan da bu işi çok güzel götürdü Allah için.
Kocaeli’nden geldi bir milletvekili arkadaşımız. Köylere çıkmaya başladı. AK Partililerin olduğu bir yerde, “Niye hükümet kurmadınız” diye sordular. Milletvekili arkadaşımız da demiş ki, “Görmediniz mi, şu kadar uğraştık, ona gittik, buna gittik, bizimle hükümet kurmadılar”. AK Partili’nin verdiği cevap şu; “Bizi aldatmayın, biz her şeyi görüyoruz. 4 günde kırlangıç bile yuvasını yapar. Siz 40 günde bir hükümet kuramadınız” demiş. İnsanların ilminden ziyade irfanına bakmak lazım. Biz hükümet kurabilir miydik= Kurabilirdik. Şimdi yuvarlana yuvarlana seçime gidiyoruz. Ben 74 koalisyonunu bilirim. CHP ile MSP koalisyon kurdu. Hepimizin gözleri faltaşı gibi oldu, ağzımız açık kaldı: Erbakan Hoca ne yapıyor? Sonuçlarını da biliriz. 91’de Demirel, SHP ile hükümet kurdu. SHP’nin içerisinde HEP var. Gözlerimiz faltaşı gibi açıldı. Bizi içi kırmızı, dışı yeşil olmakla suçlayan Demirel nasıl oldu da gitti SHP ile hükümet kurdu.
91’de biz MÇP ve İDP ile bir koalisyon kurduk ve seçime birlikte gittik. Erbakan Hoca bizi davet etti. İki gün boyunca biz böyle bir ittifak yapmalı mıyız diye tartıştık. Benim adetim değildir, Tayyip Bey’in adetidir, her yerde notlarını alır. Ama o gün için notlarımı almışım. Hala saklarım. Fehim Adak Bey ne dedi, Şevket Bey ne dedi, Oğuzhan Bey ne dedi… İki günün sonunda 10 kişi konuştuysa 9’u, “Biz böyle bir ittifak kuramayız” dedi. Bizim bir misyonumuz var, bu misyon MHP ile ittifakı kaldırmaz. Çizgimizi bozmayalım. Çıkan karar, ittifak yok.
“CHP İLE BİR KOALİSYON KURULABİLİRDİ”
Manisa’ya döndüm, tek başımıza seçime hazırlanıyoruz dedim. İki gün sonra Ankara’dan haber. İttifak yapıyoruz, listeleri buna göre yapıyoruz. Sebebini öğrenemedik. Sonra sebebini öğrendik, Erbakan Hoca haklıydı. Biz barajı aşacak noktaya gelmiştik, ama bir ihtimal vardı. Bizim mutlaka meclise girmemiz gerekiyordu ve bunu temin etmek için bu ittifaka mutlaka ihtiyacımız vardı. 62 milletvekili çıkardık. 19’unu merhum Türkeş MHP’ye götürdü. 3’ünü Aykut Edibali İDP’ye götürdü. Biz 40’la kaldık. O 40 bize 4 sene sonra birinci parti olma imkanını getirdi. İleriyi görmek lazım. CHP ile bir hükümet kurulabilir mi diye bana sorulduğunda “Evet, kurulabilir” dedim. Ve bunun şartlarını da söyledim. Benim de bu kadar tecrübem varsa, özellikle böyle bir CHP’nin, dönüşüm içerisindeki ve sorumluluk almak isteyen bir CHP’nin. Ama olmaldı. CHP hatalıdır diyebilirsiniz, MHP hatalıdır diyebilirsiniz, bize verebilirsiniz, ama ben sonuca bakıyorum. Önce CHP’yle tercih ederdim.
(“Sizce AK Parti mi, CHP mi, MHP mi, sorumlu kim” sorusu üzerine) ona girmem, konu başka yerlere gider tartışmak istemiyorum.
Ama bir başbakan yardımcısı olmayan, milletvekili olmayan, MKYK üyesi olmayan bir Bülent Arınç olarak sözlerimiz çok daha rahat dinlenir, rahat anlaşılır diye de ümet ediyorum.
“BİNALİ BEY’LE İLGİLİ ADAYLIK İDDİASI AKLA ZARAR…”
(“13 yılın sonunda ilk defa tek başına iktidar olamayan bir AK Parti ve yine 13 yılın sonunda yine ilk defa iki listeyle Kongre’ye gitme ihtimali konuşulan bir AK Parti- Gerçi anladık ki yarın Davutoğlu tek listeyle gidecek- bunu neye bağlıyorsunuz” sorusu üzerine)
Bu sabahtan itibaren tek listeyle gidilecektir. Zaten öyle olması gerekliydi. Seçime giden bir partide bir takım insanların birtakım gayretkeşlikler içerisinde olması kesinlikle doğru değildir.
