ALLAH ONLARA TÜRK ADINI VERDİ VE ORDUM DEDİ
ALLAH OLARA TÜRK ADINI VERDİ VE ORDUM DEDİ Muharrem GÜNAY SIDDIKOĞLU
Mitolojik çağlardan beri Türklerde var olan “Cihan hâkimiyeti Düşüncesi ve Dünya Devleti
Olma Ülküsü” nün hedefi “Türk töresi ile dünyaya nizam verme ve barışı tesis etmek” ten ibaretti. Türklerin Müslüman oluşlarıyla birlikte bu düşünce “Nizam-ı âlem Ülküsü” şeklini almıştı. Nizam-ı âlem’in hedefi “Allah’ın dini ile Âleme nizam vermek” ti. Nasıl ki eski Türkler Yüce Tanrı’nın rızasını kazanmak amacıyla savaşlar yapıyorlarsa; Müslüman Türklerin de en önemli hedefleri “İ’lâ-yı Kelimetullah”tı. Yani Yüce Allah’ın adını ve dinini yüceltmek ve yeryüzüne hâkim kılmaktı.
Divan-ı Lügaat’it- Türk adlı eserini ilk Müslüman Türk devleti olarak kabul edilen Karahanlılar zamanında (1077’de) yazan ve Türklere “Cündullah-Allah’ın Ordusu” diyen Kaşgarlı Mahmud, eserinde:
“Allah onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzünde ilbay kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı, dünya milletlerinin idare yularını onların eline verdi. Onları herkese üstün eyledi, kendilerini hak üzerine kuvvetlendirdi…” der (Kaşgalı,1333, 1: 3. (Divan-ı Lügaat’it- Türk ).
Kaşgarlı’nın eserinde yer alan bir kudsî hadisi şerife göre ise:
“Yüce ve ulu olan Allah demiştir ki; “Benim bir ordum vardır, onlara Türk adını verdim ve doğu cihetine (ülkelerine) yerleştirdim. Herhangi bir kavme öfkelendiğim zaman işte bu Türkleri onların üzerine musallat eder (ve onları yola getiririm.)” (Kaşgarlı, 1333, s. 150)
Bu hadise başta Kütüb-i sitte olmak üzere sağlam hadis kaynaklarında rastlanmamıştır. Bizim için hadisi şerifin sahih olup olmadığından daha çok taşıdığı mâna önemlidir. Çünkü gerek İslâmi devirlerde gerekse İslam öncesi devirlerde Türklere hep bu gözle bakılmıştır. Attila’ya “Tanrı’nın kırbacı” denmiş, Oğuz Han yapmış olduğu savaşları “Tanrı’nın rızasını kazanmak amacıyla yaptığını ve Tanrı’ya borcunu ödediğini” ifade etmiştir. Tarihçiler ve İslam âlimleri Müslüman Türk ordularına “Asâkîr-i İslâm, Cündullah-İslam’ın askerleri ve Allah’ın ordusu” ve “Asâkir-i Mansure-i Muhammediye-Zaferlere Mazhar Muhammed Ordusu” adlarını vermişlerdir.
Kaşgarlı Mahmut adı geçen eserde, “Bu Allah’ın Türk milletine bütün insanlara karşı lütfettiği bir fazilettir. Çünkü Allah onlara ad vermeyi, kendi üzerine almıştır. Onları; yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz, suyu en güzel ülkelerinde yerleştirmiştir. Onlara “kendi ordum” demiştir. Bundan başka Türklerde beden güzelliği, edâ, büyüklere saygı, sözünde durma, sadelik, kahramanlık, mertlik gibi övülmeye değer sayısız faziletler vardır” der (Kaşgarlı, 1333, s. 292).
Kaşgarlı’nın naklettiği bir diğer hadis ise Türk dili ile ilgilidir. Türk dilini öğrenmenin gereğine ve önemine dikkat çekilen ve Türkçeyi öğrenmeyi teşvik eden bu hadisin metni şöyledir:
“Türk dilini mutlaka öğreniniz. Zira mülk ve saltanat uzun süre onların ellerinde olacaktır”
(Kaşgarlı, 1333, s.3).
