Dolar 32,4375
Euro 34,7411
Altın 2.439,70
BİST 9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 16°C
Az Bulutlu
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Paz 16°C
Pts 16°C
Sal 18°C
Çar 19°C

Bir suç oluştur,her suça bir “Ülkücü Fail” yakıştır, 12 Eylül kahpelikleri

Bir suç oluştur,her suça bir “Ülkücü Fail” yakıştır, 12 Eylül kahpelikleri
11/09/2018 12:18
A+
A-

Bir suç oluştur,her suça bir “Ülkücü Fail” yakıştır, 12 Eylül kahpelikleri

Bir suç oluştur,her suça bir “Ülkücü Fail” yakıştır, sorgula,yargıla kır kalemi Vatanı canından aziz bilenlere “İbret Olsun” diye, vatanseverliğin “Aşırısının” “Sam Amca ve çocuklarının” gücüne gidiyor diye Asil Türk Milletinin çocuklarına bir gözdağıdır 12 Eylül kahpelikleri.

Tarih şahittir ki onların çocukları gün gelmiş Malazgirt ovasında dize getirilmiş,gün gelmiş İstanbul surlarına gömülmüş,Gün gelmiş İzmir den,Akdeniz den denizlere gömülmüştür.

Onların çocukları kimi zaman zahiren kazanmış görünselerde hem bu dünyada hem mahkeme-i kübrada daima kaybetmiş kaybedeceklerdir.

Şehitleirmize Allah tan rahmet diliyor, Bütün müsebbiplerine GAYYA ÇUKURLARI EBEDİ ikametgahınız olsun diyorum.

ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
İSMET ŞAHİN
20 Ağustos 1981
RUHU ŞAD MEKANI CENNET OLSUN
20 Ağustos 1981 şafak vakti kurulu dar ağacına vakur ve mütevekkil adımlarla yürüyen İsmet Şahin yetkiliye dönerek;”mümkünse benim sandalyeme çingene vurmasın” ricasında bulundu. Yetkililer idam mahkumunun son isteği mertebesinden gördükleri bu isteği, belki de çingeneye asker kıyafeti giydirerek karşılamaya çalıştılar. Son arzun nedir diye sorulduğu zaman da;”Abdest alıp iki rekat namaz kılmak istiyorum” diye cevapladı ve huşu içinde eda etti namazını. Uzun uzun dua etti ve amin diyerek kalktı, tekrar sehpaya doğru yürüdü. İdam sehpası önündeki sandalyeye çıktı. Kendisinin idamını yasa gereği seyretmek zorunda olan heyete dönerek; ”Savcı bey biliyorsun ki suçsuzum, yani benim suçsuz olduğumu en iyi sizler biliyorsunuz. Ben Allah’a gidiyorum, yalan söyleyecek değilim. Ben yapmadım, sizler ömür boyu bu haksız cezanın vicdan hesabıyla baş başa kalacaksınız. Yaşasın Allah yolunun yolcuları, yaşasın Türk milleti ve onun sancaktarları.” Devamlı tekbir getiriyordu. Kelime-i şahadet getirerek sandalyeye vurmak istediyse de cellat ondan çabuk davranarak sandalyeye vurdu ve o anı bütün sessizliğiyle yaşadı Paşakapısı Cezaevi. Güvercinler dahi bir havalanıp bir iniyor, adeta olmaması gereken bir olay diye çırpınıyorlardı…İnna lillahi ve inne ileyhi raciun (Allah’tan geldik,dönüşümüz ancak onadır.)

ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
FİKRİ ARIKAN
27 Mart 1982
RUHU ŞAD MEKANI CENNET OLSUN.
Çorum’un Alaca kazasından olup 32 yaşındaydı. Ankara Türközü Bademlidere semtinde oturuyordu. Ankara’da cereyan eden bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi’ne kapatılmıştı. Yargılandığı 12 Eylül mahkemelerinde “idam”ına karar verildi. 27 Mart günü, sabahın ilk saatlerinde Mamak Cezaevi’nde kaldığı ölüm hücresinden çıkarılarak götürüldüğü Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde asılarak şehit edildi. Cenazesi, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.