Mevcut durum nedeniyle bir görsel şölen de yapamayacağız. Hatta ben “Kongre’yi de seçimden sonra yapsak” dediğimde Sayın Genel Başkan, “Önce yaparsak mesaj veririz, seçim startı yapmış oluruz, kısmen bir yenilenme olur. Bu partimize olan teveccühü çok daha artırabilir” dedi. Amenna, çok doğru şeyler. Ama şehit cenazeleri arka arkaya gelmeye başladığında bizim bildiğimiz kongreler olmayacak.
Dün sabah saatlerinden itibaren bir söylenti oldu, arkadaşlar bana telfon etmeye başladılar. Ben ihtimal vermedim doğrusu. İsmi geçen arkadaşımız buna ihtiyacı olacak bir arkadaşımız değil. Hele hele Cumhurbaşkanımızın ismini geçirmeleri de çok doğru değil. Sayın Cumhurbaşkanımızın başka işi kalmadı da, partinin kongresinde “bu mu olacak, şu mu olacak” diye düşünsün. Bizzat kendisinin seçerek getirdiği bir başbakana karşı bir yıl sonra bir başkasının adaylığını destekleyecek olması akla zarar bir şey. Bunu ben şahsen düşünemedim. MKYK üyeliği düşünülüyorsa, Binali Bey çok başarılı bir arkadaşımız. Yıllarca bakanlık yapmış, Türkiye’nin kalkınmasında, en büyük projelerin yapılmasında emeği geçmiş. Buna da kimsenin “hayır” demesi mümkün değil. Ama hamdolsun, sonra böyle bir şeyin olmadığı söylendi. Şunu bekledim, “İsmi geçen arkadaşımızın bir açıklama yapması, bu kesinlikle doğru değildir demesi”. Belki ciddi bulmadığı için yapmamıştır. Ama bu hoş bir şey değil. Türkiye yangın içerisinde, seçime gidiyoruz, Parti içerisindeki birliği bütün dünyaya göstermemiz lazım, MKYK listesi yenilenecek. Akşamdan sabaha birilerinin gayret içerisinde olmasını siyaset adabımla, edebimle bağdaştıramadım. Çok şükür yanlıştan çok çabuk dönüldü.
(“AK Parti’de ilk defa bir klikleşme konuşuluyor. Erdoğancılar, Davutoğlucular, Gülcüler gibi” sorusu üzerine)
Bunları birileri maksatlı söylüyordur. Bunun zemin bulması mümkün değil. Kötü insanların, belki bu fitne insanların, parti içerisinden zayıflatmak isteyenler parti kurulduğundan beri oldu. Bu bize yakışmaz ve tutmaz. Biz bir kitle partisiyiz. Anavatan Partisi’nde, Doğru Yol Partisi’nde ne olduysa bizde de küçük ölçekte büyük ölçekte olacaktır. Biz Anavatan Partisi akıbetini hiçbir zaman düşünmeyiz. Çünkü Anavatan Partisi’nin yapısı ev yaptıklarıyla, Sayın Özal sonrasındaki lider kadrosuyla ANAP zaten kapanmayı hak etmişti. Genel başkan bulamaz hale geldiler.
“BAKANLIĞIM DÖNEMİNDE TAYYİP BEY’LE TARTIŞTIĞIMIZI BİLİRİM, SONUÇTA HEPİMİZ İNSANIZ”
(“Sayın Cumhurbaşkanı ile Sayın Başbakan arasında bir problem var mı, olması doğal mıdır, yoksa bunlar birer dedikodudan mı ibarettir” sorusu üzerine)
Zor sorular soruyorsu ama benden cevap alacağını bildiğin için. Bu gece seninle program yapmamdan işkillenenler de olabilir. Aslında bu programa çok önceden karar vermiştik. Bu Cumhurbaşkanımız bizim ilk kurucumuz. Belediye başkanlığında başarılı olmuş, siyasette çok başarılı olmuş, liderlik yeteneklerine çok sahip bir insan, liderler kolay yetişmiyor. Lider olmak kolay değil. Tayyip Bey’de bunların hepsi var. Bugüne kadarki başarısının temelinde, çocuklar, anneler, yetimler, öksüzler, milletin mağdurları, mazlumları onu çok seviyorsa, onda bir liderlik kumaşı var. Bu kıskanılacak değil övünülecek bir şey. Ama şunu herkesin düşünmesi lazım. Geçenlerde bir vesileyle bunları arkadaşlarıma da söyledim. Lider olarak bir insanın çok büyük meziyetleri olabilir, sabır gösterebilir, hiç dinmek bilmeden çalışabilir, ileriyi planlayabilir, risk alabilir, kahramanlık yapabilir. Ama unutmayalım ki o da bir insan. Beşer olarak da zaafları olabilir. Yani karşımızdaki insanı bir yarı tanrı haline getirmek doğru değil.
