CİHAD, HER MÜSLÜMAN’A KIYAMETE KADAR DEVAM EDECEK BİR FARZDIR
CİHAD, HER MÜSLÜMAN’A KIYAMETE KADAR DEVAM EDECEK BİR FARZDIR
“Cihat” kelimesi “ceht” kökünden gelmekte olup, tam karşılığı “gayret etmek”tir. Yani İslam’a göre, “cihat etmek”, “çaba göstermek, gayret etmek” anlamına gelmektedir. Peygamberimiz “en büyük cihatın kişinin kendi nefsine karşı verdiği cihat” olduğunu açıklamıştır. Nefisten kasıt, insanın bencil tutkuları ve hırslarıdır.
Cihat kelimesini İslam ahlakı içinde değerlendirdiğimizde insanlara zulmeden, adaletsiz davranan, işkence ve eziyet uygulayan, en meşru insan haklarını ihlal edenlere karşı adaleti, barışı, eşitliği hakim kılmak için yapılan “fiili ve fikri mücadele” bir cihat olmaktadır.
Bu gibi fikri ve manevi anlamlarının yanında, fiziksel bir mücadele olarak savaş da elbette “cihat” sayılır. Ama bu savaşın yukarıda tarif ettiğimiz şekilde savunma amaçlı ve İslam’ın çizdiği sınırlar içerisinde olması ve Allah rızasını gözetmiş olması gerekir. Cihat kavramının masum insanlara yönelik bir şiddet eylemini, yani terörü tarif etmek için kullanılması ise, çok büyük ve haksız bir çarpıtma olup bu tür eylemlerin dindeki adı cihat değil “fitne ve fesat”tır..
İslam’da savaşın asıl nedeni fitnedir. Yani fitneyi, terörü, savaşa ve ölümlere yol açan kargaşaları, düzensizlikleri, zulmü ve bozgunculuğu önlemek için savaş yapılır. Bu duruma Kur’an-ı Kerim’de şöyle dikkat çekilir:
“Fitne ortadan kalkıp Allah’ın dini tam anlamı ile egemen oluncaya kadar onlarla savaşın”. (Bakara 2: 193)
“Hiçbir fitne kalmayıncaya kadar” Ehl-i Küfürle savaşmak, genel bir dünya barışını hedef olarak gösterir. Her türlü fitneye son vermek, sulh ve sükunet sağlamak ve Allah’ın dini ile dünyaya nizam vermek ve barışı (Nizâm-ı Âlem’i) sağlamak Müslümanlar için varılması gereken bir hedeftir.
BİR KAFİR DEVLET BİR BAŞKA KAFİR DEVLETE ZULMETSE BİLE..
Öyle ki dünyanın uzak bir köşesinde Gayr-ı Müslim bir devlet, bir başka Gayr-ı Müslim devlete zulmetse, Müslüman devletler bu fitneye müdahale etmeli, haddi aşanlara hadlerini bildirmelidir. Bu dîni bir görevdir. Dîni olduğu kadar tarih boyunca Dünya Barışını ve nizamını hedeflemiş biz Türkler için milli ve aynı zamanda insâni bir görevdir.
Allah yolunda cihad’ın bu yüce amacına şu ayette işaret edilir:
“ Size ne oluyor ki, Allah yolunda, ayrıca, baskı altına alınıp çaresiz bırakılarak: “Rabbimiz! Ahâlisi zâlim olan şu memleketten bizi kurtar. Bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diye yalvarıp duran zavallı erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa suresi:75)
İşte Türk ordusu bu ayette işaret edilen görevi bu gün Suriye ve Libya’da yerine getirmektedir.
Cihat, cidal ve kıtal birbirine yakın gibi görünürler ama aralarında belirgin farklar vardır. Kıtalde savaşmak, katledip öldürmek esastır. Cidal, bir üstünlük kavgası, menfaat çekişmesi, galibiyet mücadelesidir. Cihat ise “gayret etmek, ceht etmek, olanca gücünü ve kuvvetini sarf etmek” demektir. Fakat, cihatta bir şart var ki onu diğerlerinden net biçimde ayırır; “fisebilillah” yani Allah yolunda olma şartı; Kur’an namına ve İslâm uğrunda olma şartı. “Savaş ve cidal” ancak bu şartın gerçekleşmesi halinde “cihat” olurlar.
Cihad, her Müslüman’a kıyamete kadar devam edecek bir farzdır. Cihadın farz olduğunu inkâr eden dinden çıkar. Cihad, bazen farzı ayın, yani bütün Müslümanların topyekûn katılması gereken savaş, bazen de farzı kifaye, yani bir kısım Müslümanların savaşmasıyla diğerlerinden kalkan bir borç olur. Düşmanın bir İslam ülkesine saldırması durumunda ve umumi seferberlikte herkesin bilgi yeteneği ölçüsünde savaşa katılması farzı ayın, kısmi seferberlikte ise farzı kifaye olur. Aslında insan doğuşundan ölümüne kadar hep cihat halindedir. Çünkü cihat, sadece savaş aletleri ile yapılan bir gazâ ve harp olmayıp, dil ile, beden ile, mal ile, iyiliği emretmek, kötülükten men etmek, Allah’ın dinini yaymak gibi faaliyetlerle kıyamete kadar sürecek bir çalışma ve gayretler bütünüdür. Bu anlamda bütün Müslümanlar aşağıdaki ayetlerde de belirtildiği gibi “Allah’ın Ordusu-Cundullah ” ve “İslâm’ın askerleri-Asâkir-i İslam”dir: “Ey iman edenler! Düşmana karşı her türlü savunma tedbirinizi alınız. Onlara karşı ya küçük birlikler halinde hareket ediniz veya topyekün seferber olunuz.”(Nisa/71) ve “Allah yolunda elbirlik yaparak gazâya çıkın” /Tövbe/38) “Allah, kendi yolunda savaşıp öldüren ve öldürülen mü’minlerden canlarını ve mallarını, cennet onların olmak üzere satın almıştır. (Tevbe/111) Sonra Allah Teâlâ, onların bu alışverişlerinin çok kârlı olduğunu bildirerek şöyle buyurmuştur: ”O halde, yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. Gerçekten bu çok büyük bir başarıdır.(Tevbe/111)
Elmalılı Hamdi Yazır, savaşı, “harb-i ıslâh ve harb-i ifsad” diye ikiye ayırır ve müminlere emredilen harbin “ıslâh harbi” olduğunu beyan eder. Cihada çıkan müminleri de “azaba müstehak olan bir kavme Hakk namına azab vermeye memur bir el” olarak görür.
Gerek Suriye’de, Gerekse Libya’da ve terörle olan mücadelemize bu pencereden bakmak gerekir. Tarih boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapmış ve Allah’ın Ordusu (Cundullah) ve İslam’ın askerleri (Asâkir-i İslam) ünvanlarını şerefle taşımız olan Türk milleti “İfsad harbi” yapan yeryüzünde fitne, anarşi ve kargaşa çıkaran, kadın, çoluk çocuk demeden kendi
vatandaşlarını katleden katil Esed, Libyada Hafter ve terör örgütlerine karşı “ISLAH HARBİ” yapmakta, zalimin karşısında ve mazlumların yanında durmakla “azaba müstehak olan bir kavme Hakk namına azab vermeye memur bir el” görevini yerine getirmektedir.
Suriye’de, Libya’da ve terörle olan mücadelemizde şehid düşen Mehmedciklerimizi rahmetle anıyor ve Onlara Milli Şairimiz M. Akif’in dizeleriyle sesleniyorum:
“Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber. Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”
Muharrem Günay Sıddıkoğlu