Kut Nedir? Kut’a sahip olma ve Kut’u kaybetme sebepleri nelerdir?
Devletin Bekası Töre İle Kâimdir Kitabelerden öğrendiğimize göre; devletin ve milletin devamı ve bekası ancak töre ile mümkündü. Töre ile devlet birbirinden ayrılmaz ve birbirini tamamlayan iki kutsal varlıktı. “Üstte gök çökmedikçe altta yağız yer delinmedikçe Türk milletinin ilini töresini kimse bozamazdı.” Hatta töre ilden-devletten daha önemliydi. “İl yıkılsa töre kalır.” ve töre sayesinde il yeniden kurulurdu.
KUT NEDİR? KUT’A SAHİP OLMA VE KUT’U KAYBETME SEBEPLERİ NELERDİR?
Türk dilinin en eski sözcüklerinden birisi olan ve Yüce Allah (c.c.) tarafından insanoğluna verilen ve gerektiğinde geri alınan kut’un; lütuf, ihsan, bağış, kısmet, nasip, gökten inen nur, gibi çeşitli anlamları vardır. Kut, Allah’ın bağışı ile elde edilen ve sahip olunduğu sürece her şeyin yolunda gittiği ilahi kaynaklı bir güçtür. İslâmi dönemle birlikte kut anlayışı hemen hemen aynı mana ile kültür hayatımızda Allah’ın takdiri, rahmeti, bereketi, yardımı anlamları da yüklenmiş bir kavram olarak yaşamaya devam etmektedir. Türk insanı birbirinin bayramını, doğum gününü, evlilik yıldönümünü ve mübarek gün ve geceleri kutlarken “kutlu olsun” der. Türk insanı birbirine “doğum günün, evlilik yıldönümün, bayramın kutlu olsun” demekle “Allah’ın üzerindeki rahmeti bol olsun, Allah sana bağış versin, ihsan versin, hayırla mükâfatlandırsın, kısmetin bol olsun. Ömrün uzun ve bereketli olsun. Bir ömür boyu mutlu ve başarılı olasın. Allah seninle bir ve beraber olsun” demek ister. Kut bir bakıma Allah’ın er-Rahmen, er-Rahim ve er-Râfi isimlerinin kul üzerindeki tecellisidir. (er-Râfi; yükselten,yücelten, kuluna şeref bahşederek diğer kullarından üstün kılan demektir.)
Reşit Rahmeti Arat; kut kelimesini, Kutadgu Bilig çevirisinde saadet, tâlih, mutluluk ve birkaç yerde de devlet manalarıyla karşılamıştır. (Başer,1990: 52) Kutadgu Bilig’de yer alan 109. Beyite göre kut Tanrı’nın bir ihsanıdır.
Yazıtlarda kut’un (devleti yönetme gücünün), Türk kağanına Tanrı tarafından verildiği söylenmekte ancak bunun ne şekilde, hangi yolla olduğuna dair bir açıklama getirilmemektedir. Gömeç, kut’un kağana ya da bunu hak eden kişiye “kut kuşu” denilebilecek bir hayvan tarafından sembolik olarak geldiğini ifade etmekte, 2001 yılında Bilge Kağan’ın hazineleri arasında bulunan ve Bilge Kağan’a ait olduğu sanılan tacın üzerinde, ağzında çok değerli bir taş tutan kuş motifinin bunu yansıttığını söylemektedir. (Gömeç, 2006: 40)
Kut, genellikle gökten inen bir nur şeklinde düşünülmüştür (Gökalp, 1995: 34). Kut terimi, Oğuz Kağan Destanı’nda devlet idaresi hakkı, siyasi hâkimiyet anlamında kullanılmıştır. Destanda, şehrini Oğuz Han’a teslim eden bir bey oğlunun sözleri yer almaktadır: “Bizim kutumuz sizin kutunuz olmuştur. Biz sizin ağacınızın bir dalı olmuşuzdur.” (Arsal, 1947: 125). Burada yöneticisi olduğu şehrini veya yurdunu Oğuz Han’a teslim etmek zorunda kalan bey, “artık bizim kutumuz sizin kutunuz olmuştur, yani Yüce Tanrı bizden kut’unu geri almış size vermiştir” diyerek Oğuzlara bağlı bir boy olmayı kabul ettiğini beyan etmiştir.
Kut, mitolojik bir unsur olarak da karşımıza çıkmaktadır. Gökten inen bir nurdan doğan Buguhan ve oğulları sahip oldukları “kut taşı” sayesinde Uygur soyunun egemenliğini sürdürmekteyken bu taşın yitirilmesiyle hâkimiyetlerini kaybedip topraklarından göç etmek zorunda kalmışlardır. (Turan, 2005: 97). Turan, Kut Dağı’ndan da bahseder. Kut Dağı, Çinlilerin hilesi ile parçalandığı için kuraklık başlamış ve Uygurlar Orhon bölgesinden Beşbalığ bölgesine ve Doğu Türkistan’a göç etmek zorunda kalmışlardır (Turan, 2005: 80). Kaşgarlı Mahmud “kut” tabirine “devlet” anlamını vermiştir. Kutadgu Bilig’in isminde de bulunan “kutadgu” ibaresi, kutadmak fiilinden yapılmış masdar olup, kut’a eriştirmek, kut sahibi kılmak demektir. Kut, Tanrı’nın vermiş olduğu bir lütuf ve keremdir; talih ve rastlantı değildir. Sonucu ise başarı olarak görülür. XI. yy’da Kaşgarlı Mahmud kut’u, devlet olarak ele almıştır. Devletli olan, ikbâl ve saadet sahibi olmalıdır. Ancak o günkü saadet sözü bugünkü mesut olmak ile aynı anlamı karşılamamaktadır. Kut ve kutluluk; halkın anlayışı ile bir devlet kuşu gibidir (Ögel, 1982).
Eski Türklerde “kut” kelimesine şu anlamlar verilmiştir: 1) can, ruh; 2) baht, uğur, başarı, rızık; 3) yücelik, mertebe; 4) gerçeğe ulaşmak, aydınlanmak, 5) sevinç (Kazakistan Ulttıq Entsiklopediyası, 2004, s. 149’dan akt. Bogenbayev ve Calmırza, 2014, s. 70).