Bunu şunun için söylüyorum. Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde danışmanlığını yapan birisi bir kitap yazdı. Aslında herkesin bildiği şeyleri yazdı ama o bile ilgi çekti. Onu okuyarak bana gelen insanlara ben bunları anlattım. Biz insanız, yemek yeriz, ihtiyacımızı gideririz, evleniriz, çocuklarımız olur, ağlarız. güleriz, ihtiraslarımız olur, para kazanma sevgimiz olur, bazen şuna veya buna daha çok meyledebiliriz. Bunlar insani vasıflar. Birilerinin Atatürk’te aradığı gibi “hiçbir kusuru yoktu, güneş gibiydi, aslandı, kahramandı, yiğitti, onun bir kusuru olduğunu söyleyen haindir” deme noktasına gelemezsiniz. Kaprisleri herkesin olacaktır. Saygısızlık gösterecektir bazen. Bazen vefadan çok uzak hareketler yapacaktır. İnsanız.
Şu gayrimenkulü al, bu 5 yıl sonra daha değerlenecek dendiğinde elimizdeki 3 kuruşu oraya yatırıyoruz. Bunlar bir eksiklik değil ki. İnsani hareketlerimizi terk edemeyiz. Dolayısıyla lidere liderlik hüvyeti ile bakmak, eksik kusur var mı diye bakmak lazım. Benim beşer olarak 100 tane zaafım vardır, Sayın Erdoğan’ın beşer olarak 10 tane zaafı vardır. Sayın Gül’ün 20 tane vardır. Sizin 500 tan vardır, öbürünün 300 tane vardır. Bundan dolayı bir insanı yok farz etmenin, hatta yok etmeye çalışmanın ben şahsen doğru olmadığını düşünüyorum. Bugüne kadar yetişmiş bütün arkadaşlarımızla bir kardeşlik hukuku içerisinde olduk. Biz üçümüz mesela, ben prensip edinmiştim, “Birimizin evet dediğine, hiçbirimiz hayır demeyecek”. Birisi hayır demişse biz de evet demeyeceğiz. Ama bu hukuku muhafaza etmek lazım. Bu hukuku muhafaza etmek bazen elde kor ateş tutmaya benziyor.
(“Bu hukuk ne zaman dağıldı” sorusu üzerine)
Dağılmadı, azaldı, eksildi, veya başkalaşıma uğradı. Birilerini itham etmek için söylemiyorum, ama bu görünüm bugün eksilmişse, “ya siz olmadan bu parti olmaz” diyenlere, “Olur, kader bu noktaya getirmiştir” deriz. Yani ben bütün gönlümle inanıyorum ki Recep Tayyip Erdoğan bizim kaderimizdir. Kadere kızılmaz. Kendisi de bunu çok iyi bilir. “Kadere itiraz etmem ben” demiştir. Hatırlatayım. 191 seçimlerinde milletvekili oldu, mazbatasını aldı, arkadan Mustafa Baş, tercih oylarıyla geldi. Biz de şaşırdık. Dediler ki, “itiraz edin, şu olmuştur. Bu olmuştur”. Bir iki itiraz yapıldı. Ama olmadı. Sonunda “Şöyle bir itiraz yaprsanız bu iş tamam” dediler. Benim Tayyip Bey’e hayranlığım oradan geliyor, “Ben kadere saygı gösteririm, itiraz etmem” dedi.
Ben de kadere rıza gösteriyorum. Ama bakın o zaman ne oldu? Eğer o son itirazı yapmış olsaydık, milletvekili olsaydı. Bizim gibi milletvekili olacaktı. En fazla bir bakan olacaktı. Sonra da yasaklı olacaktı. Partiler kapatıldı. Biz kendimizi zor kurtardık. Ama Allah ona başka bir yol açtı. Milletvekilliğini kapattı, 1994’te belediye başkanı oldu. Cezaevine gitti, “Bu iş bitti, Muhtar bile olamaz” diyenlere şimdi Cumhurbaşkanı oldu.
Sorduğunuz soruya gelince. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir kriz yok. Ama herkesle herkes arasında tartışma çıkabilir. ben de bakan olarak Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı zamanında çok tartıştığımı biliyorum. Onun çok kızdığını biliyorum. Bunları biz kendi aramızda görüştük. Kırıldığımız da oldu. Onun da oldu benim de çok kırıldığım oldu. Ama bunlar olacak şeyler, biz nihayet insanız.
“ABDULLAH GÜL DE BEN DE DOLGU MALZEMESİ DEĞİLİZ”
Abdullah Gül’ün AK Parti’nin kuruluş yıldönümü etkinliklerine çağırılmaması ve Kongre’ye çağrılmasına karşılık katılmayacağını açıklaması yönündeki iki tavrın sorulması üzerine Bülent Arınç, “Bu iki tavrı da saygıyla ve anlayışla karşılıyorum. Bu yaptığı doğrudur. Şunu düşünmemiz lazım, geçen sene 10 Ağustos’ta sayın Cumhurbaşkanımız seçildi. 28 Ağustos’ta da görevi devraldı. Sayın Gül İstanbul’a gitti. Partiyle ilgili herhangi bir görev kendisine tebliğ edilmedi. Ama o da benim gibi, ‘ben AK Partili’yim,, AK Parti’nin hizmetindeyim, koşarım, gelirim’ dedi.
