ZILLET
Sayın Başbakan “bizi terör örgütüyle işbirliği yaparmış gibi gayret içine girmek zillettir.” Demiş. Bu sözü bir iftar yemeğinde ve MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye cevap olarak söylemiş.
Zilletin kelime anlamı, “hor ve hakir olma, aşağı düşme, alçalma, küçülme”dir. Şimdi hiç sağa sola sapmadan, en küçük bir yorum veya ilave yapmadan, herkesin bildiği, şahit olduğu, kabul ettiği AKP’nin sicilinden bazı hatırlatmalar yapalım. Sonra da, duyan, gören, okuyan herkes elini vicdanına koysun ve zillete kimin düştüğüne karar versin.
Verdikçe azdılar
Şehidin “kelle” olarak değerlendirildiği konuşmanın içinde İmralı’da yatan katile “sayın” diyerek yola çıktılar. (Bu sicile uygun olarak, birkaç gün önce verilen bir iftarda şehit ailelerinin gözlerinin içine baka baka, trafik kazasında ölen biriyle, bu ülkenin varlığı ve birliği için gözünü kırpmadan canını veren kahramanları bir tuttular.)
AKP iktidara gelirken bu ülkede terör sıfırlanmıştı. Ülkenin her yerinde huzur vardı. İmralı’daki bebek katili yargılanmış ve çürümeye bırakılmıştı. Değil muhatap olmak varlığını bile kimse hatırlamıyordu. İktidarlarının ilk döneminde BOP Eşbaşkanı oldular. Yahudi’den “üstün cesaret madalyası” alan ilk ve tek Müslüman lider olmakla övündüler. Türk yerine Türkiyelilik zırvasını yerleştirip, ülkeyi 36 etnik gruba ayırdılar. Bu ortamda bitmiş, dağılmış, vazgeçmiş terör yavaş yavaş yeniden hortladı. Her yoklamada karşılarına çıkan kimsenin olmadığını gördüler ve biraz daha ileri gittiler. Analar ağlamaya başladı. Karakollar basılıyor, toplu katliamlar yapılıyordu. Geliyor, cinayet işliyor ve sınırın ötesine kaçıyorlardı. AKP hükümeti meclisten tezkere çıkarmasına rağmen, “ABD izin vermiyor” diyerek yıllarca sınırımızın bir metre dışına çıkamadı. Eli silahlı katiller azdıkça azdı. Yeniden hakimiyet alanları kurmaya ve başladılar. Uzantıları meclise girdi. AKP, bu katil güruhunun istediklerini yerine getirince, vazgeçeceklerini zannetti. Verdiği her taviz elde var bir oldu ve heveslerini daha da arttırdı. Verdikçe azdılar, aldıkça istediler. Ülkenin belli bir bölümünde iki dilli, iki bayraklı fiili durum oluşturdular.
Milleti kandırdılar
Diğer taraftan milli olan her ne varsa tamamına savaş açtılar. Bayramları bile yok etti, ülkenin birlik ve beraberliğini sağlayan her şeyi dinamitlediler. Tarihe geçmiş ihanetleri akladı ve özür dilediler, devlete ve millete hizmet etmiş şahsiyetleri hedef yaptılar. Artık ortam hazırlanmıştı ve “yıllardır silahlı mücadeleyle olmuyor, siyasi çözüm bulalım” diye bir yalan bombardımanı ile millet kandırıldı. Adına “açılım” denen bir ihanet projesi devreye sokuldu. Dağdan inen katiller Habur’da törenlerle karşılandı, protokol tribünlerinde şeref misafiri edildiler. İmralı’daki bebek katili yeniden gündeme girdi. Oslo’da dağdan inen eli silahlı katillerle aynı masada oturup pazarlık yaptılar. Bu pazarlıkların ortaya çıkmasını önce, “bunu söyleyen şerefsizdir” diyerek yalanladı, sonra da, “her şey bizim bilgimiz ve onayımızla yapıldı” diyerek kabul ettiler. Dağdaki katiller artık şehre iniyor, seçilmiş milletvekilleriyle kucaklaşıyor ve dağa dönüyorlardı. Kan akıyor, analar ağlıyor, şehit tabutları ülkenin her tarafına taşınıyordu.