Yüce Tanrı tarafından dünya nizamı ile görevlendirildiklerine inanan Türk hakanları ” Gök” e götürülüp orada Tanrı’nın kut ( bağış ve izin ) vermesiyle tahta oturtulduklarına inanırlardı. Bir hakan tahta çıkacağı zaman bir keçe üzerine oturtulup dokuz defa döndürülürdü. Çünkü eski Türk dini inancına göre gök dokuz kattı. Böylece hakan göğün dokuzuncu katına çıkmış ve hakanlığı Yüce Tanrı tarafından kutlanmış-onaylanmış olurdu.
Osman Gazi de bey seçildiği zaman bir keçe üzerine oturtulup havaya kaldırılmış ve dokuz defa döndürülmüştür. (Günay, 2004: 94)
Eski Türkler, göğü, yeri ve ikisi arasındaki her şeyi yoktan var eden, kâinatın tek ve mutlak kudret sahibi olan bir yaratıcıya iman ediyorlar ve O’na Gök Tanrı adını veriyorlardı. Buradaki gök, gökyüzü manasında olmayıp ulu yüce büyük manalarına gelmektedir. Çünkü Gök Türk kitabelerine göre “gök” ve “yer” ve ikisi arasındaki “insanoğlu-kişioğlu” Tanrı tarafından yaratılmıştır. Yâni gökü yaratan da Allah’tır. Bu bakımdan Gök Tanrı’ yı “Ulu Tanrı-Yüce Tanrı” şeklinde anlamak gerekir.
Gök Tanrı, vasıfları ve taşıdığı sıfatlar itibarıyla İslâmi ölçülerdeki Allah inancına paralel düşmekteydi. Yani kâinat ve hayatın sahibi, düzenleyicisi, ölüm ve hayatın kaynağı, nimet ve sıkıntıları veren yüce varlıktı. O, kadim (Bayat), bâki (Mengü), vâhid (Bir), kendi kendine mevcut ve sıkıntılardan uzak (Mungsuz), hayy (diri), iradesi (erki) ve kudreti (ogan) olan hâlık (törütgen) ve yarattıklarına hitap eden (deyici) vâcibu’l- vücûd bir varlık idi. (Başer, 1990: 1)
Said Başer “TÜRKLÜK VE İSLAMİYET” üzerinde bir söyleşisinde ise Allah inancı ile Gök Tanrı inancı arasındaki benzerliklere şöyle dikkat çekiyor:
Başer: Allah Kadim, Tanrı Bayat; Allah Bâki, Tanrı Mengü; Allah irade sahibi, Tanrı Erkli; Allah Kâdir-i mutlak, Tanrı Ogan; Allah, Semi, Basar; Tanrı duyan, işiten; Allah muhalefetün- lil havadis ve müstağni, Tanrı Mungsuz; Allah Halim, Tanrı Tüzün; Allah Hâlık, Tanrı Törütgen’dir. (Saitbaser.com)
Eski Türklerdeki bu bir ve tek tanrı anlayışı hayatın her bölümünde kendisini gösterdiği gibi devlet hayatında ve hâkimiyet anlayışında da kendisini göstermiştir. Başta Gök -Türk kitabeleri olmak üzere çeşitli kaynaklardan öğrendiğimize göre Türk hakanlar Tanrı tarafından kut ve ülüg (kısmet) ile donatıldığı için işbaşına gelebilmektedirler. Bu tarihi kayıtlardan da anlaşılıyor ki, eski Türk devletinde siyasi iktidar kavramı “kut” tabiri ile ifade ediliyordu. Kutadgu Bilig’de açıklandığına göre; kutun tabiatı hizmet şiarı adalettir. Fazilet ve ve kısmet kuttan doğar. Beyliğe yol ondan (kuttan) geçer. Her şey kutun eli altındadır. Bütün istekler onun vasıtası ile gerçekleşir. Tanrı (iduk)tur. Bey bu makama sen kendi gücünle gelmedin onu sana Tanrı verdi. Hükümdarlar iktidarı Tanrı’dan alırlar. (Kutadgu Bilig beyit: 674, 676, 1430, 1933, 1960, 5469, 5947. Beyitler)
MÖ II-I. yüzyıllarda Hunların kağanları “kut” kelimesini “Tengri kutı” şeklinde bizzat unvanlarında kullanmışlardır. Asya Hun hakanlarının unvanları “Gök Tanrı’nın tahta çıkardığı Tanrı Kutu Tanhu” idi. Gök-Türk hakanları da idare etme hakkını Tanrı’dan alırlardı. Uygur Hakanları da hâkimiyeti Tanrı’dan aldıklarına inanırlardı. 856 yılında hakan olan Mengli’nin ünvanı “Uluğ Tanrı’da kut bulmuş Alp Külüg Bilge” idi. (Çeçen, 1986: 117)
İlk Uygur Hakanı olan “Kül Bilge” de “Kutluğ Kül Bilge” unvanını taşıyordu. O’nun yerine tahta geçen Mo-yen Çur’un unvanı da “Tanrı’da bolmuş İl Etmiş Bilge Kağan” idi.
Tuna Bulgarlarına da hakanlarına hâkimiyetin Tanrı tarafından verildiğine inanırlardı. Kurum Kitabesi’nde Tervel Han’ın hakanlık makamına Tanrı tarafından getirildiği, Melemir Kitabesi’nde “Tanrı tarafından tahta çıkarılmış Melemir”, Omurtaş Han’a ait Çatalar Kitabesi’nde ise “Yeryüzünde Tanrı Tarafından tahta çıkarılmış Omurtaş Han” ibareleri yazılıdır. (Günay, 2004: 289
II.. Gök-Türk Devleti’ni 682 yılında Çin egemenliğinden kurtaran ve devleti yeniden kuran İlteriş Kağan’ın adı da tam olarak İlteriş Kutluğ Kağan idi. İlteriş, ili yani devleti derleyen toparlayan yeniden kuran demektir..