Necip Fazıl’ın güzel şiirleri vardır: Hasretle beklenen gelir mutlaka; Sultan fikir, sanlı otağa gelir. Siz herhangi birisi gibi görev veremezsiniz, bir miting malzemesi yapamazsınız. ‘İstanbul’un kurtuluşuna gel, sen de orada bulun.’ Biz dolgu malzemesi değiliz. Tam içinde olmadığımız bir şeyi, şu bardak gibi bir dekor gibi bakanlar olursa, biz buna kızarız, üzülürüz. Bizim değerimiz bu değil. Birilerinin değeri bu olabilir. Ama bu partiye dışarıdan gelenlere bile bizden daha fazla değer verilmiştir. Belki gönüllerini kazanmak için. Ona da itirazım yok.
Ama dışarıdan gelenlere bunu gösterirlerken, ilk başbakanımız, ilk cumhurbaşkanımız ve cumhurbaşkanlığını da 7 sene çok mükemmel yapan bir insanı ‘Sen de gel şurada bir görün, birileri de bundan bir anlam çıkarsın’ demek, ben biraz tok sözlüyüm, çok yanlış bir hareket.
Bu yanlışlıkları fark etmiş olabilir” açıklamasını yaptı.
Veyis Ateş’in “Ne olmalıydı. Hiç çağırılmamalı mıydı mesela” sorusuna Arınç’ın yanıtı ise şöyle oldu:
Hayır. AK Parti’de senin mutlaka hizmet etmen lazım, senin AK Parti’de şu şu şu görevleri yapman lazım. Biz ileriye dönük olarak AK Parti’de seninle şu güçlü vizyonu yapmak istiyoruz demen lazım.
Gelirse insan tam gelir. İçeriyi dolduracak kadar gelir. Başbakan olsun, Cumhurbaşkanı olsun anlamında söylemiyorum. Birileri ‘E gelsinde canım, bu partide grup başkanvekilliği yapsın’ demek istemişse, ona öyle bir görev veremezsiniz. Partinin üç kurucusundan biri, cumhurbaşkanlığı yapmış bir insanı ‘Sen gel bakalım da ondan sonra bir şey düşünürüz’ diyemezsiniz. Derseniz, yanlış olur, çirkin olur. Abdullah Bey dünya iyisi bir insan. Bilgilidir, birikimlidir, dindardır, ahlaklıdır, iyi bir aile yapısı vardır, dünyanın saygı duyduğu bir insandır. Bunu hiç kimse bir miting veya kongre malzemesi yapmamalıdır. ‘Sen gelme ama sadece şu gün gelsen iyi olur’. Böyle bir şey olmaz.
Gelmesine de ihtiyaç yoktu. O mesajını gönderecekti. Okunur okunmaz, onu da bilmiyorum. Ama ‘günün birinde, Abdullah Bey, seni bu partide önemli bir görev alman lazım. Bu partinin geleceği şöyle, bunu böyle planlıyoruz’ diyecek bir çağırıcıya ihtiyaç var.
Bu çağrı da, telefonla, faksla, SMS’le tweetle yapılmaz.
Gidersiniz, konuşursunuz veya davet edersiniz, görüşürsünüz, önünüze planı koyarsınız. Ben onun onda biriyim diyeyim. Ben kendim için böyle gördüğüme göre, cumhurbaşkanlığı yapmış birisine karşı, Sayın Davutoğlu böyle düşünmemiştir, buna yürekten inanıyorum, onu ne kadar sevdiğini saygı duyduğunu biliyorum, yan yana da mesai arkadaşlığı yaptılar, ama birileri bu gözle baktığı için onlar biraz daha düşünsünler diye düşünüyorum.
‘Sayın Gül bir gün siyasete döner mi, dönmeli mi’ sorusuna ise Bülent Arınç şöyle yanıt verdi:
Şartları göreceğiz. Şu ana kadar dönmesini gerektirecek bir şey olmadı ki bir davet olmadı. Bu partinin bir sahibi var deniliyor mu? Deniliyor. Bu partinin bir genel başkanı var deniliyor mu? Deniliyor. Bu partinin bir genel başkanı var deniliyor mu? Deniliyor. MKYK’sı var mı? Bilmiyorum. Bu iş orda kotarılır bir karar alınırsa, beyefendi davet edilebilir. Yoksa bizim gibi, sizin gibi birisinin, ‘Gel bakalım, şurada sana şöyle bir iş var’ denmesi nezakete aykırıdır.