Kaşgarlı bu hadisle ilgili olarak: “Bu hadis eğer sahih ise, ona bağlanmak ve Türkçeyi öğrenmek vacip olur. Yok, eğer sahih değilse, akıl ve mantık Türk dilinin mutlaka öğrenilmesini gerektirmektedir” (Kaşgarlı, 1333, s. 3) demektedir ki tespit ve önerisinde son derece haklıdır derken de aynı görüşleri ifade ediyordu. Eski Türklerin Cihan hâkimiyeti ideali şimdi İslâm ideolojisi ile birleşmiş ve Türklere yeni bir ufuk açmıştı. Bu ve buna benzer çeşitli inançlar, Türklerin İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra da devam etmiştir. Zira Türk insanının mücadeleci ruhu ve Cihan Hâkimiyeti Ülküsü İslâmî inanışa da uygundu. İslâmiyet’ten önce kahramanlara verilen Alplık unvanı, İslâmiyet’ten sonraki dönemlerde
Alperen şeklini alıyor, böyle hayat buluyordu.
“Benim Türk adını verdiğim ve şarkta yerleştirdiğim bir ordum vardır. Bir kavme gazaplandığım zaman onları o kavmin üzerine saldırtırım” mealindeki hadis-i kutsi, İslâm dünyasında Türkler hakkında söylenen rivayet ve kehanetlere (Turan, 1969, s. 179) örnektir. Hz. Muhammed’in; “Horasan’da Arap olmayan, güzel yüzlü hâkim bir insan zuhur edecek; onun adı da benimki gibi Muhammed olacak ve Büveyhilerin baskısına son verecektir. Horsan’dan Büyük Dervazat’a kadar fetihler yapacak. Irak, İran ve Mekke hutbelerinde adı okunacaktır” mealindeki hadis ile “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız; Ümmetimin idaresi Türklerin eline geçecektir” mealindeki ve birçoğu Kütübü Sitte denen 6 sahih hadis kitabında yer alan Türklerle ilgili hadisler, Türklerin Müslüman olduğu sıralarda dilden dile dolaşıyordu. (Bak: Kütüb-i Sitte Tercüme ve şerhi cilt 14: 306-307, Prof. Dr. İ. Canan, ayrıca Prof. Dr. Z. Kitapçı’nın Hz Peygamberin Hadislerinde Türkler, Celal Yıldırım’ın İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri cilt: 4, s: 1719, Sünen-i Davud, 5. cilt, s:107 İbrahim Kocaşlı tercümesi vb. Hadis kitapları)
TÜRK’ÜN KIZILELMASI CİHAN HÂKİMİYETİ VE NİZÂM-I ÂLEM
Tarihin büyük devletlerini kuran ve dünyaya nizam veren atalarımızın başarıları sadece kahramanlık ve teşkilatçılık özellikleriyle açıklanamaz. Atalarımız; kahramanlık, teşkilatçılık gibi özelliklerin yanında çok güçlü bir kanun-töre anlayışına ve bütün insanlığa hizmeti esas alan bir “Hayat Felsefesine-Dünya Görüşü” ne sahiptiler. “İyilik-faydalılık, Adalet-Könilik, Eşitlik- Tüzlük, İnsanilik-Kişilik“gibi dört değişmez temel esası olan Türk Töresi’ne göre; “Bütün İnsanlık Türklere Yüce Allah’ın bir emanetiydi. Yüce Allah, Türk Töresine göre hareket eden, halka ve insanlığa hizmeti ilke edinen kişilere kut (bağış, cihanı idare etme yetkisi) verir ve onu hakanlık görevine getirirdi. Töreye uymayan ve görevlerini yerine getirmeyen veya getiremeyen idarecilerden, Yüce Allah kutunu geri alır ve onları hakanlık makamından düşürürdü. Türklere göre devlet “Baba“idi. Devlet, halk içindi. Esas görevi, halka ve insanlığa hizmetti. İşte bu anlayış sayesinde Türkler tarih boyunca büyük devletler ve medeniyetler kurarak insanlığa ve ortak bir insâni medeniyetin oluşmasına diğer milletlere nazaran çok daha büyük katkılarda bulunmuşlardır.
