Dolar 32,2192
Euro 34,6397
Altın 2.394,70
BİST 10.237,16
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 18°C
Az Bulutlu
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cum 16°C
Cts 21°C
Paz 19°C
Pts 20°C

TÜRK’E KILIC KALDIRANIN…

TÜRK’E KILIC KALDIRANIN…
19/06/2014 14:24
A+
A-

Hükümet, Musul Baskınıyla ve bölgeyle ilgili haberlere yayın yasağı koydu. Yasaklar kalksın diye memleketin altını üstüne getiren bir idarenin bu tercihi, aklımıza başka şeyler getiriyor.

Körfez Savaşı başladığından beri bölgedeki ülkelerin sonuçtan nasıl etkileneceği konusunda ciddi analizler yapıldı.

1- Saddam’ın iyi kötü Bağdat Sünniliğinin koruyucusu olduğu, devrilmesi halinde Güneydeki Şiiler üzerinden İran’ın bölgede avantajlar elde edeceği yazıldı çizildi. Irak’ın % 55’i Şii’ydi ve Sünnilerin demokrasiyle iktidara gelme şansları yoktu.

2- Kuzey’deki Kürtlerin de ABD’ye karşı vatan savunması yapmak yerine Saddam’ın devrilmesi için Amerikan zaferini alkışladıkları görüldü. ABD, Rusya, İsrail, İran ve Türkiye arasında dönüp dolaşmayı gitmeyi siyaset zanneden Barzaniler, Bağdat’a güç değil olsa olsa kaygı verirdi.

3- Saddam’ın düşmesi, 1055’ten itibaren Türk koruması altında yüzyıllar geçirmiş Bağdat Sünniliğini, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getiriyordu. Bu durum Laik Türkiye için de önemliydi.

Saddam’ın ipini çeken Şiilerin Maliki’yle kurdukları yeni Bağdat yönetimi, Sünnilerin kaygılarını haklı çıkarmıştı. Son yıllarda ülke genelinde Sünnilere yapılan kötü muamelenin ve kalıcı bir Şii idaresi oluşturma çabalarının, IŞİD’in ilerleyişini kolaylaştırdığı herkes tarafından biliniyordu.

 

IŞİD, kırk yıldır Sünni Suriye İhvanına destek veren “derin BAAS” mıdır?

 

Irak Devletinin Şiileşmesinin İran’a ve Esad’a kazandırdığı avantajlar karşısında geleneksel Türk Dış Politikası, AKP’nin İhvan Sünniliği ve Kuzey Irak’taki Türk ekonomik çıkarları aynı düzlemde buluşmuştur. Böylece eli rahatlayan Başbakan, “körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz” misali, IŞİD’in güçlenmesi için devlet organlarının en azından bir kısmını kullanmış olmalıdır.

Şii İran’la Suriye ve Lübnan Hizbullah’ının arasına Sünni bir duvar örerek İslam dünyasını her an çatışmaya sevk edecek mezhep devletlerine ayırmak BOP’a uygundur. Ancak İslam dünyasının 20. Yüzyıl başlarında ulus devletlere ayrışmasından çok daha tehlikeli ve mantıksız bir tercihtir.

Çünkü dünyanın hiçbir yerinde vatanlar mezheplere göre değildir. Mahalleler ve köyler mezheplere göre ayrışmıştır. Mezhebe göre siyaset belirlediğiniz zaman iç savaşın, kardeş kavgalarının önünü alamazsınız. Çünkü “senin dinin sana benim dinim bana” diye bir ayet vardır. Ama “senin mezhebin sana benim mezhebim bana” diye bir ayet yoktur.

II. Körfez Savaşından ve Saddam’ı devirmesinden beri Irak’ta bombalar patlar, günde 40 kişi ölür. Kimse “bu adamları kim öldürüyor?” diye sormaz. 4000’den fazla Amerikan askerini Saddam saklanırken kimin öldürdüğünün sorgulanmaması gibi…

O anlı şanlı cumhuriyet muhafızları nereye gitti kimse sorgulamaz.

Oysa BAAS gibi Irak’ta % 30’luk bir Sünni Arap azınlıkla % 70’lik etnik grupları yönetmek zorunda kalırsanız derinlerde mutlaka sakladığınız alternatifler, B ve C planları olmalıdır.

IŞİD, Türklerin Kuzey Irak petrolünü satmasına engel olan Maliki’ye karşı girişilmiş derin bir Sünni operasyonu olabilir.

Ambargo altındaki İran petrolüne Şii Bağdat’ın kontrolündeki Irak petrolünün de bütünüyle katılması ihtimali, Saddam Hüseyin’in kızı Ragad’la Beymen Erbil’in sahibi Ümit Boyner’i Sünni militarizm düzleminde yan yana getirir mi, getirir.

Yanlarında da bir karış sakalıyla Abdurrahman El Kuveyti’yi koydunuz mu; takılsın maskeler, gelsin doçkalı pikaplar…

Felluce’de yakalanan 4 subay efsanesi, Kürt bölgelerine girilmemesi, Kerkük’ün Peşmergeye bırakılması, Musul’daki maskaralık ve nihayet bugün konulan yayın yasağı, derinlerde farklı bir şeyler olduğu ihtimalini kuvvetlendiriyor.

Ayrıca iki kafası güzel “evlad-ı fatihan”ın Pozantı otoyolundan elini kolunu sallayarak nereye gittikleri bir süredir daha çok kafamızı kurcalıyor.

Birisi “gel kardeşim geçersin” demiş veya Türkiye’yi “o rahatlıkta bir ülke” olarak tanımış olmasalardı o “savcıya tek kelime konuşmayı küfür sayan” delikanlılar, kiralık taksiyle cihada gitmezlerdi. İşin derinliklerini fazla bilmiyoruz… Maske var, yasak var, karartma var, tuzak var…

Ancak “bir şeyi” çok iyi biliyoruz: İster Şam’dan Halep’ten ister Bağdat’tan Basra’dan gelsin.

Adı ister “Hizbu’l- lah” ister “Ceyşü’l- Hudâ” olsun!..

Türk’e kılıç kaldıranın, kod adı “Lawrence” şöhreti de “Coni”dir.

Şükrü ALNIAÇIK/ ORTADOĞUGAZETESİ