ARIKAN’A…
Bir yiğit daha katıldı Şehitler Ordusu’na,
Hasret gitti hem sevgili babasına,
Gidin onu sorun, “Kimdir?” obasına,
Murad almadan gitti kardaşım.
Arı kovana bal verir,
Yiğit vatana can.
O öyle bir yiğitti ki,
Hem ARI, hem KAN.
Ağlayın dostlar, ağlayın Arıkan’a,
Sizler de onun gibi can adayın vatana.
Özü doğru, bileği pek, açıktı alnı,
Deliydi, vatan için bu delikanlı,
Yalan olur, desek mürüvvet aldı,
Alamadan gitti garip kardaşım.
Arı kovana bal verir,
Yiğit vatana can.
O öyle bir yiğitti ki,
Hem ARI, hem KAN.
Ağlayın dostlar, ağlayın Arıkan’a,
Sizler de onun gibi can adayın vatana.
İlhami Erdoğan Ozanilo
ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
CEVDET KARAKAŞ
4 Haziran 1981
RUHU ŞAD MEKANI CENNET OLSUN
Muhterem ağabeyim göndermiş olduğun mektubu aldım…
…son arzumu soruyorsun. var elbette, Olmaz olur mu? önce bir bayrak istiyorum. Delikanlılık da bisikletsiz, motorsikletsiz ,Arabasız kaldım ama bayraksız kalmadım. Bayrağın. bütün çareler tükenince Gölgesine sığındım…
canımdan Aziz bildiğim, kutsal saydığım canım bayrağımı istiyorum.
Bayrağımı son yolculuğuna giderken ne mi yapacağım. Çocukluğumun saflığına döneceğim. Dünya gözüyle Son bir defa daha göreceğim.
beyazlığını öpeceğim. kızıllığına yüzümü süreceğim.
Her bayram sokak sokak dolaşıp bayrağımı arardım yere yakın olanlarına Yanaklarımı sürüp okşardım. bağrıma basıp Gözlerim yaşardı. boyumun ulaşamadığı yerlere selam verirdim, seyre daldım, hatır sordum, taa ciğerime sokmak isterdim. ne olur Son nefesimde bayrakla Can Vereyim.
Hayatımda hiç bayraksız olmadım. ne olur bana çok görmeyin. yine bayrağım uğruna İpek gidiyorum.
Bin kez dirilsem yine giderim. ne olur, cenazem giderken al bayrağımı tabutuma sarın. Vasiyetimi lütfen kabul edin. Allah rızası için canım Bayrağım için yüz binlerce vasiyet yazsam az.
ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
CENGİZ BAKTEMUR
1 Mayıs 1982…
RUHU ŞAD MEKANI CENNET OLSUN
Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat köyünden olup 20 yaşındaydı. Ailece, Doğanşehir’de Yeni Belediye Garajı’nın yakınında Doğu mahallesinde oturuyorlardı. Liseyi yeni bitirmişti. Doğanşehir’de meydana gelen bir olaya adı karıştığı için tutuklanıp cezaevine kapatıldı ve 12 Eylül Mahkemeleri’nde yargılanarak idam cezasına mahkum edildi. 2 Mayıs günü, sabahın erken saatlerinde Elazığ Kapalı Cezaevi’nde asılarak şehit edildi. Mahkemede idam cezasına çarptırıldığını öğrenen annesi, ruhi bunalım geçirdi. Şehadetinden sonra da felç oldu. Cenazesi, Doğanşehir Mezarlığı’na defnedildi.
DARAĞACINDA CAN VEREN BİR ŞEHİDİMİZİN SON SAATLERİ…
Genç yaşta Ülkücü Hareketin saflarına katılmıştı. 12 Eylül öncesinde mücadelenin içerisinde yer almış hatta bu uğurda cezaevine de girip çıkmıştı.
12 Eylül fırtınası, Ülkü Çiçeklerini birer birer dallarından kopararak savurmaya başladığında o günlerde yaşananlardan endişe içinde kalan ailesi, onun hemen askere gitmesini istemişti.