Şu ana kadar, seçime gidiyoruz, Abdullah Gül’e parti içinde bir görev düşünülmediğini ben anlıyorum. Dolayısıyla seçimden sonra AK Parti’nin geleceğini büyüklerimiz planlar ve planlama içinde, ‘Yok canım, bizim ihtiyacımız yok, o rahat etsin İstanbul’da, her gün bize dua etsin. Güzel güzel haberleşelim, telefonlaşalım da diyebilirler.
AK Parti tabanında ona büyük bir saygı var. AK Parti’yi daha ileriye götürmek için Abdullah Bey’e ihtiyaç var derse büyüklerimiz, o zaman kendisine bu izah edildiğinde, görevden kaçmaz. Biz görev insanıyız.
ABDULLAH GÜL PARTİ KURAR MI?
‘Sayın Gül bir parti kurar mı’, sorusuna “Kurmaz” yanıtını veren Arınç, “AK Parti’ye dönüşü mü veya daveti mi bekler” sorusuna ise, “Biz AK Parti’yi kurduk. AK Partiliyiz, gözümüz başka bir yerde değil. Ancak sen bunu sordun, söylüyorum. Birileri bizi bununla imtihan etmeye kalkmasın. Eskiden ‘Fırıldak Kubi’ler vardı. 5 parti dolaşmış, altıncısı için ömrü yetmemiş. Biz böyle değiliz. Bizim partimizin en kötüsü öbür partilerin en iyisinden daha iyi. Ama ‘bunlar nasıl olsa böyle bir şey yapmazlar. Bizi ikide bir onları böyle bir soruyla sıkıştırmaya kalkalım’ diyenler olursa, ikide bir bize böyle sorular sordurmayın. ‘Kuracakmış, kurmayı düşünüyormuş, filanlar falanlar biraraya gelmişler’ gibi, şu kadar boyu olan adamlar, dedikodu üretiyorlar. Benim bildiğim Abdullah Gül, bir melek kadar temiz bir insandır. Ve sözünün eridir.
“1 KASIM’DA NASIL BİR SONUÇ OLUR?”
7 Haziran’a baktığımız zaman tek başımıza iktidar olamadık. Ama yüzde 41 aldık ve 258 milletvekili çıkardık. 2002’de yüzde 35’lerle 363 milletvekili çıkarmıştık, yüzde 47’lerle 246 falandı, yüzde 50’lerle 227 milletvekili çıkardık. Yüzde 41 alıyoruz ama 258 çıkarıyoruz. Dördüncü partinin barajı aşması ve çok yüksek milletvekili almasıyla ilgili bir konu. Oy oranı ne kadar yüksek olursa milletvekili sayısı da düşmüş oldu. Tabii ki 258, yirmi tane eksiğimiz de olsa neticede bir koalisyon kurmamızı emretti.
Bu da kurulamadı. Nedenlerini tartışacak değiliz. Anayasa burada, 45 gün içerisinde kurulamadı, Cumhurbaşkanımız yetkisini kullandı, bu ülke bir tekrar seçime gidiyor. Bu ilk defa oluyor. Millete ne söylenecek? Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar partileri nasıl etkileyecek? AK Parti’nin tek başına iktidar olmaması millet tarafından nasıl karşılanacak? Barajı emanet oylarla aştığını söyleyen HDP, bu emanet oyların ne kadarını muhafaza edecek? 7 Haziran’dan sonra hiçbir işe yaramayan ve şimdi de dördüncü parti durumuna düşen MHP’nin konumu ne olacak? CHP güçlenecek mi ve bunu muhafaza edecek mi? Bunları göreceğiz. Bunlara baktığımızda zor şartlarda seçime gidiyoruz.
7 Haziran’da seçilen bir milletvekili olsaydım, üç ay sonra yine seçime gidiyor olurdum. Böyle 258 insan var. Bunlar yerlerini muhafaza edecek mi? Ederse ne kadar edecek? Tamamen yeni bir liste mi olacak? İşi çok zor genel merkezin. Allah kolaylık versin. CHP bir formülünü buldu. Yüzde 90 hemen hemen aynı listeyle gireceğiz dedi. MHP’nin böyle bir karar almasına gerek yok, Bahçeli ne derse o olacaktır. HDP’de de atamayla gelenler belki yerlerini muhafaza edecek, belki de başkaları gelmiş olacak.
Ama bunları aşacağız. Yüksek Seçim Kurulu takvimi başladı. Önümüzdeki hafta, herhalde cumartesiye geliyor; ayın 18’inde de kesin olmayan aday listeleri ilan edilecek. Şimdi ben inşallah, AK Parti’nin bu kongreden sonra, bütünleşmiş, omuz omuza vermiş, kol kola vermiş ve yeni bir heyecan, motivasyonla yola devam edeceğine inanıyorum, çünkü bu bir yeni varlık yokluk meselesi.
