Dolar 34,5870
Euro 36,2927
Altın 2.986,24
BİST 9.642,72
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 11°C
Az Bulutlu
İstanbul
11°C
Az Bulutlu
Sal 11°C
Çar 13°C
Per 14°C
Cum 15°C

MHP’Lİ YALÇIN: TAMPON BÖLGE CAYDIRICI BİR ZEMİN MEYDANA GETİRECEK

MHP’Lİ YALÇIN: TAMPON BÖLGE CAYDIRICI BİR ZEMİN MEYDANA GETİRECEK
25/09/2014 13:24 | Son Güncellenme: 25/09/2014 13:25
A+
A-

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gaziantep Milletvekili Semih Yalçın, tampon bölgelerin aynı zamanda Musul ve Kerkük’teki, Suriye’deki Türkmen varlığının emniyeti ve haklarının korunması açısından caydırıcı bir zemin meydana getireceğini söyledi.

Semih Yalçın, Suriye sınırında tampon bölge oluşturulması tartışmaları üzerine yaptığı yazılı değerlendirmede, tampon bölgenin hem harekât ve manevra kabiliyetini arttıracağını hem kalıcı sonuç almayı hem de korumasız ve masum yerel unsurlara daha güvenli hizmet götürme imkânı sağlayacağını dile getirdi.

Türkiye’nin kendi sınır güvenliğini temin için güneyde tampon bölge kurulması fikrinin MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından çeşitli vesilelerle yıllardır dile getirildiğine işaret eden Yalçın, “Ancak bu konuda hükümet, ne partimizin ne de diğer muhalefet partilerinin sesine kulak vermeyip kendi bildiğini okumaktadır. Ayrıca uluslararası platformda Türkiye bu konuda yalnızlıktan kurtarılmalı; sadece ABD, İngiltere Fransa ve Almanya gibi ülkelerle değil, bölgede çıkarları bulunan Rusya ve Çin ile de mesele enine boyuna görüşülerek destekleri alınmalıdır.” dedi.

Yalçın’ın açıklaması şu şekilde:

Yeni bir mülteci akınına karşı Suriye’nin kuzeyinde tampon bölge oluşturma seçeneği Türk ve kamuoyunda çok yönlü olarak tartışılmaktadır. Tartışmalara Türk hükümetinin IŞİD’e destek verdiği iddialarıyla örgütün elindeki 49 rehinenin aniden serbest bırakılması da eklenince ortaya çok bilinmeyenli bir bölgesel denklem çıkmıştır. Bu denklemin giderek daha karmaşık bir hâl almasının sebebi, Türkiye’nin bölgedeki mevcut şartlara ve konjonktüre uygun yeni bir savunma ve güvenlik konsepti belirleyecek dinamizm, kabiliyet ve performansı gösterememesidir.

Bölgede ne olup bittiğini iyi anlayabilmek ve sağlıklı bir analiz yapabilmek için öncelikle meselenin tarihî arka planına göz atmak gerekmektedir. Ne zaman Türkiye’nin sınır güvenliği, savunması ve bütünlüğünün korunması söz konusu olsa o vakit Misak-ı Millî gündeme gelmektedir ki bu normaldir. Çünkü Misak-ı Millî Türk egemenliğinin sınırlarını belirleyen bir metin olduğu kadar millî güvenlik stratejisi açısından da önemli bir belge mahiyetindedir. Mustafa Kemal Paşa’nın telkinleriyle son Osmanlı parlamentosunda ve Ankara’da kurulan Birinci TBMM’de de kabul edilen Misak-ı Millî ile sadece Türklerle meskûn bölgeler belirlenmekle kalınmamış, yeni teşekkül eden Türk devletinin “güvenlik kuşağının” çerçevesi de çizilmiştir. Böylece Birinci Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan konjonktüre göre milletimizin yaşayabileceği, güvenliğinin sağlanması ve savunulması mümkün olan coğrafyanın hudutları tespit edilmiştir. Misak-ı Millî metni, Osmanlı Devleti’nin külleri arasından merkezî Anadolu’da teşekkül eden yeni Türk devletinin varlığını sürdürebilmesi için coğrafi, sosyal, kültürel ve askerî gerçeklerin göz önüne alındığını göstermektedir.

Atatürk’ün Türkiye’nin Akdeniz ve güney sınırlarının güvenliğinin Kıbrıs’tan geçtiğine dair vasiyet tarzındaki beyanı da aynı Misak-ı Millî anlayışının ürünüdür.