Kafesoğlu’na göre Türk cihan hâkimiyeti ülküsü ve bu ülkünün hedefi; “güneş’in doğduğu yerden battığı yere kadar” her tarafı Türk idaresi altına almak imkânlarının aranması ve zorlanmasıdır. Böylece, Osmanlılar da dâhil, hemen bütün dirayetli Türk devlet adamlarınca “yerine getirilmesi gerekli vazife” sayılan cihan hâkimiyeti görüşünün, şüphesiz birçok tarihi teşebbüsler sonucu olarak, Türk psikolojisinde derin yer tutmasından dolayı, hem destan ve efsanelerimize, hem tarihî kayıtlara yansımış açık delilleri vardır: Meselâ destana göre, Oğuzhan “toy”da hükümdar ilân edildikten sonra “güneş bayrağımız, gök-yüzü otağımızdır” diyerek “daha çok denizlere, daha çok ırmaklara doğru…” dünyanın fethine hazırlandığı zaman, kendine bağlanmaları için etraftaki hükümdarlara gönderdiği “bildirilerde şöyle diyordu: “Ben Uygur Hakanıyım (destan Uygurlar zamanında yazıldığı için Uygur
Kağanıyım denmiştir) Yeryüzünün tört bulunğuna (dört tarafına) hakan olmam gereklidir. Sizden itaat bekliyorum, yoksa üzerinize ordu sevk ederim” (Kafesoğlu, T.M.K. 1998, s.254).
Millî aynı zamanda da insani bir ülkü olan “Türk Cihan Hâkimiyeti Düşüncesi”, erişilmek istenen bir ülkü olarak tarih sahnesine çıktığımız andan itibaren Türklüğün ulaşmak istediği hedefi, Kızılelma’sı, tarih boyunca kurulmuş olan bütün Türk devletlerinin ortak paydası olmuştur.
Türk halklarının tarihî süreçte kurmuş oldukları siyasi teşekküllerin evrensel bir hâkimiyet düşüncesi merkezli olmaları bir tesadüfün sonucu değildir. Bu düşünce Yüce Tanrı’nın Türklere il yani devlet vermesi, Türk hakanlarına kut ve bağış vererek tahta oturtması ve cihanın idaresi ile görevlendirmesi gibi dini düşüncelerden kaynaklanmakta idi.
Türk cihan hâkimiyeti düşüncesi, Türk fütuhat felsefesinin ana kaynağı ve dayanak noktası olarak, daima gerçekleştirilmesine çalışılan bir ülkü niteliğini tarihimiz boyunca muhafaza etmiştir.
Türk devletleri, İslâmî Türk devirlerinde, yetkilerini geleneksel Türk hâkimiyet anlayışına uygun olarak, doğrudan Allah’tan aldığına inanıyordu. Anılan yüzyılın, devlet adamı ve meşhur siyasetname adlı eserin yazarı Nizâmü’l-Mülk ile dönemin büyük bilim insanı İmam Gazali’de, eserlerinde mevcut duruma yer vermişlerdir. Nizâmü’l-Mülk, konuyla ilgili olarak; “Allah, her asırda halk arasından padişahlık vasıfları ve övülmeye değer hasletleriyle bezediği birini seçer ve dünya işlerini halkın sulh ve sükûn içinde yaşamasını kendisine tevcih eder” mealindeki sözleriyle, Türk hükümdarının
otoritesini doğrudan doğruya Allah’tan aldığını ve Allah adına saltanat sürdüğünü açık bir şekilde ifade etmektedir. Şu hâlde Türk halkları Müslüman olduktan sonraki devirlerde de kurmuş oldukları devletlere evrensel hâkimiyet düşüncesini taşımışlar ve bu düşünceyi hayata geçirmeyi de kendilerine
verilmiş kutsal bir görev olarak bilmişlerdir. (Yuvalı, A, (Türk Devletlerinde “Devlet Geleneği ”Düşüncesinin Evrenselliği) 2016, s.49)
Türk Cihan Hâkimiyeti düşüncesinin hedefi, “Dünyaya Türk töresi ile nizam vermek, diğer milletleri düşmanlıktan vazgeçirmekti.” Nizâm-ı Âlem Ülküsü’nün hedefi ise, “Allah’ın diniyle âleme nizam vermek ve yeryüzünde adaleti, barışı tesis etmekti.” Türk’ün Cihan Hâkimiyeti’ne, Nizâm-ı Âlem’e ve İ’lây-ı Kelimetullah’a giden yoldaki ara hedeflerine ise “Kızılelma” denmiştir. Türk milleti, zamana ve şartlara göre değişen Kızılelmalar peşinde koştukça büyümüş, büyük devletler ve medeniyetler kurmuş, dünyanın İslamlaşmasında ve dünyada adaletin ve barışın tesis edilmesinde büyük görevler üstlenmiştir ve üstlenmeye de devam edecektir.