Avrupa Hunları’nda da aynı inancı görmekteyiz. Kudretli Hun hükümdarı Attila’nın ilahi bir menşeyden geldiği kabul edilirdi. Avrupalılar Allah’ın kendilerini cezalandırmak için Türkleri gönderdiğine inanır ve Attila’ya “Tanrı’nın Kırbacı ” derlerdi. (ölümü: 452 )
Bizans elçisi Priskos, “Hunların Attila’nın ilahi bir menşeden geldiğine inandıklarını, buna itiraz edenlere çok sinirlendiklerini, dünyanın kendilerine ait olduğu inancı ile fetih ve savaşlar yaptıklarını ve sarayında bu inancın hüküm sürdüğünü söyler. Daha sonra giden diğer Bizans elçisi Jordones de Attila’nın ilahi kudret tarafından dünyanın hükümdarı tayin edildiğine, kılıcını da bu kudretin idare ettiğine inandığını belirtir.” (O Turan,1: 84)
Hakanlar Gök Tanrı’nın kut vermesiyle hakanlık makamına geliyorlar ve çeşitli sebepler yüzünden de kutunu geri çekmesi ve geri almasıyla hakanlık makamından düşüyorlardı.
Bilge Kağan, Tanrının verdiği kut sayesinde hakanlık makamına oturduğunu ve halkı derleyip, toparlayıp, diriltip doyurduğunu Kültigin anıtında şöyle anlatır:
“Tanrı lütufkâr olduğu için, benim de kutum olduğu için hakan olarak tahta oturdum.” (Kültigin Yazıtı). “İlahi lütfum (kutum) olduğu için, kısmetim (ülügüm) olduğu için, ölecek halkı diriltip doyurdum.” (Kültigin Yazıtı).
Çingiz Han da, eski Türk hükümdarları gibi Tanrının kendisini himaye ettiğine ve kendi şamanı Gökçe’nin tebşiratına göre de dünya hâkimiyetini kendisine verdiğine inanıyordu. O da, Türk hanları gibi, seferlerinde Tanrıya dua ediyor; zafer kazanması için yardımcı olmasını diliyordu. Moğol fatihi, Türkistan padişahı Sultan Alâeddin Muhammed Harezmşah’a karşı harekete girişirken ilk önce, Otrar şehri (Farab civarında) önünde, yalnız olarak, bir tepeye çıkıp üç gün yaptığı duayı da burada tekrar hatırlatmalıyız. Bundan sonradır ki Çingiz Han Türk-İslam dünyasının en büyük ve kudretli devletini yıkmış ve çok yüksek medeniyet merkezlerini tahrip etmişti. İslam müellifleri Harezmşah’ın mağlubiyetinde gururunu, dini zaaflarını, Bağdad halifesine karşı Şiileri tutmasını ve Çingiz’in zaferinde de onun Tanrıya bağlılığını ve duasını sebep olarak göstermişlerdi.
Gürcü ve Ermeni kaynakları da Moğolların Tanrı adını dillerinden düşürmediklerini, üç defa diz çökerek ona taptıklarını ve mektuplarının başına da “Mengü Tengri küçündür” (Ebedi Tanrının gücü ile) ibaresini kullandıklarını yazarlar. Onlara göre gökler Tanrıya ve dünya da Çingiz Han’a ait bulunuyordu. Bu münasebetle de onun Türk destanlarında görülen kahramanlar gibi semavi bir nurdan doğduğuna inandıklarını belirtirler. Moğollar Müslüman hükümdarlarına gönderdikleri mektupların başına da, bunu bazen Arapçaya tercüme ederek, “Gök Tanrı’nın nâibi”, “Şark-garp bütün dünyanın en büyük kağanı, bütün hükümdarların itaatini emreder” şeklinde koyuyorlardı. Oktay Kaan’ın 638 (1240) tarihli bu mektubu yanında Hülagü’nün mektubu sadece yer ve göklerin hâlikinin adı ile ve Arapça olarak başlıyordu. Altun-Ordu hanları bu formülü İslamiyet’e uydurarak “Mengü Tanrı gücünde, Muhammed Resulullah, Hacı Giray sözüm” şeklinde yazıyorlardı. Timur’un paraları üzerinde bu formül Moğolca yazıldığı halde torunu “Uluğ beg Gürgan sözüm” tarzında Türkçe ibareyi kullanıyordu.
Fatih Sultan Mehmed’in, Uzun Hasan’a karşı kazandığı zaferini, Türkistan hükümdarlarına bildiren Uygurca yarlığı “AllahTeâlâ’nın inayeti ile Sultan Muhammed Han sözüm” ifadesi ile aynı divan an’anesine uygun olarak başlıyordu. İslami şekli ile bu başlangıç ifadelerine Osmanlı sultanlarının Uygurca olmayan mektuplarında da rastlanır. Filhakika Yavuz Sultan Selim’in “ el-Müeyyed min indillah Ebu’I-Muzaffer” ve oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın Avusturya ve İspanya hükümdarlarına, tuğrası ile birlikte ve “Hak Telala’nın inayeti ve ulu Peygamberimizin mucizatı berakatı ile ben ki yer-yüzü hakanlarına taç giydiren, sultanlar sultanı …“ ibaresile başlayan mektupları eski Türk cihangirlik ve ilahi hâkimiyet an’anesinin İslami bir şekil alarak Osmanlı devrine kadar yaşadığını göstermektedir. (Turan, 1969: 98, 99)
“Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre” adlı eserde Sait Başer kut konusunda aşağıdaki bilgileri aktarıyor:
Devrin Gök Türk alfabesiyle yazılıp günümüze kadar ulaşan Irk Bitig adlı fal kitabında görüldüğü üzere, bir insan Tanrı’ya tâ’zim ve hürmetle niyaz ederek O’ndan kut isteyebiliyordu. Tanrı’da “kut ve sürüler” veriyor, “uzun ömürler” ihsan ediyordu. Demek ki kut, menşe itibariyle Tanrı’dan gelmekte idi.
M.Ö. 209-174 seneleri arasında hüküm süren Mo-Tun, Tanrı’dan kut almış bir Hun hakanı idi. Yine M.Ö. 74’ten önceki Hun tarihinde unvanı “kutlu” olan bir hakandan söz edilmektedir.
