Gülen, cahil dindarlığın aradığı tüm unsurları taşıyan merkez bir kişilik
İlk başlarda Fethullah Gülen’i, kafadan yaya bir din manyağı ve klinik tedavi görmesi gereken bir kişi olarak değerlendiriyordum. Ancak meseleye daha derinlemesine baktıkça, onun basit bir birey olmadığını, aksine son derece profesyonel bir şekilde kurgulanmış, insandan bir put, bir kült merkez kişiliği olarak inşa edilmiş bir figür olduğunu fark ettim.
Bu yapının temelleri, Ehli Beyt’e dayandırılan sahte bir şecere ile atılmış, doğum öncesinden itibaren uydurulan keramet hikayeleriyle desteklenmişti. Çocukluğundan itibaren çeşitli olağanüstü olaylarla çevrili olduğu iddia edilen Gülen, zamanla kendisini Allah’tan vahiy benzeri ilhamlar alan, Peygamberi, melekleri ve halifeleri sürekli yanında gezdiren, hatta cin ordusuna hükmeden bir lider olarak lanse etti. Bu tür mistik ve uydurma hikayeler, dindar bir toplumun en zayıf noktasına hitap ediyordu; çünkü din adamı kılığına bürünmüş bu tipler, temel dini bilgiden yoksun, geleneksel dini duyarlılığa sahip insanları rahatlıkla etkileyebilirlerdi.
Gülen, cahil dindarlığın aradığı tüm unsurları taşıyan merkez bir kişilik olarak inşa edilmişti. Bu inşa edilen kült, söylediği her şeyi sorgulanmaksızın dinin kendisi olarak kabul ettiriyordu. Dindar topluluklar, böyle bir kişilik etrafında toplanmaya ve onun söylediklerini mutlak hakikat olarak kabul etmeye hazırdı.
Sonuç olarak, Gülen bu stratejiyi çok iyi kullanarak kendisini İslam’la ve Kur’an’la alakası olmayan, ezoterik bir dinin lideri olarak konumlandırdı. Uydurduğu bu kişi merkezli din, inananlarına her türlü şekle girebilecek kadar esnek bir yapı sunuyordu. Bu esneklik, oyunu kuran Gülen’in elinde, kitleleri istediği gibi yönlendirmesini sağlayan en önemli araç haline geldi.
Üzeyir Çakmaktaş