O, Ülkücü sabıkasından dolayı “sakıncalı er” olarak acemi birliğini tamamladıktan sonra usta er olarak değişik yerlerde silahsız görevlere gönderildi. En son geldiği yer Elazığ İl Jandarma Alay Komutanlığı idi. Merkez Bölük Komutanı olan yüzbaşı ise gerçekten milliyetçi ve vatansever bir insandı. Komutanına, devamlı olarak askerlikle ilgisi olmayan onarım gibi işlere koşturulduğunu anlatınca o, bu şikayeti anlayışla karşılamış ve gerekli emirleri vererek onu askerliğinin son aylarında hem onurlandırmış hem de bilmeyerek vicdanında bütün hayatı boyunca kanayacak bir yaranın açılmasına sebep olmuştu.
Artık, cezaevi dış güvenlik nöbetlerine ve koğuş arama operasyonlarına gönderiliyordu. Sorumlu oldukları Elazığ Kapalı Cezaevi ağzı beraber mahkumla doluydu. İçlerinde az sayıda Ülkücü de vardı. O, bir vesile ile Ülküdaşlarını görmek onlarla irtibat kurmak istiyor, bu sebeple cezaevi ile ilgili her hangi bir görev olduğunda gönüllü olarak hemen öne atılıyordu.
İKİ GÜN ÖNCESİ… ANASIYLA SON GÖRÜŞMESİ…
O gün, Nisan’ın son günü, daha önceden ismini duyduğu ancak hücrede kaldığı için bir türlü yüzünü göremediği Cengiz Baktemur ile ilgili bir takım olaylar oluyordu.
Bir süre önce gazetelerde “idam cezası -12 Eylül diktatörlerince- tastiklendi” diye yazılan Cengiz’in annesi kalkıp Elazığ’a gelmişti. İçinde belki yavrumu bir daha göremem endişesini taşıyan bu ana, evladıyla görüşmek istiyor ama cezaevi idaresi bu görüşmeye izin vermiyordu.
Yüreği yaralı ana, oğlunu görmek için bütün gücüyle diretiyor ve cezaevinin önünden de ayrılmıyordu. Daha sonra araya giren bir astsubay, Bölük Komutanı yüzbaşıya kadar ulaşarak bu görüşmenin gerçekleşmesini sağlayacaktı.
İşte, bu görüşme esnasında, o da yanlarındaydı ve Cengiz’i ilk defa orada görüyordu.
Görüşme yerine giren, gözleri ağlamaktan şişmiş olan ana, evladına öyle bir sarılmıştı ki, adeta onu alıp içine koymak, onu bekleyen kötü akıbetten saklamak ister gibiydi. Cengiz’i öpüyor, kokluyor, bağrına basıyordu. Ana, bir yandan ağıtlar yakıyor, kafiyeli sözler söylüyor, oğluna duyacağı hasreti dile getiriyor bir yandan da başta Kenan Evren’e olmak üzere bütün 12 Eylül cuntacılarına beddualar yağdırıyordu.
Mübarek kadın, hıçkırıklara boğularak:
-Oğlum zannetme ki, seni kurtarmak için uğraşmadık… derken, oğlu için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını anlatıyor, başarılı olamadıkları için de adeta özür diliyor, gibiydi.
-Ana yeter ki sen üzülme, alnımıza böyle yazılmış… diyen Cengiz ise, anasını teselli etmek için çırpınıyordu.
İDAM TEZKERESİ GELİYOR…
O gün bölükte yeni bir görev emriyle içtima verilerek herkesin acilen hazırlanması istenmişti. Görev yerleri Elazığ Kapalı Cezaevi idi. Sıcakkanlı ve çabucak dostluk kurmasını bilen bir yaradılışta olduğu için Bölük Karargahında hemen herkes ile kısa zamanda arkadaş olmuştu. Bu sebeple bölük yazıcısına:
-Hayırdır ne oluyor? diye sorduğumda:
-Akşam Ankara’dan şifreli, gizli bir emir geldi, cevabını alınca iyice meraklanmıştı.
