ÜLKEYI NE HALE GETIRDIĞINI ANLATIYOR
Ülkeyi ne hale getirdiğini anlatıyor
Üç dönem arka arkaya ve büyük bir çoğunlukla tek başına iktidar olmuş bir partinin genel başkanı, ülkenin başbakanı konuşurken güzel şeyler duymak istersiniz. Beklersiniz ki, bu büyük imkanı kullanarak terörü nasıl bitirdiklerini, Türk bayrağını Kandil’e nasıl diktiklerini anlatsın. Beklersiniz ki, “asmadılar” diyerek milleti kandırdığı İmralı canisine hak ettiği cezayı vermiş olsun. Beklersiniz ki, bölücülüğü bitirdiğini, ülkenin birlik ve beraberliğini sağladıklarını bütün dünyaya duyursun. Beklersiniz ki, Türkiye’nin milli değerlerini, bayramlarını, bayrağını, sınırlarını nasıl yücelttiklerini dile getirsin. Beklersiniz ki, ülkenin iç ve dış borcunu sıfırladıklarını, işsizliği bitirdiklerini, Cumhuriyetin birikimlerine, fabrikalarına yenilerini eklediklerini açıklasın.
Devri iktidarınızın sonucu
Sayın başbakan konuşmayı çok seviyor. Bulduğu her imkanı değerlendiriyor ve emrindeki medyayı seferber ederek neredeyse her konuşmasını canlı yayınlatıyor. Elbette 11 yılda neler yaptığını anlatıyor. Mesela partisinin grup toplantısında da anlattı. Ama ülkeyi ne hale getirdiklerini, nasıl gerdiklerini, nasıl çatıştırdıklarını ve nasıl her türlü tehdit ve tehlikeye açık hale getirdiklerini anlattı. Güya, bunu yapanları eleştiriyor, ama farkında olmadan veya bu milletin işin aslını fark etmediğini zannederek, 11 yılın sonucunu itiraf ediyor. Taksim’e paçavralar asmışlarmış ve bu günlerce orada kalmışmış. Camiye ayakkabılarla girilmişmiş. Başörtülü bir kadına kaba kuvvet kullanılmışmış. Faiz lobileri varmış. İçeride ve dışarıda Türkiye’den rahatsız olanlar harekete geçmişmiş. Zaten son bir aydır nereye gitse, aynı şeyleri tekrarlıyor. İşte sizin 11 yıllık iktidarınızın sonucu sayın başbakan. Ne güzel de anlatıyorsunuz. Bütün bunlar devri iktidarınızın sonucudur. Üç dönem arka arkaya iktidar olarak ülkeyi bu hallere getirdiniz, şimdi de dönmüş şikayet ediyorsunuz. Kimi kime şikayet ediyorsunuz? Sorumlu sizsiniz.
Ya anlatamadıklarınız ?
Bu kadarla, yani anlattıklarınızla kalsa yine de şükredeceğiz. Bir de anlatmadıklarınız, anlatamadıklarınız veya milletin aklıyla alay ederek tersine çevirdikleriniz var. Mesela şu İmralı adasının bir parti genel merkezine nasıl dönüştürüldüğünü, oradaki caninin hükümetin ve ülkenin gündemini nasıl belirlediğini bir türlü anlatamıyorsunuz. 11 yıllık iktidarınız sonunda eli kanlı katillerin yıllarca silahla alamadıkları ne varsa, tamamını masa başında teslim ettiğinizi bir türlü anlatamıyorsunuz. Ülkenin fiilen bölündüğünü, belli bir bölgede ayrı bir dilin konuşulduğunu, ay yıldız yerine paçavralar sallandığını, bebek katilinin posterlerinin her yerde bulunduğunu, artık asayişin bile ihanet güruhu tarafından sağlandığını bir türlü anlatamıyorsunuz. Tiyatro salonuna dönüşen grup salonunu dolduran bindirilmiş kıtaların içinden birisi çıkıp, “Taksim’de asılanlar paçavra da, Diyarbakır’da asılanlar nedir?” diye sorsa ne cevap vereceğinizi çok merak ediyorum. Ülkeyi ne hale getirdiğinizi ayrıntılarıya anlattığınız grup konuşmanızın sonunda bekledik ki, “bütün bunlara biz sebep olduk. Bize verilen büyük fırsatı heba ettik. Ülkeyi gerdik, çatıştırdık ve bölünmenin eşiğine getirdik. Artık daha fazlasına hakkımız yok. Kenara çekiliyoruz” diyesiniz. Çünkü yaptığınız konuşmanın akışı böyle bir finali gerektiriyordu.
