Türkiye-Libya ve MEB
TÜRKİYE-LİBYA ve MEB
Münhasır Ekonomik Bölge kavramı 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ile yazılı olarak bir düzenlemeye kavuşmuştur. Bu sözleşmeye göre; “Devletlerin karasularında başlayarak 200 Deniz millik bir alanda, deniz, deniz altı ve üzerindeki sularda canlı cansız tüm doğal kaynakları araştırma, işletme ve muhafaza hakkını” MEB ilan etmiş ülkeye vermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti bu anlaşmaya dayanarak, 2011 yılında KKTC ile 2019 yılında ise (Tümamiral Cihat Yaycı’nın çalışmaları) Libya ile Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması anlaşması imzalamış ve bunu BM lere bildirmiş ve ilan etmiştir.
Akdeniz, tarihsel süreçte önemli bir ticaret yolu olması nedeniyle, devlet ve imparatorlukların güç mücadelesine sahne olmuş, hakimiyeti elinde bulunduran dünya ticaretini de elinde tutmuştur. Yapılan keşifler ile akdenizin önemi azalsada, son yüz yılda Ortadoğu’da zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının bulunması ile Akdeniz yeniden eski önemine kavuşmuştur. 2000’li yılların başında, Akdenizin deniz yatağında zengin hidrokarbon yataklarının bulunması, Akdenizi artık emperyalistlere için vazgeçilmez hale getirmiştir.
Ortadoğu ve Akdenizde yaşananları bu minvalde değerlendirmek gerekir. Rusya’nın Suriye ısrarı, ABDnin uydu kürt devleti kurma, İsrail’ın Filistin’î yok etme, Fransa’nın GKRY ile anlaşmalar imzalaması, Yunanistan’ın Türkiye karşıtı çalışmaları bölgenin ziyadesiyle önemli olduğunun ve ihmal edilmemesi gerektiğinin, aksi durumun Türkiye Cumhuriyeti devletinin istiklal ve istikbalinin tehlikeye gireceğini göstermektedir.
Emperyalistlerin yaptığı yapacağı hesaplar, Türkiye Cumhuriyeti ve Libya arasındaki anlaşma ile ters yüz olmuştur. Türkiye’yi Antalya Körfezine hapsetme hamleleri çöpe atılmıştır. Bu anlaşma, 21.yy. da Türk Milletinin hilâfına bu coğrafyada hiçbir şey yapılamayacağını dünyaya ilan etmesi açısından çok değerlidir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Libya UMH hükümetinin talebi ile Libya ‘ya asker göndermesi, Libya’nın istikrarını, halkının huzur ve güveninin sağlamak yanında karşılıklı olarak imzalanmış anlaşmaların devamı açısından da önemlidir. Türk Milletinin kadim tarihini bilmeyen iç ihanet şebekeleri bu anlaşmadan farklı sonuçlar çıkarması kendi iç dünyalarının dışa vurumudur. Türk Milletine ve tarihine ne kadar uzak olduklarının apaçık delilidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslar arası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanmasını dahi sorun eden bu güruh,her milli meselede olduğu gibi bu meselede de muhalefet yapmayı marifet saymıştır. Dışarıdan gelen itiraz ve seslerin çok fazlasının bunlardan gelmesi hem düşündürücü hem de ibretlik olması açısından kayda geçmektedir. Milli meseleleri, günlük siyasi çekişmelere alet eden ve bundan siyasi rant devşirmeye çalışanların, farkında olarak ya da olmayarak emperyalistlere alan açtıklarını söyleyebiliriz.
Milli olmak söylemle değil, eylemle olur…