Kaynaklarımıza göre “Tanrı’nın kendisine kut ve sadet verdiği kulun işi her gün yükselirdi.” “Tanrı kime destek ve yardımcı olursa o kul kut bulur. (K.B. 1267-1268.b.)” “Tanrı kime inâyet ve yardım ederse dünya onun olur ve kuta kavuşur. (K.B. 6192. B.)” du. “Kut Tanrı’nın fazlındandı.( K.B.6193.b.)” Ve “Kutu yükselten de O idi.(K.B.1258. b.) ” “Kut’un güçlenmesinin bir diğer sebebi de halkın hayır duası idi. (K.B. 6424.b.)”Fakat “Beyin (hükümdarın) dili ve tabiatı düzgün olmazsa kut o memlekette dolaşamaz kaçardı. (K.B. 2012.b.)” (Başer, 1990: 2, 3)
Yüce Tanrı’nın kut vererek hakanlık makamına oturttuğu hakan kuta layık olamaz ve töreye uygun hareket etmez ise Yüce Tanrı ondan kutunu geri alır ve onu hakanlık makamından düşürürdü.
Hun hakanı Tuman (Teoman)’ın oğlu Mete ile girdiği saltanat mücadelesinde nereden geldiği belli olmayan bir ok ile vurulması ve ölmesi de kut’unu kaybetmesi olarak yorumlanmıştır. Çünkü Tuman Han yerine Çinli bir prensesten olma küçük oğlunu tahta oturtmak istiyordu. Onun bu davranışı töreye aykırıydı. Tuman’ın töreye aykırı hareket etmesi ve halka zulmetmesi sonucu Yüce Tanrı kutunu geri almış ve O’nu hakanlık makamından düşürmüş ve yerine M.Ö. 209 yılında Mete hakan olmuştu. Aslında Tuman’ı öldüren ne Mete, ne Mete’nin askerleriydi. Gerçekte O’nu öldüren ve vermiş olduğu kut’u geri alarak hakanlık makamından düşüren Yüce Tanrı idi.
Gök-Türk tarihinde genç hakan İnal Kağan’a karşı yapılan 716 yılı ihtilalı bu gerekçeye dayanmıştır. 581 yılında Gök Türk Hakanı Ta-Po’nun yerine O’nun vasiyet ettiği Ta-Lo-Pien’in hakanlığını töreye uymadığı için devlet meclisi reddetmişti. (Günay, 2004: 31) Yine İlteriş Kutluğ Kağan’ın ölümünden sonra Bilge ve Kültigin’in yaşlarının küçük olması nedeniyle hakanlık makamına oturan Kapkan Kağan’ın çok büyük zaferler elde etmesi ve çok büyük işler başarmış olmasına rağmen halka kötü davranmasından dolayı Tanrı’nın kut’unu geri aldığı ve hakanlık makamından düşürdüğü anlatılır. (Kapağan, Kapağan eski Türkçe de fatih demektir) Kapağan kağan 716 yılında bir seferden dönerken pusuya düşürülmüş ve öldürülmüştür.
Yine Kapağan Kağan’ın ölümünden sonra hakanlık makamı töreye göre Bilge Kağan’ın hakkı iken tahta geçmeye yeltenen İnal Kağan’ın öldürülüşü “Tanrı’nın kut vermemesi ve töreye uygun hareket etmemesi olarak açıklanmıştır. (Gök -Türk Kitabeleri, Bilge Kağan Anıtı, Doğu Cephesi 35. Satır.)
Gök-Türk kitabelerinden öğrendiğimize göre Yüce Tanrı sadece beylere değil Türk milletine de kut verirdi. Tanrı’nın Türk milletine verdiği en büyük kut “İl” yani devlet idi. Bu durum kitabelerde “İl berigme Tanrı-İl veren Tanrı” yani devlet veren Tanrı olarak geçer. (Kül Tigin Antı, Doğu Cepesi: 25-26 satır, Ergin: 1973:24)
“Tanrı irade ettiği için tahta oturdum, dört yandaki milletleri nizama soktum” diyen Bilge Kağan; “Tanrı güç (kut) verdiği için Türk askerleri kurt gibi ve düşman askerleri koyun gibi idi” der. Çin esareti zamanında da “Türk Tanrısı Türk milleti yok olmasın diye babam İl-Teriş Kağan’ı ve anam İl-Bilge Hatunu gökten tutup yükseltmiştir.” Fakat Tanrı, sevdiği ve himaye ettiği milletin hanları, beyleri ve halkı doğru yoldan, milli örf ve nizam (türe)den ayrıldığı zaman onları cezalandırır; kendilerini Çin esaretine düşürürdü. (Turan, 1969:1.94) Yani töreye uymadıklarından dolayı onlardan kut’unu geri alır ve onları Çin esaretine düşürerek cezalandırırdı.
Aynı düşünce Tonyukuk anıtında da “Tanrı onları cezalandırdı ve mahkûm etti” şeklinde geçer (Turan, 1969:1.94). (Tonyukuk Anıtı, 1. Taş, Batı cephesi 4. Satır, Ergin:1973: 52)
Kut, Allah’ın bir bağışı olması yanında yetkisini kötüye kullanan, töreye uymayan veya halkın beklentilerini yerine getirmeyen idarecilere karşı koyma, onu tahttan indirme hakkını halka ve devlet meclisine veren bir güçtür. Bu özelliğiyle Kut, hem Türk halkını hem de Türk devletini korumuş, hem de hükümdarlığa layık olmayanların bu mevkide kalmasını önlemiştir
Yüce Tanrı’nın kut vermesi ile hakanlık makamına oturan Türk hakanları insanüstü varlıklar olmayıp diğer insanlar gibiydi. Onlarda iyi, kötü bilge, bilgisiz, alp ve korkak, gönül adamı, gönülsüz olabilirlerdi. Demek ki Eski Türklerde hâkimiyet anlayışı karizmatik olmakla beraber, hakanlar Tanrı’ya, halka ve Töreye karşı sorumlu idiler. Onlar da her insan gibi, iyi, kötü, başarılı, başarısız olabilirlerdi. Hakanlar Kut’a layık olmak ve Töre’ye uygun hareket etmek zorunda idiler.