Başbakan çok vefalı bir insan. İlk 60 kurucuyla, 2001’den bu yana 145 MKYK üyesine genel merkezde yemek verdi. 180 kişi gelmesi gerekirken gelen 140 kişi oldu. Vefaya yönelik ve ilk kuruluşumuzdan bu yana geçirdiğimiz serüvene yönelik bir konuşma yaptı. Sağ olsun bu konuları hiç ihmal etmiyor. 2002’de mesela biz milletvekiliydik, ben grup başkanıydım. Yeni yüzleri kurucu yapalım düşüncesiyle biz kurucu listesine girmedik delege olarak. Daha sonra kurucular sabit kaldı, diğer MKYK üyeleri sürekli olarak değişti. Şimdi yarınki liste biraz bildiğim kadarıyla yine AK Parti’de hizmet etmiş, şöyle veya böyle başarılı olmuş, yani çok yeni yüzlerden müteşekkil olmayan, gerçi sayı da çok 50+25, ama bir denge listesi gibi orta yolu bulmuş.
Bu listenin sayın Başbakanımızı ve sayın Cumhurbaşkanımızı memnun ettiğini düşünüyorum. Onlar memnun olduktan sonra bizim de memnun olmamız gerekir. Bu liste çok yeni, çok yeni bir vizyon taşımaya yönelmiş, çok iyi uyarlanmış bir liste belki olmayabilir. Ama hepsi bizim arkadaşlarımız. Hepsinin geçmişten bu yana katkısı olmuş insanlar. Ben onların hepsini başarılı görüyorum. Hepsinin şahsına saygı duyuyorum. Ama çok olağanüstü çok flaş bir gözle bakmamamız lazım. Çok acil bir kongre. Bu kongre seçimden önce çok daha geniş bir zamanda yapılsaydı, bu sizin sorularınıza daha cevap verecek bir sonuç alınırdı.
Ama bir taraftan seçim çalışmaları bir taraftan kongre, kongre sırasında evvelsi gün yaşadığımız bir takım olaylar, buna rağmen ben iyi, olumlu, dengeli bir listenin olacağını, arkadaşlarımın bütün güçleriyle çalışacağını düşünüyorum.
“BİZ AMELEYİZ, İŞÇİYİZ, NE GÖREV VERİRLERSE YAPARIZ…”
Seçimlerde genel başkan ne görev verirse ben ona tabiyim. ‘Mitinge git’ derse mitinge çıkarım. Geçen seçim 21 yerde miting yaptım. Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu da olmak üzere. ‘Git konferans ver’ diyebilir, ‘Benim yanımda dur’ diyebilir, ‘Filanın yanına git’ diyebilir. Biz işçiyiz, biz ameleyiz. Nerede görev verirlerse gideriz. 7 Haziran’da da biz aday değildik ama canla başla koştuk.
“MELEK İPEK’İN ELİNİ YİNE OLSA YİNE ÖPERİM” SÖZLERİ…
Bu cemaatle bizim, sayın Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, milletvekillerimizin, bakanlarımızın, bürokratlarımızın, valilerimizin, kaymakamlarımızın, ne kadar samimi bir işbirliği içerisinde olduğunu cümle alem biliyor. Ama bizim gördüğümüz yüz şuydu. Bunlar eğitim hizmetleri yapıyor, hayır hizmetleri yapıyorlar. Bunlar yurt dışında açtıkları okullar sebebiyle Türkiye’yi dışarıda başarıyla temsil ediyorlar. Biz hayır ve hizmet yönünü gördük. Türkçe olimpiyatlarına sevdalandık. 145 ülkeden çocuklar gelecekler ve benim türkümü, benim İstiklal Marşı’mı söyleyecekler, benim Neşet Ertaş’ın türküsünden konuşacaklar veya Abdürrahim Karakoç’un güzel şiirinin bestelenmiş haliyle Mihriban’ı söyleyecekler. Yurtdışındaki okullarına gittik, öğretmenlerini tanıdık. Fakat sonra bazı olaylar oldu, bu olaylar bizim gözümüzü açtı. Gözümüzü açan nedir? 7-25-15 neyse, diyelim ki 2012 sonunda itibaren, biz şunu gördük; bu cemaat yapılanmasının içerisinde maalesef başka bir grup devleti ele geçirmek, hükümeti yıkmak, darbe yapmak amacıyla planlar yapmış. Yerleşmiş, birbiriyle irtibat halinde olmuş ve kanunen de ahlaken de suç sayılan işler yapmış. Bunlar çıkınca biz buna inandık. Terörle Mücadele Üst Kurulu’nun başkanıyım, MGK üyesiyim, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde fikri geçen, konuşması olan insanlardan biriyim. 15 gün öncesine kadar da bu görevimi yaptım. Bu olaylar ortaya çıktıktan sonra bile böyle önemli görevlerin içerisinde olan bir insanın bu paralel devlet yapılanmasıyla ilgili olduğunu söylemek önce ahlaksızlıktır, sonra vicdansızlıktır. Bu birilerini küçültmek için uydurulmuş bir yalandır. Bütün televizyon programlarında söylediğim şudur: Devletin bekası için bu tür yapılanmalarla sonuna kadar mücadele edilmelidir. Her bakanlar kurulu toplantısından sonra bana sorulduğu için söylüyorum ama bu mücadelemizi hukuk içerisinde, adalet içerisinde yapacağız. Bu tür örgütlerle mücadele etmenin dünyada başka örnekleri de var. Herhalde üzerinde şüphe taşıyan bütün insanları bir adaya götürüp 7 yaşındakinden 70 yaşındakine kadar öldürecek değiliz. Dünyada böyle örnekler de var. Kim suç işlemişse, eldeki mevcut delillerle yargının önüne koymak ve yargının ceza vermesini temin etmek benim görevim. Kimseyi peşinen suçlu sayamayız. Ve adaletten zerre miktar ayrılmamak lazım. Bunu böyle söyledim.