Bugün Türkiye’nin güney sınırlarında yaşadığımız sıkıntıların, çekilen sancıların temelinde Misak-ı Millî’nin tam olarak hayata geçirilememesi yatmaktadır. Dikkat edilirse Misak-ı Millî konusuyla ilgili tartışmalar genellikle Türkiye’nin güney sınırları üzerinden yapılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında İngiliz politikalarının Arabistan, Suriye, Irak, Filistin ve Lübnan gibi güneydeki Osmanlı beldelerine ektiği ayrılıkçı fitne tohumları o kadar etkili ve kalıcı olmuştur ki buralarda müstakil devletler kurulduğu hâlde istikrarsızlığa, terör ve fitne üretip ihraç etmeye müsait demografik bir yapı ortaya çıkmıştır.

Diğer yandan Misak-ı Millî doğrultusunda Musul’un vatan topraklarına katılması sağlanamadığı için Irak’ın kuzeyinde sürekli güvenlik zafiyeti ve açığı kendini göstermiş, bu bölge zamanla Türkiye’ye yönelik tehdit içeren lojistik destek alanı ve terör kaynağı hâline gelmiştir. Hem Millî Mücadele hem de Cumhuriyet dönemlerinde yalnız Irak’ta değil, Suriye’de de Türkiye’ye yönelik tehditler baş vermiştir.

Durum bugün de böyledir. Türkiye’nin güvenliğine yönelik tehditler yine güney sınırları üzerinden gelmektedir. Dün İngilizler bu ülkelerdeki farklı dinî ve etnik unsurları Osmanlı Devleti’nin aleyhine tahrik etmiş ve kullanmıştır. Bugün de aynı politikalar ABD ve onun ileri karakolu konumundaki İsrail tarafından sürdürülmektedir.

Tampon bölge konusu, Türkiye’nin güvenlik çıkarlarının korunması yanında uluslararası güçler harekete geçirilerek Türkiye’nin sırtındaki ekonomik ve sosyal yükün azaltılması bakımından da önem arz etmektedir.

Eşkıya takibi meselesiyle güvenli koruma bölgesi oluşturma konusu birbiriyle doğrudan alakalıdır. Tampon bölge hem harekât ve manevra kabiliyetini arttıracak hem kalıcı sonuç almayı hem de korumasız ve masum yerel unsurlara daha güvenli hizmet götürme imkânı sağlayacaktır.

Madem Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükûmet Suriye’nin kuzeyinde yeni bir mülteci akınının doğuracağı muhtemel mahzur ve tehlikelerden kurtulmak için bir tampon bölge oluşturma fikri için zemin yoklamaktadır, bu MHP’nin daha önce önerdiği gibi Suriye hududu ile sınırlı kalmamalı, Irak’a da teşmil edilmelidir.

Çünkü Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden unsurlar sadece Suriye üzerinden gelmemekte, aynı zamanda Irak’ın kuzeyi de terörist yuvası konumunu muhafaza etmektedir. Diğer taraftan IŞİD’in baskı ve saldırıları yüzünden buradan da Türkiye’ye yönelen bir mülteci akını söz konusudur. Bu itibarla Türkiye’nin iki ayrı ama birbiriyle irtibatlı tampon bölge oluşturması gündeme getirilmelidir.

Birinci tampon bölge, Irak’ta Kandil’in güneyinden Silopi’ye kadar uzanan havaliyi içine alan yay üzerinde oluşturulabilir. İkinci tampon bölge ise yine Silopi’den Hatay’a kadar uzanan bir hilal çizilerek kurulabilir. Tampon bölgeler, sınırdan sızmalara önleyeceği gibi Türkiye’den toprak koparmaya odaklanan PKK-PYD’nin bölgede hâkimiyet tesisine de son verecektir.

Meseleyi terör örgütlerini tepelemekle; savaş mağdurlarına, muhacir ve mültecilere konteyner ve çadır kentler kurularak hizmet verilmesiyle sınırlandırmamak icap etmektedir.Tampon bölgeler aynı zamanda Musul ve Kerkük’teki, Suriye’deki Türkmen varlığının emniyeti ve haklarının korunması açısından caydırıcı bir zemin meydana getirecektir.

Türkiye’nin kendi sınır güvenliğini temin için güneyde tampon bölge kurulması fikri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından çeşitli vesilelerle yıllardır dile getirilmektedir. Ancak bu konuda hükûmet, ne partimizin ne de diğer muhalefet partilerinin sesine kulak vermeyip kendi bildiğini okumaktadır.

Ayrıca uluslararası platformda Türkiye bu konuda yalnızlıktan kurtarılmalı; sadece ABD, İngiltere Fransa ve Almanya gibi ülkelerle değil, bölgede çıkarları bulunan Rusya ve Çin ile de mesele enine boyuna görüşülerek destekleri alınmalıdır.