İyi ve başarılı hakanların bu durumları Gök-Türk kitabelerinde “iyi kağan imişler, alp kağan imişler!” “Buyrukları (vezirleri) de bilge imiş! Alp imiş! Şeklinde anlatılır.
Kötü kağanların özellikleri ise yazıtlarda şöyle geçmektedir:
“Ondan sonra, küçük kardeşleri kağan olmuşlar! Oğulları kağan olmuşlar!
“Ondan sonra küçük kardeş büyükleri gibi yaratılmamış, oğul babası gibi yaratılmamış!”
“Bilgisiz kağanlar (tahta) oturmuşlar, kötü kağanlar tahta oturmuşlar imiş!”
Kaynaklardan öğrendiğimize göre Yüce Tanrı bilge, alp, erdemli, töreye uygun hareket eden, babalık görevlerini yerine getiren ve halka hizmet eden, dürüst ve alçak gönüllü kişilere kut verir ve onları hakanlık makamına oturturdu. Bilgisizlik, kabalık, zorbalık, halka kötü davranmak ve töreye aykırı hareket etmek ise kutun geri alınmasının başlıca sebepleriydi.
Esasen Türklerde kut anlayışı sınırsız bir hâkimiyete imkân tanımamaktadır. İdare yetkisi bazı şartlarla sınırlandırılmıştır. Bunun başında halkı doyurmak, giydirmek, toplamak, çoğaltmak ve huzura kavuşturmak, töreye uygun hareket etmek gelir. “Halka açmısın, tokmusun? Diye sor… Elini açık tut… Bir hükümdar kuldan fakir adını kaldırmazsa nasıl hükümdar olur? ” ( Kutadgu Bilig 2983. beyit.)
“Töre konuşunca hakan susar” ve “Zor kapıdan girerse töre bacadan çıkar” atasözleri Türk hakanlarının töre hükümlerine uymaya mecbur olduklarını göstermektedir.
Kutadgu Bilig’de halkın hakandan istekleri şöyle sıralanır:
a-İktisadi- ekonomik istikrar (Adil gelir dağılımı-Sosyal adâlet) , b-Adil kanun, c- Asayiş. (Barış-Huzur)
Eski Türk devlet felsefesine göre Yüce Tanrı’nın kut vererek hakanlık makamına oturttuğu Türk hakanlarının en başta gelen görevleri yeryüzünde Allah’ın vekili-temsilcisi olma bilinciyle hareket ederek, ülkede asayişi, barışı, huzuru ve sosyal adaleti tesis edip, törenin-kanunların adil ve doğru yürümesini sağlayıp ekonomik istikrarı sağlamak ve tebadan fakir adını kaldırmaktı. “Ey hükümdar sen halkın bu isteklerini öde, sonra kendi hakkını isteyebilirsin!” (beyit:2983,5578). ” Bey iyi kanun yap, kanuna kendin uy ki halk ta sana itaat etsin !” (beyit 1458, 2111)
Gök-Türk kitabelerinde geçen “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım; ölesiye, bitesiye çalıştım. Aç milleti tok, az milleti çok, yoksul milleti zengin kıldım..” ifadeleri bu görevlerin hakanlar tarafından titizlikle yerine getirildiğine işarettir.
Türk hakanları bu vazifelerini yerine getiremez ise Tanrı kut’unu onlardan geri alır ve hakanlık makamından düşerlerdi.
Türk hükümdarı Tanrı tarafından kut ve ülüg (kısmet) ile donatıldığı için iş başına gelebilmektedir. Bu tarihi kayıtlardan da anlaşılıyor ki, eski Türk devletinde siyasi iktidar kavramı “KUT” tabiri ile ifade ediliyordu. Kutadgu Bilig’de açıklandığına göre : “Kut’un tabiatı hizmet, şiarı adalettir. Fazilet ve kısmet kuttan doğar….Beyliğe (hakanlığa) yol ondan geçer… Her şey kutun eli altındadır, bütün istekler onun vasıtası ile gerçekleşir. Tanrı (iduk) tur… Bey bu makama sen kendi gücünle gelmedin, onu sana Tanrı verdi… Hükümdarlar iktidarı Tanrı’dan alırlar.”(Kutadgu Bilig Beyit: 674- 676, 1430, 1933, 1960, 5469,5947. beyitler)
Türkler, İslâm öncesi telakkilerinden olan “Kut” a da İslâmi bir anlam vermişler, onu Allah’ın takdiri veya nasibi olarak yorumlamışlardır. İslâm inancında Allah kadir-i mutlaktır, her şey O’nun tasarrufuna bağlıdır. Ancak bir insan nasibinde varsa devlet başkanı olabilir..
Eski Türk düşüncesine göre hakan olmak bir kader ve talih işidir. Tanrı kut verirse kişi hakan olur. Hakanlar, cömert, bilgili, iyi ve cesur olurlar, töreye uygun hareket ederler ise Tanrı onlar ile beraber olur. Eğer töreye uygun hareket etmez. “babalık” görevlerini yerine getirmez, halkı yedirip içirip doyurmaz, kötü kalpli ve korkak olurlarsa Tanrı onlardan uzaklaşır, kut’unu geri alır ve onları cezalandırırdı.
Türk töresine göre Yüce Tanrı insanı “adalet” için, “törenin tatbiki” için hakanlık/İdarecilik makamına getirir. “Beylik” yani idarecilik törenin (adaletin ve hukukun) uygulanması için konmuştur. Bu düşünceler Kutadgu Bilig’ de şöyle anlatılır:
“Bu beylik mesnedine sen isteyerek gelmedin; onu Tanrı kendi fazlı ile sana ihsan etti.” (beyit 5469)
“Lütuf ederek, sana bu beyliği verdi; ey bilgisi geniş olan insan, buna şükret.” (b. 5470)
“Bu beyler hâkimiyetlerini Tanrı’dan (bayattan) alırlar; halk iyi olursa bey de iyi olur” (b. 5947).