Bahçeli’den başucu notu
AKP grubundan önce MHP grup toplantısı yapıldı ve Sayın Devlet Bahçeli, konuştu. Konuşmasının başında siyaset yapan herkese ders olacak çok çarpıcı bir analiz yaptı. AKP’nin nereden nereye gittiğinin, eline geçen iktidar fırsatını nasıl ve neden heba ettiğinin, nasıl bir ruh hali ve iktidar anlayışı geliştirdiğinin ve Türkiye’nin bugün yaşadığı ağır sancıların ayrıntılarını bu konuşmada bulabilirsiniz. Başta sayın başbakan ve iktidar mensupları olmak üzere, siyaset yapan herkesin Sayın Bahçeli’nin şu değerlendirmesini bir başucu notu haline getirmeleri kendilerinin, partilerinin ve ülkenin menfaatine olacaktır:
Şayet siyaset gerçeklerden kopar, geri bir forma sapar ve sadece kendine odaklanırsa merkez kaç kuvvetlerin de devreye girmesiyle bir aşamadan sonra istikrarsızlık üretmekten kurtulamayacaktır. Siyasetin her şeyden önce mümkün ve doğru olanı bulma rekabeti, yarışması ve mücadelesi olduğunu görmezden gelen ya da göremeyen siyaset aktörleri çatışma ve kavga imalathaneleri haline anında geleceklerdir. Kabul edilmelidir ki, düşmanlık ve cepheleşme üstüne kurgulanan 20’nci yüzyılın ilk yarısındaki siyaset tasavvurunu tekrar diriltmek, tekrar ayaklandırmak elbette akıl dışılıktır. Dünya bir asır evvelki dünya değildir. Türkiye bir asır evvelki gibi görülmemelidir. Sosyal ve ekonomik refleksler, sosyolojik ve psikolojik realiteler aynı şekilde eskisi gibi değerlendirilmemelidir.
Bahsetmeye çalıştığım ilkel siyaset anlayışının aklı başında, ne yaptığını bilen, ne istediğini enine boyuna ölçmüş-tartmış taliplisi kalmamıştır. Geçmişin tozlu raflarında her derde defa siyaset modelleri, propaganda mekanizmaları aramak, insanları birbirine düşürerek menfaat teminine yönelmek hüsran verici neticelere yol açacaktır. Hitler’i çıkaran toplumsal zemin çoktan küllenmiştir. Stalin’i, Musollini’yi, Franco’yu, Salazar’ı üreten sosyal ve siyasal kaynak kuruyalı çok olmuştur. Ancak ifadeye çalıştığım bu 20’nci yüzyıl otokratlarına özenen, onları örnek alan, onların izinden gitme merakında olanlar da şüphesiz yok değildir. Ortadoğu’ya, bazı Doğu Asya ve Afrika’nın bir kısım ülkelerine, hatta Türkiye’nin son gelişmelerine bakıldığından ne demek istediğim kolaylıkla anlaşılacaktır. Sultanlar, tek adamlar, şahlar ve bir tek kişi etrafından dönen rejim ve devlet sistemleri güç bela ayakta dursa da henüz tamamıyla bitmemiştir. Tarihin tekerrür edeceğini entelektüel sohbetlerinde sürekli ifadelendirenlerin eski tip siyaset taktiklerinin ne kadar sorunlu ve ne denli tehlikelere açık olduğunu muhakkak ki itiraf etmeleri ahlaki ve fikri tutarlılıklarının gereği olacaktır.
Bizim artık muhaliflerin Galata Köprüsü üstünde kim vurduya gittiği, sansür ve baskının sıradan görüldüğü, çoğulculuğun dönemin şartları gereğince ötelendiği bir zamana dönmemiz düşünülemeyecektir. Her şey yaşanmış ve geride kalmıştır. Önemli olan geçmişteki olaylardan ders alarak geleceğe bakmak, yarınların koordinatlarını şimdiden çizebilmektir. Ne var ki, Başbakan Erdoğan’ın bunların hiçbirinden gerekli hisseyi almadığı, alamadığı anlaşılmaktadır. Kendisi otoriter arzuların yakın markajına girmiş, büyüsüne kapılmıştır. İpini koparmış şamandıra misali nerede duracağı, nerede sakinleşeceği ve nerede akıllanacağı belli değildir. Yolundan gittiği, çizgisini takip ettiği, rehber tayin ettiği diktatörlere benzemek ve onlar gibi olabilmek için yoğun bir çabanın içerisindedir. Karşımızda kimseyi dinlemeyen birisi vardır.
Karşımızda kendisini dev aynasında gören birisi görülmektedir. Karşımızda kendisini herkesten üstün tutan, anlaşmaya, konuşmaya ve uzlaşmaya kapalı birisi durmaktadır. Başbakan Erdoğan büyüklük taslamış, benlik davası gütmüş, kendini Kaf Dağı’nın tepesinde görmüştür. Yıllardan beridir Türkiye’de; dışlamanın, ötekileştirmenin ve yabancılaştırmanın tüm örnekleri Başbakan ve hükümeti aracılığıyla yaşatılmıştır. Türkiye’miz bunlardan kaynaklı vahim meselelerle yüz yüzedir.
ORHAN KARATAŞ/ ORTADOĞU