Türkiye’nin kendi başına hareket ederek maceraya girmesi, Orta Doğu bataklığına tamamen saplanması demek olacaktır. Türkiye bundan şiddetle kaçınmalıdır. Tampon bölgenin neden gerekli olduğu ve bölgesel sorunların çözümüne nasıl katkıda bulunacağı anlatılarak BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar da harekete geçirilmelidir.

Ancak AKP hükümetinin IŞİD’le ilgili tutumu, bu örgütü bir türlü terörist olarak nitelendirmemesi ve IŞİD militanlarının kentlerimizde rahatça faaliyette bulunabilmesi, hem Türkiye kamuoyundaki hem de uluslararası platformdaki şüpheleri beslemektedir. IŞİD tarafından 101 gün süreyle rehin tutulan 49 Musul Konsolosluğu çalışanının tam da ABD’nin Türkiye’den koalisyon güçlerine katılıp operasyonlara destek verme talebini dillendirmeye başlamasının ardından serbest bırakılması da soru işaretlerini arttırmıştır.

Rehinelerin serbest kalması, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükûmeti tarafından bir diplomasi zaferi ve MİT’in başarılı operasyonu olarak lanse edilirken iktidar partisi içindeki bazı çevrelerce rehine kartını hükûmetin elinden almak için CIA tarafından yapılmış bir hamle olarak nitelendirilmiştir. Buna karşılık MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “IŞİD’le hangi pazarlıkların yapıldığı, vatandaşlarımızın özgürlüğü karşılığında nelerin vaat edildiği, hangi güvencelerin verildiği henüz gizemini korumaktadır.” sözü, meselenin karanlık yönlerinin aydınlanması ihtiyacını gözler önüne sermiştir. Sayın Bahçeli’nin kamuoyunda makes bulan bu açıklaması sonrasında, rehinelerin kurtarılmasının hangi pazarlıkların sonucunda gerçekleştiği merak konusu hâline gelmiştir.

Türkiye’nin bir terör örgütüyle pazarlık etmesi kabul edilemez. Ancak AKP iktidarı, PKK ile yapılan pazarlıklar ve bulunulan vaatler dolayısıyla sabıkalı olduğu için ister istemez “IŞİD’le de mi pazarlığa oturuldu?” sorusu insanın aklına gelivermektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan rehinelerin tutuklu IŞİD militanlarıyla takas edilip edilmediğine dair bir soruya “Velev ki olsa dahi böyle bir takas olmuş olsa bile ben şuna bakarım: Benim 49 vatandaşımızın karşılığı hiçbir şeyle değişmez, hamdolsun ailelerine kavuştu diye düşünürüm.” demesi de “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.”  atasözünü akla getirmektedir.

Cevabını bekleyen bir başka soru da ABD’nin istihbarat örgütü CİA’in tek silah atılmadan düzenlenen bu sözde “operasyon”da rolü olup olmadığıdır. ABD sözcüleri, rehineler serbest kaldıktan sonra IŞİD’e yönelik operasyonlar hakkında “Sırf coğrafi konumu nedeniyle bile Türkiye bu çabada ortaktır, olmak zorundadır. Türkiye’nin sağlayacağı katkıyı kesinlikle bekliyoruz.” şeklinde açıklamalar yapmışlardır. Çok geçmeden de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, IŞİD için oluşturulan koalisyona siyasi veya askerî planda destek vereceklerini beyan etmiştir.

İşte bu açıklamaların arkasında hangi hesapların yattığı iyi irdelenmelidir. Zira Türkiye’ye mülteci akınına göz yuman, uluslararası kuruluşların bu konuda ağırdan almasını sağlayan başta ABD olmak üzere NATO’daki “müttefiklerimiz” oyunu ikiyüzlü oynamakta, herkesi “Türkiye’nin güneyindeki demografik yapıyı bozmak; ülkemizi askerî, sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan zor durumda bırakmak mı hedefleniyor?” diye düşündürmektedir.

Dile getirdiğimiz bütün bu sorulara iktidarın tek başına cevap bulması ve Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren sorunların üstesinden gelmesi mümkün değildir. MHP olarak iktidarı; kamuoyunun ve muhalefetin desteğini alması, gerçekleri gizlememesi konusunda uyarıyoruz.

Hükûmet; Türkiye’nin güney sınırında güvenli koruma bölgeleri oluşturulması gibi fevkalade ciddi ve hayati bir konuyla ilgili keyfî hareket etmemelidir. 46 vatandaşımızın serbest bırakılmasıyla ilgili şov yapmayı bir tarafa bırakıp İhtiyaç duyulan yeni savunma ve güvenlik stratejisi konusunda TBMM’de gizli veya açık oturumlar düzenleyerek millî mutabakata dayalı çözümler üretilmesine önayak olmalıdır.