“Tanrı seni doğruluk-adalet için bu mevkie getirdi. Haydi, doğru-adil ol ve doğruluk-adalet ile yaşat.” (b.5195)
“Bütün halka karşı merhametli ol, büyüğe küçüğe doğruluk, adalet ile hükmet.” (b. 5197)
“Bu gün herkesin iyi olmasını istersen, kendin iyi ol, ey memleketin büyüğü ” (b. 5200)
“Bütün bulanıklıkları durultmak istersen kendin ruhunu tasfiye et; halk ister istemez durulur. (b. 5201)
“Halk bozulursa, onu beyler düzene koyar; eğer beyler bozulursa, onları kim düzeltir.” (b.5203)
“Sen kendi hareketini doğrult, tavrını düzelt; halkın hareketi kendiliğinden düzene girer.” (b.5204)
Beylerin-hakanların adil, doğru olmaları, kanunları doğru uygulamaları konusunda Kutadgu Bilig’de şöyle denilir:
“Ey hâkim, memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen, kanunu doğru yürütmeli ve halkı korumalısın.” (b. 2033)
“Kanun (töre) ile ülke genişler ve dünya düzene girer; zulüm ile ülke eksilir ve dünya bozulur.”(b. 2034)
“Beyler gönüllerini temiz tutar ve kanunu (töreyi) tatbik ederlerse, beylik bozulmaz ve uzun müddet ayakta durur.” (b. 2036)
” Adalete dayanan töre – kanun- bu göğün direğidir; töre bozulursa, gök yerinde durmaz “,” Bu töre- kanun koyan beyler hayatta bulunmasalardı, Tanrı yedi kat yerin nizamını-düzenini bozmuş olurdu.” (KB. 3463- 3464. b. )
Ayrıca töre ne kadar iyi tatbik edilirse kut o kadar güçlenmekte neticede kurt ile kuzu bir arada görülebilecek derecede bir sükûnet devri açılmaktadır. (Başer:78) (Törenin) Tabiatı dürüst ( köni ), tavrı (fıtratı ) munistir, sözü doğru, gönlü zengindir.”(KB. 407. b), ” Zulüm yanar ateştir, yaklaşanı yakar; kanun – sudur; akarsa nimet yetişir” (KB. 2032. b.), “Ey hâkim memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen, kanunu (töreye) doğru yürütmeli ve halkı korumalısın. ” (KB. 2033. b.), “Kanun-töre ile ülke genişler ve dünya düzene girer; zulüm ile ülke eksilir ve dünya bozulur.” (KB. 2034. b.)(Günay, 2004:44)
Töre ve yasalar önünde herkes eşitti. Türk töresinin değişmez temel prensiplerinden birisi de ” könilik ” yani adaletti. Kutadgu Bilig’den öğrendiğimize göre : “Adalet eğrilirse (köni eğri bolsa) kıyamet kopardı.” (808. b.) “Beylik çok iyi bir şeydir, fakat daha iyi olan töreyi adaletle tatbik etmektir.” (456. b.) Türk devletinde “adalet mülkün-devletin temelidir. Çünkü cihana huzur ve barış getirmekle yükümlü olan Türk devletleri adalet-könilik temeli üzerine kurulur, beyliğin esası adalet yoludur. (821. b.) Çok ince olan bu adalet yolunda yürümek istersen, ey temiz kalpli ( kılkı silig = temiz tabiatlı) insan önce yediğinin helal olmasına dikkat et.( 4407. b.) Töre güneşi ancak adaletle mukimdir; parlaklığını adaletten alır (2789. b.). Yüce Tanrı’nın verdiği ‘Kut’ a yükselmek ve sahip olmak içinde insana könilik-adalet lazımdır. (Yani Yüce Tanrı adil olanlara kut verir.) Bu nokta da insanlık adaletten ibarettir. (865. b.) (Günay, 2004:50)
“Adalete istinad eden (dayanan) töre göğün direğidir, töre bozulursa bu gök yerinde duramaz.” “Bu töre koyan beyler hayatta bulunmasalardı, Tanrı yedi kat yerin nizamını bozmuş olurdu.” (K.B.3463. ve 32464. B.) (Başer, 1990 : 78)
Ayrıca töre ne kadar iyi tatbik edilirse kut o kadar güçlenmekte neticede kurt ile kuzu bir arada güdülebilecek derecede bir sükûnet devri açılmaktadır. Töre ihsanla bilinmektedir, kut hizmet ile. Hizmet yerinde olursa kut kapıları açılmaktadır. (KB. 594. B.) (başer, 1990: 78)
Kutadgu Bilig’de töre, hükümdar rolünde ve Kündogdı adıyla karşımıza çıkarken, “kut” vezir rolünde ve Aytoldı adıyla karşımıza çıkmaktadır.
Daha önce Yüce Tanrı’nın töreye uygun hareket edenlere “kut” verip, onları hakanlık makamına getirdiğini belirtmiştik. Kutadgu Bilig’de bu durum şu şekilde açıklanır:
” Aytoldı dedi (yani kut dedi): Ey Devletli Hükümdar ülkelere hâkim ol, iyi adın dünyaya yayılsın. ” ( b. 836 )
” Ben de (yani Tanrının bağışladığı kut olarak) bu uzun yolu yürüyüp ve çok zahmet çekip, yorularak sana geldim. ” (b. 837)
“Bu tabiat ve faziletlerinden dolayı (yani töreye uygun hareket etmenden dolayı), büyük bir arzu ile senin hizmetine geldim. ” (b. 838) Yani töreye uygun hareket etmenden dolayı beni sana Yüce Tanrı gönderdi. Seni kutladı ve bağış verip hakanlık makamına oturttu denilmektedir. Kutadgu Bilig’deki 321, 322, 323, 324, 325. Beyitlere göre Kut’un tabiatı kararsızdır, gelince emniyet hissine kapılmak yanlıştır. Kut vefasız ve dönektir. Kuta kavuşan kişi rehavete kapılmamalıdır. Çünkü kut kendisine dâima, yeni ve taze yer arar, kötülük, yıpranmışlık ve eskilikten kaçar. Kut aslında göç atı gibidir, göçer gider; onu bulunduğu yerde tutan alçakgönüllülüktür. Kut’a kafa tutan ıstırap içinde mahvolur. Ama ona boyun eğen arzularına kavuşur. Ona vurmak isteyen kendisi vurulur, onu ezmek isteyen kendisi ezilir. (678-679.b.)(Başer, 1990: 53)
Kutadgu Bilig’de töre’yi temsil eden Kündogdı’nın en önemi özellikleri ve faziletleri, töreye uygun hareket etmesi, bilge, dürüst, adil, cömert, alçakgönüllü olması ve halka hizmet etmesidir. Çünkü Kut alçakgönüllü, tatlı dilli, güler yüzlü ve adaletli kimselere gelir. Kutadgu Bilig’e göre kut’u tutmak için, tatlı dilli, güler yüzlü, cömert ve adil ve dürüst olmak, töre hükümlerine uymak ve halka hizmet gerekir. Bunlara dikkat etmeyen ve uymayan bey kut’unu kaybederdi. Yani kut onu terk eder ve kut’unu kaybeden bey de hakanlık makamından düşerdi.