Ülkeyi fiilen böldüler
Artık zamanının geldiğini, kıvamın oluştuğunu ve hazmettirmenin kolaylaştığını düşünerek yeni bir ihanet projesini devreye soktular. Bebek katilinin yattığı yer bir parti genel merkezine dönüştürüldü. Oradan örgüt yönetmesine izin verildi. Bu katille pazarlıklar yapıp, ortak bir yol haritası belirlediler. 21 Mart’ta Diyarbakır meydanı tarihin en büyük ihanetini yaşadı ve devlet seyretti. Bunun adına da “çözüm” dediler. 63 aklı karışık adam bularak piyasaya salıp bu ihaneti Türk milletine hazmettirmeye uğraştılar. Bebek katili BDP milletvekilleriyle yaptığı görüşmede pazarlığın bütün ayrıntılarını anlattı ve bu bir gazetede yer aldı. Sonrasında bu katilin anlattıklarının hepsinin aynıyla hayata geçtiğini ibretle gördük. Ülkenin belli bir bölgesinden devlet çekildi ve kontrol tamamen eli silahlı katillere bırakıldı. Çekilme olmadığı gibi dağdaki katillerin tamamı artık ellerindeki silahlarla şehre indiler. Cizre’de asayiş birimi kurup törenle diploma dağıttılar. Sonra yol kesip, verdi topladılar. Lice’de karakol inşaatını yakıp, “artık bizim bilgimiz ve isteğimiz dışında hiçbir şey yapılamaz” dediler. Kandil’den her gün yeni bir tehdit, yeni bir talep geldi. AKP’den bunların hiç birine tek kelime itiraz gelmediği gibi, ülke fiilen bölündü ve PKK’ya teslim edildi. Şimdi bu durumu Anayasa ile teminat altına almaya çalışıyorlar.
Müslüman kanı aktı
Bu arada aslı Büyük İsrail Projesi olan BOP, İslam âlemini karıştırdı. Eşbaşkanların da katkısıyla oluk oluk Müslüman kanı aktı ve akmaya devam ediyor. Irak, Libya, Mısır, Suriye darmadağın edildi. Ülkeler bölündü ve dört parçalı büyük Kürdistan için ortam hazırlandı.
Anlattıklarımız sadece satırbaşlarıdır ve bir çırpıda aklımıza gelenlerdir. Bu tamamen AKP’nin sicilidir. Ve bu büyük ihanet karşısında dik duran, taviz vermeyen, kabul etmeyen ve Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü her ne pahasına olursa olsun savunan tek parti MHP, tek lider sayın Devlet Bahçeli olmuştur. Bu mübarek ayda, Allah korkusu olan hiç kimse bunların içinde zerre kadar bir ilave olmadığını kabul edecektir.
Daha ne olması gerekiyor?
Şimdi böyle bir sicile sahip olacaksınız, sonra da hem de bir iftar yemeğinde “bizi terör örgütüyle işbirliği yaparmış gibi gayret içine girmek zillettir.” Diyeceksiniz. Terör örgütüyle işbirliği yapmak daha nasıl olur? Eğer işbirliği yapılmadıysa ülke bugünkü duruma nasıl geldi? İmralı’daki katilin cüretini neyle anlatıyorsunuz? Lice’deki, Cizre’deki kalleşlikleri nereye koyuyorsunuz? Kuzey Kürdistan neresidir? Dört parçalı büyük Kürdistan için yapılan toplantılar ve hazırlıklar zillet dışında neyle izah edilebilir? Zillet olması için daha ne olması gerekiyor?
Merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş.
ORHAN KARATAŞ/ ORTADOĞU