Şimdi bu mücadele devam ediyor. Başbakanımız, cumhurbaşkanımız, hükümetimiz bu mücadeleye devam ediyor. Bu hükümetin bir üyesiydim 10 gün öncesine kadar. Ve hatta kendi kurumlarımızda bu yapılanmayla ilgili veya irtibatlı olduğunu düşündüğümüz en azından şüphe ettiğimiz pek çok insanın görev yerlerini değiştirdik. Önemli saydığımız görevleri aldık, pasif görevlere verdik ki irtibatı birbirinden keselim diye.
Delil olmasa bile, o insanın aldığı maaşa da zarar vermeyecek şekilde, diyelim ki bilgi işlemin başındaysa, istihbaratın başındaysa, TİB diyelim, öyle bir kurumda önemli bir görevde bulunuyorsa oradan aldık masa başında görev yapacak bir yere verdik. Yeter ki orada eski faaliyetlerine devam etmesinler. Bütün bunlar hukuk içerisinde oldu.
Benim burada zaman zaman dillendirdiğim konu şudur; hukuktan ve adaletten ayrılmayacaksın.
Önce anayasamız bunu emrediyor. İkincisi biz dindar insanlarız. Allah ne diyor? Peygamber ne söylüyor? Bizim dayanağımız, dini kaynaklar bize neyi emrediyor? Adaletten ayrılmamayı. Biz bu partinin adını Adalat koyarken boşuna koymadık. Çünkü Türkiye’nin adalete ihtiyacı vardı. Adaletsizlikten en çok mağdur olan bir insan adaletsizlik yapar mı? Biz çok zulüm gördük. Çok haksızlık gördük. Çok yanlışlıklar yapıldı bana. Eşime, çocuklarıma yapıldı. Bana karşı yapılanları ben nasıl başkalarına karşı yapabilirim. Yapamamam lazım. Hukuk içerisinde, kimseyi peşinen suçlamadan, elde delil olmadan, eğer ağır suçlamalarla suçlarsanız, yarın mahkemeye giderler, bu ülkede hakimler var. Bu hakimler salıverir, beraat ettirir, o suçlamaların ciddiyetinin olmadığı ortaya çıkarsa, yanlış yaptığımız anlaşılır ve o insanları kendimize düşman ederiz. Delil bulacağız, makul şüpheye kadar indi bu iş. Ama birileri işgüzarlık yapacaksa o işgüzarlıkların da önüne geçmemiz lazım. O işgüzarlıklar bize çok şey kaybettiriyor. Şimdi İzmir’de çok meşhur bir okula baskın yapılıyor. O okulun mezunlarından birisi bizim Karabağlar İlçe Başkanımız ve Karabağlar belediye başkan adayımızmış. Çocuğunu da, babasını da, ailesini de 30 yıldan beri tanırım. Ben Manisalıyım. İzmir’de bu kardeşlerimizle hep bir aradayızdır. 4 gün nezarette kaldı. Tutuklanacaktı, zar zor serbest bırakıldı. Biz buna belediye başkan adaylığını verecek kadar güveniyoruz. En son yaptığım konuşmada da Bursa’da benim çok sevdiğim ve güvendiğim il başkanı ve il yönetiminden bir arkadaşımızı yine bizim çok sevdiğimiz gazetelerin birisinde yine işgüzarlık yaparak ‘Pararlel’ diye ilan edildi. Suçu ne? 13 sene evvel, onların okullarından birisinden mezun olmak. Bizim Hüseyin Cem’in çok güzel benzetmeleri vardır. Ona hayranım. ‘Düşünün’ diyor, ‘Bir eş aldınız, yani bir eşle hayatınızı birleştirdiniz. 20-25 sene birlikte geçirdiniz. 4 tane çocuğunuz oldu. Ama 25 sene sonra da kadından, erkekten kaynaklanan bir sebeple boşandınız. İyi de 4 tane çocuk var, onları gayrımeşru mu sayacaksınız’. Bu okullara herkes çocuğunu gönderdi.