(Türk hâkimiyet düşüncesine göre Tanrı sadece siyasi iktidarı veren değil, aynı zamanda vermiş olduğu bu iktidarı geri alabilen bir kudrete sahiptir. Tanrı’nın bu kuvveti, Türk hükümdarlarının üzerinde daima siyasi bir baskı aracı olmuştur. Bu nedenle Türk hükümdarları Tanrı’nın verdiği “kut”u ellerinde tutabilmek için devamlı çalışmak ve başarılı olmak zorundadır. Hükümdarlığı hak ettikleri sürece başta kalır aksi takdirde kutlarını kaybederek iktidardan düşerler. (Koca, 2002).
Kut’un kalıcı olması için hükümdarın akıl, bilgi, iyi huy, alp ve cihangir olma, erdem sahibi olma gibi özelliklerin yanında; iyilik, güç, alçak gönüllü ve tatlı dilli olma, aşırı olmayıp kötü işlere girmeme, malını yerinde harcama, büyüğe saygı ve küçüğe sevgi gösterme, kimseyi kırmama, içki ve israftan uzak durarak dürüst olma gibi özellikleri taşıması gerekir (Ögel, 1982).
Eski Türkler: “Nasıl olsa kut’um var” düşüncesiyle gevşeklik gösterirlerse “Kut gider” bilincindeydiler. Kut’un muhafazası, dâima iyilik ve uyanıklıkla mümkündü. (K.B. 450. ve 455.b.)
Tanrı, kut’unu yüceltmek istediği bir kişiye iş bilir yardımcılar da verirdi. Tabi aksi de mümkündü. (KB. 1761.b.) Çünkü kimin arkası varsa o kimse kuvvet bulur ve kudretli insanın kutu temelli olurdu. (K.B. 1699. b.) Ayrıca, “halkın duası” da kut’un devamı için gerekliydi. (K.B. 6424.b.) (Başer, 1990:62)
Kut Kaybetme Sebepleri
“Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre” adlı kıymetli eserin sahibi Said Beşer Hoca kitabında kut kaybetme sebeplerine özel bir başlık açmış kut kaybetme sebeplerini şu şekilde sıralamıştır.
Kut, töreye uyulduğunda, insanın iç gücünün harekete geçirilmesi mâhiyetinde bir mefhum olarak karşımıza çıkmıştır. Onun zuhûru, görüldüğü üzere, insandaki iyi hasletleri meydana çıkarmak; muhâfazası da bu hasletlerin yanına başka unsurlarla birlikte “halkın duâsı” nı ilave etmek suretiyle sağlanıyordu.
Anlaşılan, insandaki yaradılıştan getirilen ham kuvvet; ancak, hizmet, gönül uyanıklığı, hikmet ve adalet gibi temel kaidelere riayetle ve tabii seyri içerisinde olgunlaşmaktadır.
Meselenin menfi yönü, yâni kut kaybetme sebepleri; olgunlaşmayı durduran, gerilemeye yol açan ve aslında insâni vasıfları öldüren noktalara işaret eden töre hükümleridir. Bu hükümler, içtimâi nizamı tesis etmek yanında, ferdin iç tekâmülünü de hedef almaktadırlar. Tekâmülün tahakkuku için kurulan sistem tabii, ama çok hikmetlidir. Ferdin ıslâhı, cemiyet meselelerinin temelden çözümünü sağlamaktadır. İnsan fıtratına akort edilmiş bir sistemdir.
Şöyle ki ;
“Nerede fesat olursa oradan kut kaçar gider; fesat şüphesiz, her yerde, daima beyliğe halel getirir. (KB.2104. b.)
“Kut bulmuş kişi fesada yaklaşmaz; çünkü fesat, sönmüş olan (nefs) ateşi(ni) tutuşturur.” (K.B.4412. b.)
“Şarap içme” Şarap içme, zina etme kendini koru; ikisi de insana yoksulluk elbisesini giydirir.” İçki insanı bir türlü günaha (yazuk) eder; kut zinadan kaçar ve zâninin (zina edenin) yüzüne tükürür.”(K.B.1334-1335. B.) Fesada karışma uzak dur; zina yapma, fısk ve fücur ile kara yüzlü olma”, “Bu iki hareketten ıduk kut kaçar. Bunlar insana fakirlik yolunu açar” (K.B. 1337-1338). (Buradaki “İduk kut” kutsal kut demektir. İduk sözcüğü eski Türkçede kutsal olan nesne demektir. Tanrı’dan gelen kut elbette kutsaldır. M. Günay)
“İçki içme, içki içen insanın kut’u elden gider; içki içenin adı deli ve budalaya çıkar” , Çünkü “ Şarap mideye girerse sözü dışarı çıkarır; bu çıkan söz de tekrar kendisini yakar” (K.B. 2655-2656. b. vd.).
“Bak, şu birkaç şey insan için kötüdür. Yalnguk (insan) (da) bunları bilirse kendisini korumuş olur”, “Bunlardan biri yalan söylemektir; ikincisi verilen sözden dönmektir”, “Üçüncüsü ise, içki ibtilasıdır; buna tutulan bir kimse, şüphesiz tamamen boşuna yaşamış olur”, “Biri de insanın inatçı olmasıdır; bu inatçı insan için dünyada sevinç yoktur”, “Yakışıksız hallerden biri de kaba tabiatlı olmaktır; böyle adam başkalarının (kişilerin) evinde tozu dumana katar”, “Biri boş boğaz, hiddetli ve öfkeli olmaktır; söğmeye başlarsa, insanın kalbini kırara”, “İşte bu birkaç şey bir kimse üzerinde toplanırsa IDUK KUT ONDAN KAÇAR, UZAKLAŞIR” (K.B. 337-343.b.).