-Sen bu işleri iyi bilirsin, hayırdır inşaallah, diye üsteleyince de Yazıcı, emrin muhtevasını bilmediğini ama gelen emrin kodlarından bunun bir infaz tezkeresi olduğunu anladığını söylemişti.
Cezaevinin güvenliğinden jandarma sorumlu olduğu için cezaevindeki durumlar bölükte az çok bilinir ve konuşulurdu. İçeride idam mahkumu olan epey insan vardı. Fakat, onun aklıma bu idam tezkeresinin bir Ülküdaşına ait olabileceği hiç gelmiyordu.
Akşam saat 19.00 sularında cezaevine vardılar. Cezaevi çevresinde gerekli tertibat alındığı gibi içeride de özel bir güvenlik oluşturulmuştu.
ÖLÜM HÜCRESİNDE NÖBETE…
Ona, saat 20.00’de idam mahkumlarının özel olarak tutulduğu ölüm hücresinde bir arkadaşıyla beraber nöbet yazılınca, anlatamayacağı kadar karmaşık bir ruh haline girmişti. İdam edilecek olan kendi kanından, canından bir parça olan Ülküdaşı: CENGİZ BAKTEMUR idi. Nöbete giderken nasıl davranacağını bile kestiremiyordu.
Az sonra cezaevinin, odunluk ile koğuşlar arasındaki bir kısmında bulunan hücrenin önüne geldiğinde Cengiz, namazını yeni bitirmiş, seccadesinden kalkıyordu. Başında yünden örülmüş bir başlık, sırtında bir kazak ve ayağında ise şalvar vardı.
Cengiz’in bir senedir yattığı bu hücrede tutacağı nöbet, diğer nöbetlerinden çok farklıydı. Çünkü bu nöbet, asılacağını öğrenince geçireceği her hangi bir ruhi bunalımı anında bilmeyerek veya idamını engellemek için bilerek kendini yaralamasına mani olmak içindi. Bu sebeple hücrenin kapısı açılmış o da içeri girmişti.
MUHABBETLE VUSLATA…
Selam verdiğinde mütebessüm bir çehre ile “Aleykümselam” dedi, Cengiz. Bu tavrı ona cesaret vermişti. Birkaç dakika sonra onunla, şehadet şerbetini içerek vuslata ereceği ana kadar devam edecek olan bir muhabbete başlamışlardı.
Tanışmaları, bir birlerini bilişleri bütün Ülkücülerinki gibi olmuştu. Hemen müşterek tanıdıkları isimleri bulmuşlar ve gönül kapılarını bir birlerine ardına kadar açmışlardı. Nöbet için de olsa son saatlerinde bir Ülküdaşının yanında olması Cengiz’i çok sevindirmişti.
-İyi ki, senin gibi sohbet edeceğim bir ülküdaşım var yanımda… diyordu.
Cengiz’in, yıllar önce lisede okumak için geldiği bir ilçede tanıştığı, onun da yakınen tanıdığı arkadaşları vardı. Geçmiş yılları andıkları bu mutlu dakikalar su gibi akmıştı…
Sohbet esnasında bazan, üzgün bir tavırla sitemler dökülüyordu dudaklarından, Cengiz’in. Poliste alınan ifadesinden başlayarak mahkeme safhasına kadar uğradığı bütün haksızlıkları ama isyan etmeden bir bir anlatıyor, “Suçsuzum” diyordu üstüne basa basa.
Yargılandığı mahkemedeki hakimin düşmanca tutumu sebebiyle bu cezaya çarptırıldığını anlatırken gözlerini kin ateşleri bürüyor ve mütemadiyen, “Allah’ım, onun ecelini benim elimden nasip eder inşaallah” demekten kendini alamıyordu. Bir kaç saat sonra Hakk’a yolcu edeceğimiz bu yiğit, böylelikle son ana kadar infazının yapılmayacağına dair ümidini koruduğunu da belli ediyordu.
Cezaevi odunluğunun içine kurulan idam sehpası ve çevredeki hazırlıklar bitmiş olmalı ki, çıkmak için hazırlanmaları bildirilince, Cengiz hüzünlü gözlerle kapıya bakarak:
-Gardaş, hayıflandığım şey nedir biliyor musun?! Şimdi beni bir kişiyi öldürdüğüm iddiasıyla asacaklar. Halbuki onlarca kişiyi öldürene bir şey yapmıyorlar. İnan ki, hiç bir şey bu adaletsizlik kadar zoruma gitmiyor… demişti.