Çünkü nitelikli eğitim veriyordu. Bu dershanelere herkes çocuklarını gönderdi, çünkü üniversiteye girmesini istiyordu. Peki bu okullara giden çocuklarla, bu usulsüz, ahlaksız dinlemeleri yapanlar, bu fotomontajları yapanlar, bu insanların önüne kasetlerini getirenler, insanların elini kolunu bağlayanlar, Türkiye’yi yurt dışına şikayet edenler, parayla adam satın alarak Türkiye karşıtı bildiriye imza koyanlar bir mi?
Bu işleri yapanlar 2 milyonluk bir camiada toplasan 10 bin kişi etmez, ama biz 2 milyon kişiyi potansiyel suçlu yapıyoruz. Bu yanlıştır, bunun yanlışını bilmemiz lazım.
Melek İpek’in elini bugün olsa yine öperim. O gruba karşı yapılan operasyonlarla ilgili sorulduğunda, Bursa Olay gazetesinde şunu söyledim. Bir; bunların gazeteleri var, televizyonları var. Ve çok muhalif, çok sevimsiz, çok irite edici yayın yapıyorlar. Melek Hanım’ın kendisine de söylediğim için beni dinliyorsa ‘Adam doğru söylüyor’ diyecektir. Hiçbir kanalda görmediğimiz kadar rezil yayın yapıyorlar. Ve rezil insanlardan istifade ediyorlar. Bu yakışmaz. Biz bu camiayı, gönlü zengin insanlar olarak gördük, eğitim ve hayır insanları olarak sevdik, onlar haksızlığa uğradıklarına inanıyorlarsa, dua edecekler, haklarını arayacaklar, hukuklarını arayacaklar. Ama bizi yok etmek için bizim düşmanlarımızla işbirliği yapmayacaklar. Gazete ve televizyonlarını bir kenara koyuyorum, her akşam televizyona çıkardıklarına bir bakın, bunlar AK Parti’nin kanına ekmek doğrayacak adamlar. Nasıl senin televizyonlarında yayın yaparlar. Ama ben bu baskınların gazetecilik veya muhalif yayınlarıyla ilgili yapılmadığına inanıyorum, dedim. Olay televizyonunda konuşmam bu. İkincisi, 23 tane şirket var, bu şirketlerin yurt dışı para transferleri, trafiği,bu da Maliye Bakanlığı ve MASAK ile ilgili bir konu, MASAK’ın raporları şimdi bir yargı konusu haline getirilmiş, ona da karışmam, MASAK’ın raporları doğru mudur,yanlış mıdır onu ortaya çıkaracaklar. Soru soruyorlar, ‘Melek Hanım’ın elini öptüğünüz fotoğraflar yayınlandı’ diye. Vallahi onun elini öpenlerden belki en sonuncusu benim. Ama benim üzerimden bir şey yaymak istiyorlarsa ben sözümden dönmem. Melek İpek, benim tanıdığım hayırsever bir kadındır. Yaşça bizden büyüktür. 7 seneden beridir Vakıflar’ın başı benim. Her vakfın her faaliyetine de katılırım. Bu hanımefendi di hemen hemen her vakfa, ne kadar isterlerse o kadar para yardımı yapar. Bazen yurt yapar, bazen cami yapar, bazen çocuklara burs verir ve tertemiz bir insandır. Onun elini öpüp saygı göstermek suç değildir. Oğlunun şirketleriyle ilgili yapılan araştırma başka şeydir, ama hayırdan başka bir şey bilmeyen bir hanımefendinin elini öpmek bir saygı işaretidir.
“MELİH GÖKÇEK İLE DARGIN MISINIZ?”
Malum olay sebebiyle dargınım, evet.
Tekrar aynı konuya girmek istemiyorum. Melih Bey, yanlış bir iş yaptı. Ben onun yanlışından daha büyüğünü yaptım. Ama bu mesele orada kaldı. Tekrar biraraya gelmemiz, bu konuları tekrar yeni baştan ele almamız mümkün olmadı. Böyle devam etmesinde de şahsen fayda görüyorum. Çünkü bana yapılmayacak bir şeyi bir şekilde yaptı. Bir kalp yarasıdır. Ama zaman ne getirir, ne gösterir bilemem. Onunki silme yanlıştı. Ben daha kısa, daha kestirme, en azından bir bakanlar kurulu toplantısından sonra bunları söylememem gerekirdi, Başbakanım o konuda haklıdır, hükümet sözcülüğü yaptığım sırada şahsına hakaret ettim. Hukukta vardır böyle şeyler, karşılıklı hakaret davayı düşürür derler. Ama onun yapmaması gerekirdi, bu bir. Bakanlar kurulu toplantısı bitinceye kadar onları silmesi lazımdı. Birilerinin ‘Sen ne yapıyorsun, onları sil’ demesi lazımdı. Yoksa ben o kadar korunaksız bir insan değilim. Cevabını veririm. Ama cevabı bu kadar olacağına, bu kadar olduysa, ne yapalım, biz de insanız.
Habertürk TV