“Hükümdar (yâni töre) mukabelede bulundu;- Bir bey için verdiği sözden dönmek çok fena şeydir. Verdiği sözden dönen bey hiçbir zaman dünyaya hakim olmasın. Yalancı bir hasis kimse halka nasıl beylik edebilir. Bilgi de, bundan daha iyi bir söz söylemiştir: İnsan sözünden dönerse KUT DA ONDAN YÜZ ÇEVİRİR, KAÇAR” (K.B. 5072-5076. B.)
Hele “İhtiyarladığı halde nefsine uyan kimse” zaten kut’suzdur (K.B.4076.b.). Kut da layık olmayandan kendisini geri alır (K.B. 1173.b.). Dünya sevgisi, dünyaya gönül verilmesi kut’u zayıflatır (K.B.1173.b.). Zaten “Olmayacak kimseye devlet ve kut gelirse o, ayağına gelen bu devleti derhal teper” (K.B. 1715.b.)
Görüldüğü gibi kut’u kaçıran, zayıflatan şeyler umumiyetle insan fıtratına uymayan davranışlardır. O, daima manevi dünyası ahenkli bir bünyeden tecelli etmektedir. Bu noktada kut’u temsil eden Aytoldı’nın, ölümüne yol açan hastalığı anlatırken kullanılan “Unsurlar arası ahenk bozuldu” ifadesi çok düşündürücüdür” (K.B.1052-1056. b.). (Başer,1990:63-64)
Yüce Allah nasıl ki töreye uygun hareket eden, dürüst, adil ve halka hizmeti şiar edinen kişilere kut veriyorsa, töreye aykırı hareket edenlerden de kutunu geri alırdı. Töreye uygun hareket etmek kut kazanma sebebi ise töreye aykırı hareket etmekte başlıca kut kaybetme sebebiydi.
Devletin Bekası Töre İle Kâimdir
Kitabelerden öğrendiğimize göre; devletin ve milletin devamı ve bekası ancak töre ile mümkündü. Töre ile devlet birbirinden ayrılmaz ve birbirini tamamlayan iki kutsal varlıktı. “Üstte gök çökmedikçe altta yağız yer delinmedikçe Türk milletinin ilini töresini kimse bozamazdı.” Hatta töre ilden-devletten daha önemliydi. “İl yıkılsa töre kalır.” ve töre sayesinde il yeniden kurulurdu.
Eski Türklerde devlet kavramı “il” sözcüğü ile ifade edilirdi. Göktürk Kitabeleri’nde “İl” kelimesi devlet anlamında kullanılmıştır. İl aynı zamanda barış demektir. İlhan da barış hanı manasına gelir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de İlçi-Elçi sözcükleri de devleti temsil eden ve barış görüşmelerini yürüten görevlilere verilen ad olarak kullanılmaktadır. Türk hakanlarının en önemli görevlerinin başında yurtta ve dünyada barışı ve huzuru tesis etmek gelirdi. Savaşlar bile barışın ve huzurun sağlanması için yapılırdı.
Kaşgarlı Mahmud’un “Divan-i Lügat-it Türk” adlı Arapça-Türkçe lügatinde ise “İl” sözcüğünün “sulh, barış” anlamalarında kullanıldığını görmekteyiz. (1. cilt: 48, 106,168)
Kutadgu Bilig’e göre en üst seviyede Töre emri olan Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi’nde maksat bütün dünyanın “Kut kuşağı” bağlamasını temin etmek, kurt ile kuzuyu bir arada yaşar hale getirmekti. Yâni zıd unsurları ahenkleştirmek bahis konusuydu. (Başer, S:1995:212)
Eski Türk hâkimiyet anlayışına göre ülkenin ve cihanın birliği, dirliği ve insanların barış içerisinde yaşaması kut ile alakalıydı. Türk Cihan hâkimiyetini, dünya barışını ve dünya nizamını ancak kut kazanmış bir hakan gerçekleştirebilirdi. Cenab-ı Hakk’ta kutu ancak, töreye uygun hareket eden, bilge, alp, alçak gönüllü, dürüst ve adil kişilere verirdi.
Not. Yazı ancak kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.
KAYNAKLAR
Sadri. Maksudi ARSAL Türk Tarihi ve Hukuk, İ.Ü. Yayınları No: 336, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1947
Ziya GÖKALP : Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul, Toker Yay,1995.
Sadettin GÖMEÇ (2006). Türk Kültürünün Ana Hatları. (1. Baskı), Ankara: Akçağ Yayınları.
Divanü Lügat-it Türk, Kaşgarlı Mahmud, Besim Atalay Tercümesi, I. Cilt TDK yayını
İbrahim Kafesoğlu Türk Dünyası El Kitabı, Ankara 1992
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1996
P Bahaaddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, cilt I _ II M E B yayını 1997
Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime (Türklerin Soy Kütüğü) Prof. Dr. Muharrem Ergin yayını Tercüman 1001 Temel Eser
Orhun Abideleri, Muharrem Ergin yayını, İstanbul 1973
Müneccimbaşı Tarihi I, Tercüman 1001 Temel Eser.
Said Başer, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, Ankara 1990, Kültür Bakanlığı Yayını
Said Başer,Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre’den Sevgi Toplumuna, Seyran Kitap, İstanbul 1995
Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi, cilt I ve II, İstanbul 1969
Hüseyin .AKYÜZ (2002). Kutadgu Bilig’de Sosyo Pedagojik Ve Siyasal Söylem. Erzurum: Eser Ofset.
Ögel, Bahaaddin ÖGEL,(1982) Türklerde Devlet Anlayışı. Ankara. Başbakanlık Basımevi
Muharrem Günay, Devlet ve Hayat Felsefemiz DÜNYA BARIŞI, Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Yayını, Geçit Yayın. 2004
Salim Koca (2002). Eski Türklerde Devlet Geleneği Ve Teşkilatı, Türkler, c. 2, Yeni Türkiye Yayınları
Muharrem Günay (Sıddıkoğlu)