Gerçekten de Cengiz’in idam edilmesinden bir hafta-on gün kadar sonra, bu cezevinden 12 PKK’lı kaçacaktı. Bu dehşet verici olay, Cengiz’e gücü yeten diktatörlerin kısa bir süre sonra kimler karşısında aciz kalacaklarının da ilahi bir işaretiydi belki …
Mübarek üç aylardı. Cengiz de üç aylar orucu tutuyor, namazlarını da hiç aksatmadan kılıyordu. Bir birine ezelden sevdalı bu iki Ülkücü hücrede sohbet ederken saatler ilerliyor, hücrenin önünü de git gide kalabalıklaşıyordu. Bir ara bunu farkeden Cengiz,:
-Dışarıda çok kalabalık var mı? diye sorunca:
-Evet, oldukça kalabalık… jandarmanın tamamı bugün burda, ayrıca bütün gardiyanlar da gelmişler, dedi. Hafifçe iç geçirip dudaklarından fısıltı halinde zehir gibi bir cümle döküldü.
-Titrediğimi mi görmek istiyorlar… Onlar bunu hiç bir zaman göremeyecekler…
Bu arada Cengiz’in idam edileceği bütün cezaevinde duyulmuş olmalı ki, koğuşlardan mahzun bir edayla okunan tekbir ve ilahi sesleri geliyordu. Bu sesler, o gün sabaha kadar hiç kesintisiz devam etti.
İMAM GELİYOR…
İdam edilmesine bir saat kadar zaman kalmıştı. Nereden bulunup getirildiği bilinmeyen bir imam geldi. Adam şaşkın olduğu kadar da endişeliydi. Cengiz’in yanına ihtiyatla yaklaştı.
Cengiz’in nurlu yüzünde yine o ışıltılı tebessüm belirdi.
-Hoşgeldiniz Hocam,
-Hoşbulduk, diyen imamın yüzünden kasvet bulutları dağılmamıştı henüz.
-Hocam, son olarak dini telkini birlikte tekrarlamak istiyorum…
-Niye sen telkini bilmiyor musun…? diye soran imama tatlı ve sıcak bir ses tonuyla:
-Biliyorum Hocam ama eksiğim veya yanlışım varsa düzelteyim istiyorum, dedi.
SON NAMAZ…
Saat epey ilerlemişti. Bu arada idam gömleğini getirdiler ve üstünü değişmesini söylediler. Cengiz, kendisine verilen ve giydiğinde topuklarına inecek kadar uzun olan beyaz gömleği almıştı ki, uzaklardan yankılana yankılana gelen ezan sesiyle irkildi. Ve hemen:
-Müsaade edin de sabah namazımı kılayım!? dedi.
İnfaz komuta heyetinde hoşnutsuzluk ifade eden bir homurtu yükseldi. Aralarında biraz konuştuktan sonra:
-Abdestin var mı…? diye soruldu.
-Evet, abdestliyim, dedi Cengiz.
Böylelikle Cengiz son namazını eda etti… Namazını tamamladıktan sonra da idam gömleğini giydi. Onu darağacının yanına getirdiler.
SON ARZUSU…
Şehadete hazır olan Cengiz’e usulen son arzusunu sordular…
-Bir bayrak ve Kur’an-ı Kerim istiyorum!!!
Ortalık bir anda hareketlendi. Görevliler dört bir yandan koğuşlara doğru koşmaya başladılar. Az sonra birisi, elinde bir Kur’an-ı Kerim ile geldi. Cengiz, Kur’an-ı aldı ve 3 kere öpüp başına koydu.
