Dolar 32,4520
Euro 34,7348
Altın 2.440,26
BİST 9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 18°C
Az Bulutlu
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cts 16°C
Paz 18°C
Pts 18°C
Sal 18°C

İşten değil, dişten artar!

27/11/2021 18:19 | Son Güncellenme: 27/11/2021 20:03
A+
A-

İşten değil, dişten artar!

Yazı konusu detay gerektirdiği için biraz uzun olacağını baştan belirtelim..

Değerli okur, Atalar der ki:
“İşten değil, dişten artar”
Ki, düşünecek olursanız ne kadar doğru bir söz!

Bu bağlamda, ekonomi biraz da talebeliğimizin korkulu rüyası “havuz problemlerine” benzer..
Hani hatırlarsanız çoğu zaman soru şöyle başlar; “bir su havuzumuz ve bu havuzu dolduran 2 musluk var.. Biri havuza saatte şu kadar, diğeri şu kadar litre su akıtmaktadır.” diye devam eder.. Fakat, bu problemlerde genellikle bir de, havuzu boşaltan bir musluk vardır..
İşte bütün mesele bu musluktadır…

Şayet, 3’ü de açıkken suyu boşaltan musluk, doldurmaya çalışan diğer 2’sine göre daha geniş ve büyükse, işte o havuzu ne yapsanız dolduramazsınız!

Şimdi verdiğimiz örnekte olduğu üzere, ekonomimiz işte bu halde..

Gerek kişi bazında, gerekse de devlet bazında: bir kazanıyoruz, 5 harcıyoruz.. Üstelik bu şimdinin sorunu veya alışkanlığı da değil..
Uzun yıllardır maalesef bu böyle devam edip gidiyor!

Değerli okur,
Toplumun aynası bizleriz..
Şöyle ki, (istisnalar kaideyi bozmaz) havadan-sudan farketmiyor emek sarfetmeden kazançlarımızın olmasını, ceplerimizin dolmasını seviyoruz-istiyoruz..

Bunun yanısıra şu veya bu şekilde zorluklarla elde ettiğimiz kazançlarımızı da; gerekli, gereksiz demeden fütürsuzca harcıyoruz…

Bu harcama çeşitleri, malumlarınız kişiye, mali durumuna göre:
Lüks bir araba, villa, yat, kat, giyim-kuşam, araç-gereç, mutfak, (yurt içi-dışı) seyahatler vs. gibi örnekleri daha da çoğaltacağımız şekilde gerçekleşiyor!

Bu hususta başat birkaç örnek verecek olursak..

Şimdi bakıyorum, zengin fakir hemen herkesin kapısının önünde (genellikle dışarıya döviz ödeyerek ve çoğu zaman borçlanıp banka kredileriyle aldığımız) bir, iki, hatta aile fertlerinin sayısı kadar arabalar var!

Birçok kez şahit olduğumuz üzere 50 metre ötesindeki bakkala, manava aracına binip gidenlerin çoğaldığı günümüzde; bu arabalar haliyle su yakmıyor..!

Yani cari açığımızın en büyük kalemini oluşturan ve dışardan almak (ithal etmek) zorunda olduğumuz petrolden elde edilen benzin, mazot gibi yakıtları yakıyor.. Ayrıca araçların bakım-tamir ve yedek parça masrafları da var..!

Dolayısıyla, Türk parası kazanılıp, dövizle bedeli ödenen bu yakıtların (şahsi veya gereksiz kullanımlar nedeniyle) Türkiye’ye faturası bir hayli ağır olmaktadır..

Mesela, çoğumuz bedeli 5-10-20 bin liraları bulan cep telefonları alıyor, daha senesi dolmadan bir üst modeline geçiyoruz..
Ve maalesef bir nevi “hava atmak” üzere külliyatlı miktarda paralar ödenen bu lüks üründe yurt dışından ithal edilmekte olup; ülkemize yıllık maliyeti birkaç milyar ABD dolarını bulmaktadır…

Yine mesela, çalıştığım kurumun Siteler Şubesinde 20 yıldan fazla süren mesaim sırasında, adeta ağaca can veren ustaları bizzat gördüğüm ve üretim kalitesi, modeli dünyadaki her ülkeyle boy ölçüşecek olan, aynı zamanda binlerce kişinin istihdam edildiği mobilya sektöründe imal edilen yerli ürünleri alıp kullanmak, kendi esnafını kalkındırmak yerine; ithal malı lüks ve gereksiz ürünleri alıp kullanıyoruz.. Elbette ki, bu malları ithal etmek üzere yılda 2 milyar ABD dolarının üstünde bir parayı dışarıya ödüyoruz…

Ve sırf gösteriş uğruna “konformist” tabakanın evlerinde, villalarında, yatlarında döşedikleri lüks mobilya takımları, kendilerini mutlu ederken; ülkemize, dolayısıyla yine bizlere yani sabit veya düşük gelirlilerin, küçük esnafın-çiftçinin, emeklinin, sırtına borç yükü olarak binmektedir…

Keza, israfından asla vazgeçmediğimiz yani çöpe attığımız ekmek, sebze-meyva ve gereksiz yere bolca akıtarak kullandığımız su, kapatmaya erindiğimiz elektrik lambaları, çoğu zaman seyretmediğimiz halde boşa çalışan televizyonların tükettiği enerji israfı vb. gibi kötü alışkanlıklarımızın olduğu da asla yadsınamaz birer gerçektir!

Bunların yanısıra, Çanakkale ruhu yüreklerine işlememiş, kahır dolu günler ile savaş görmemiş, daha önceki krizlerde meydana gelen yokluk-kıtlık yada kuyrukları yaşamamış (önemli orandaki) yeni neslin hemen her alanda gerçekleştirdiği israf boyutlarının büyüklüğü ile harcamalarda gösterdikleri umursamaz tavırları çok can yakıcı bir haldir…

Burada iki örnek vererek bu bölümü kapatalım…
Hatırlarsanız,bizim bir “toprak dede”miz vardı..
Hali vakti yerinde bir zengin olan merhum Hayrettin Karaca’nın tasarrufa düşkünlüğü ve gereksiz tüketime olan karşıtlığı dillere destandı..
Ki, “Tüketim toplumunun temsilcisi olamam. Ben dünyaya tüketmeye gelmedim” diyen hayırsever işadamı ve çevreci Karaca; üstünden çıkartmadığı delik deşik olmuş kırmızı renkli kazağından asla vazgeçmemişti..

İkinci örneğimiz, “Bana cimri diyorlar ama ben cimri değilim. Blakis ben parayı gereksiz yere harcayıp israf etmem aksine büyük amaçlar için biriktiririm..”
Yada “Yabancı lüks araca binecek veya yurtdışında tatil yapacak kadar zengin değilim” diyen “İşe atıldıktan sonra hayatta ne kadar kazanırsanız kazanın, bütçenizi iyi düzenleyin. Çeşmenin suyunun her zaman gür akmayacağını, bir zaman azalabileceğini hatta kesilebileceğini hesaba katarak çalışınız.”
Sözlerinin sahibi ve uygulayıcısı, Türkiye’nin en zengin adamı merhum Vehbi Koç…

(Devamı var…)