Koca cezaevinde bir bayrak bulmak epey zor olmuştu. Nefes nefese gelen birinin getirdiği küçücük bayrağı Cengiz’e verdiler. Sakin bir edayla dürülü olan bayrağı açan Cengiz, iki eliyle kenarlarından tuttuğu bayrağı göğsü hizasına kadar kaldırarak ileri uzattı ve sesli olarak:
-Ey benim şerefli bayrağım… Ben seni dalgalandırmak için çok mücadele ettim ama seni dalgalandırmaya gücüm yetmedi… dedikten sonra öpüp başına koydu.
Kur’anı öperken ve bayrağa hitap ederken darağacının önünde bulunan Cengiz’in bir yanında kement ipi sarkıyor, bir yanında da az sonra üstüne çıkacağı tabure duruyordu.
ÜLKÜDAŞLARINA VASİYETİ…
Cellat, esmer tenli, zayıf vücudu ile sabahın alacakaranlığında olduğundan daha uzun boylu görünen Elazığ’ın Hankendi taraflarından olup hırsızlıktan sabıkalı zavallı bir adamdı. Bir kenarda korku içinde tir tir titriyordu.
İnfaz Heyetinden birisi, elindeki kağıttan, az önce elleri arkasından kelepçelenmiş olan Cengiz’in yüzüne karşı idam kararını okudu.
Kısa bir sessizlikten sonra:
-Bir diyeceğin var mı…? diye sordu.
-Evet, birini sormak istiyorum. YARBAY METİN burada mı???
-Hayır burada yok…
-O zaman söyleyeceğim her hangi bir şey yok.
-Eğer o burada olsaydı ne söylemek isterdin?
-Şunu herkes iyi bilsin ki, ben bugün burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kanunlarının gereğince değil, YARBAY METİN’in kanunları sebebiyle infaz ediliyorum… Eğer o, şu an burada olsaydı onun yüzüne tükürürdüm. Ayrıca, bunu onun yanına bırakanlara da hakkımı helal etmiyorum!!!
-……………………
İKİ KERE ASILDI CENGİZ…
Sonra daha önceden hazırlanmış olan idam yaftası boynuna asıldı. Başında yünden örülmüş bir başlık (külah) vardı. İdam yaftasını asarken bunu başından almak istediklerinde:
-Onu başımdan almayın. Onu cezaevindeki ülküdaşlarım benim için ördüler…dedi.
İnfaz komuta heyetinde gene bir homurdanma oldu ama sonunda külahın başında kalmasına izin verildi.
Cengiz, tabureye çıkarken cellat da mecburen yanında belirdi. Yukarıdan sarkan kemendi telaş içinde Cengiz’in boynuna geçirip aceleyle tabureye bir tekme atarak kaçtı. Karanlığın koyultusunda saklanmak ister gibiydi.
Anlaşılmaz bir hırıltı kapladı ortalığı… Karanlığa benek benek düşen lambaların fersiz ışığında çırpınan, debelenen beyazlıktan başka her şey sanki taş kesilmişti. Ne kadar geçti bilinmez, Cengiz hala can çekişiyordu. İçlerinden biri, içinde biriken nefesiyle avazının çıktığı kadar bağırdı:
-Böyle bir işkence olamaz … Tutun lan, kaldırın..!
Aynı duyguları paylaşan iki asker zembereğinden boşanmış bir yay gibi atılarak Cengiz’i ayaklarından tutup havaya kaldırdılar.
Az sonra bir köşeye sinmiş olan cellat bulunup geri getirildi ve bu defa ipi Cengiz’in boynuna tam geçirmesi söylendi.
Ve… cellat, tekrar tabureye tekme attı…
Cengiz, yağlı urganın ucunda hafif hafif sallanırken güneş ışıkları da ufuğu aydınlatmaya başlamıştı.
ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
AHMET KERSE
31 Ocak 1983
RUHU ŞAD MEKANI CENNET OLSUN
Rahman ve rahim olan yüce Allah’ın adıyla
Değerli babacığım, sana bu mektup belki son mektubum, son satırlarım olacak. Birgün hepimizin çıkacağı o ilahi huzura çıkacağız. Ölüm her kula borçtur. Ancak yüce Allah hayırlı ölüm ve imanla gitmek nasip etsin. Size son sözüm ‘benim ölümüm ancak ve ancak Allah rızası için, vatanımın ve milletimin, devletin yok edilmek istendiği bir zamanda, sahipsiz iken sahip çıkmak ve Allah rızasına kavuşmaktır. Şunu herkes bilsin. Ölümümden kimseyi sorumlu tutmayın. Kimseye kırgın ve dargın değilim. Beni seven, soran herkes hakkını helal etsin. Yüce Allah bize şöyle buyurur: Andolsun ki sizi can, mal, evlat ve sabırla imtihan edeceğim’…
Muhterem babacığım. Başka yazacak birşey bulamıyorum. Zaten dünya adına konuşma ve yazma ‘fitne doğurur’. Benim amacım Türkiye’mde fitne, küfür, kızıl emperyalizmin oyunlarını bozmak. Şu cennet vatanı ikinci bir Afganistan gibi kale yaptırmamak içindi. Şimdi Allah ve onun kutlu yolcularına teslim ediyorum. İsim yazmaya gücüm yok. Tüm aile fertlerine, anama, akrabalarıma, soranlara ayrı duygularla selam eder, Allah’tan rahmet ve hidayet dilerim. Esselamün aleyküm ve rahmetül ve bereketü.
Oğlun Ahmet Kerse 31.01 1983”
ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
HALİL ESENDAĞ
05 Haziran 1983
RUHU ŞAD MEKANI CENNET OLSUN.
Bismillahirrahmanirrahim
Ol deyince bütün alemleri olduran, herşeyin sahibi ve mutlak hakimi Cenab-ı Rabbül alemine sonsuz hamd ve sena olsun.
Selatü selam, alemlere rahmet olarak gönderilen Cenab-ı Allah’ın en sevdiği kulu ve Resul u ümmeti olarak şereflendirdiğimiz
“O” en güzele Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimize, sevgili ailen, sahasına, Saadet-i Kiram ve gönüller sultanı Seyda (K.S.) Hazretlerine cümle Evliyaya ve mü’minlere olsun inşallah. ..
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve berakatühü. Pek muhterem abi ve dünya ukba kardeşlerimiz, gönüller dolusu sevgi, hürmet ve hasretle kucaklaşır, muhabbetle büyüklerimizin ellerinden, küçüklerimizin gözlerinden öper, aciz şahsımız ve ehl-i islam hayır dualarınızı Cenab-ı Rabbül Alemin’den niyaz ederim…..
Muhterem abilerimiz ve gardaşlarımız…
Bu aciz satırları yazmamızın gayesi, sizle gönüllerde helalleşmek içindir. Cümleniz hakkınızı helal edin, hayır ve dualarınızı eksik etmeyin. Bizlerin varsa, cümlenize hakkımız helal olsun. Rabbül Alemin takdiri böyleymiş. Elhamdülillah biz acizlere takdir-i ilahisine rıza göstermeyi nasip etsin, Rabb ül Alemin inşallah.
Bir hadiste şöyle buyuruluyor: Ölüler için yapılan dualar, nurdan tabakalarla onlara takdim olunur (Hadis-i Şerif) Ölüye, kendisinin üzerine yas tutulması sebebiyle, kabirde azap olunur. (Hadis-i Şerif) iman sahibi, Mevlamıza kavuşuncaya kadar rahata eremez.
Esselamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.
HALİL ESENDAĞ Haziran 1983
ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
MUSTAFA PEHLİVANOĞLU
07 Ekim 1980
RUHU ŞAD MEKANI CENNET OLSUN
‘Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yasa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı islemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Hakk’ın ve Onun Resulünün, Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Alın yazımız böyle yazılmış. Kader ne ise onu çekeceğiz. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Allah’ın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah’ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok, bir yanlışlık sonucu ölümüme karar verenler, idam edenler Allah’tan bulsunlar. Sunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa’lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakindir. Zafer her zaman Allah’a inananlarındır.
Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazemin arkasından ağlamayın, günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Hakkim varsa, hepinize helal olsun, siz de helal edin.
Son olarak, abime, yengeme, yiğenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah’ın mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim.
Oğlunuz Mustafa’
RUHLARI ŞAD MEKANLARI CENNET OLSUN.
Rauf Aydemir