MHP’li Yalçın: Eyalet sistemi mikro milliyetçiliği tetikler
MHP Genel Başkan Yardımcısı Edip Semih Yalçın, “Türkiye’nin eyalet sistemine geçmesiyle bölünme salgını toplumumuzdaki en küçük ve kapalı etnik yapıları bile tesiri altına alacak, mikro milliyetçiliği tetikleyecektir” değerlendirmesinde bulundu.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Edip Semih Yalçın, “Türkiye’nin eyalet sistemine geçmesiyle bölünme salgını toplumumuzdaki en küçük ve kapalı etnik yapıları bile tesiri altına alacak, mikro milliyetçiliği tetikleyecektir” değerlendirmesinde bulundu.
Yalçın’ın açıklaması şu şekilde:
Başbakan Erdoğan, İmralı Ayrışma Süreciyle ilgili olarak bir süre önce yeni bir adım daha atmış,”2023’de Başbakan olsam eyalet sistemini tartışırdım” diyerek ağzındaki baklayı çıkarmıştır. Bu bakla, kurşundan daha ağır, daha paralayıcı bir Sevr güllesi gibi kamuoyu gündemine düşmüştür. Düne kadar “Üniter devlet yapısından, millî devletten taviz vermeyiz” diyen Başbakan’ın, federasyonculuğu ortaya çıkmıştır. Federasyoncu Başbakan, Türkiye’de rejimi ABD veya Osmanlı eyalet sistemine göre dönüştürme hülyasıyla yatıp kalkmakta, bir türlü dindirilemeyen sultanlık ihtirası, Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit etmektedir.
Sayın Erdoğan’ın daha önce ortaya attığı Başkanlık modeli de, Büyük Ortadoğu Projesi’nin mecburi istikameti olan federatif yapının bir parçasıdır. Hükümetin başı, dünkü konuşmasında ise “Oligarşinin belini başkanlık sistemi kırar” iddiasını dile getirmiş, tek adamlık hayallerini Türkiye’de rejimin açmazlarına çare diye sunmuştur. Oysa AKP iktidarı ve hükümetin başı, on yıldır Türkiye’yi insafsız bir oligarşiyle yönetmektedir. Sayın Başbakan’ın iddialarının aksine, oligarşinin belini başkanlık sitemi değil, bu iktidarın iş başından gitmesi kıracaktır.
Başbakan Tayyip Erdoğan, başkanlık hayallerini gerçekleştirmek ve PKK’ya verilen sözleri yerine getirmek için millî devleti, üniter yapıyı ve 1000 yıllık kardeşlik hukukunu adım adım yok etmektedir.
Türkiye’nin ve bölgenin gerçekleri, Amerikan tipi bir Başkanlık modelinin toplumsal dinamikleriyle bağdaşmamaktadır. Ayrıca, Atlantik’in bu tarafında federatif ve adem-i merkeziyetçi yapılardan oluşan eski devletlerin akıbeti ortadadır. Doğu Avrupa’da eyalet sistemine, federatif yapıya istinat eden devletlerin çöktüğü ve etnik mücadelelerin sonunda çok sayıda yeni devletin ortaya çıktığı bilinmektedir. Buna rağmen Tayyip Erdoğan, Kuzey Irak’ı ve Suriye’den ayrılacak toprakları Türkiye’ye bağlayarak federasyon kurmaya ve kendisi de başkan olmaya özenmektedir. Kendisine Mareşal Tito’dan sonra Yugoslavya’nın bölünmesini, Bosna-Hersek’te yaşanan acıları, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun sonunu, Çekoslovakya’nın ikiye bölünmesini hatırlatırız. Sovyetler Birliği’ni dağılmasından sonra kurulan Rusya Federasyonu’nun da Rus silahlarının gölgesinde şimdilik kör topal ilerlediğini ve akıbetinin parçalanma olacağını düşünmesini isteriz.
Avrupa ve Asya’da federatif yapıların varacağı yer, eninde sonunda ayrışma, bölünmedir. Ayakta kalanlar; Fransa, İngiltere, Almanya ve İtalya misallerindeki gibi üniter ve ulus devlet sürecini tamamlayan güçlü ülkeler olacaktır. Türkiye de, ancak üniter yapısını ve millî bütünlüğünü koruyarak ayakta durabilecektir. Buradan hareketle denilebilir ki 21. Yüzyıl; federatif yapılar asrı değil, ulus devletler çağı olacaktır. Dünyanın barış, refah ve sükûn küresi olması; tıpkı bir yuvanın fertleri gibi, ülkelerin de birbirinin haklarına tecavüz etmeyen ulus devletler ailesi hâlinde yaşamalarına bağlıdır.
Üniter yapısı bozulan Irak; Amerikan müdahalesiyle öyle bir bölünme anaforuna kapılmıştır ki şimdi Washington yönetimi bile şiddetli sosyal ihtilafı durduramamaktadır. Suriye’yi de aynı son beklemektedir. Çünkü Batı dünyasının ektiği ayrılıkçılık mikrobu, Arap Baharı adı altında bölgedeki bütün toplumsal yapılara sirayet etmiştir. Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP; bu küresel mikropla mücadele edeceğine, onu toplumun bütün kesimlerine yayan bir siyasi laboratuar gibi işlemektedir. Türkiye’nin eyalet sistemine geçmesiyle bölünme salgını toplumumuzdaki en küçük ve kapalı etnik yapıları bile tesiri altına alacak, mikro milliyetçiliği tetikleyecektir. Orta Doğu bu salgının etkisindeyken Osmanlı adının itibarını kullanarak millete eyalet sistemini ve federasyonu dayatmaya çalışmak, çok vahim bir hatadır.
Diğer taraftan, Sayın Başbakan’ın dünkü konuşması, kendisinin nasıl bir devr-i sabık taraftarı olduğunu da ortaya koymuştur. Başbakan iken böyle kindar tutum içinde olan birinin, Başkan olunca nelere kalkışabileceği böylece aşikâr olmuştur. Kendinden önceki iktidarın sorumlularıyla icraatının üzerine gitme hastalığı, geçmişte de yaşanmış, ancak bunun hiçbir getirisi olmadığı gibi, siyasette kutuplaşmayı ve toplumsal kavgayı körüklemekten başka işe yaramamıştır. Lakin Sayın Erdoğan’ın gözü öylesine dönmüştür ki 57. Hükümet dönemindeki icraatın defterlerini açmıştır. Başbakan Erdoğan, MHP’nin AKP hükümetini sorguya çekmesinin ve muhalefet görevini yerine getirmesinin hesabının 57. Hükümet döneminde batan bankalar üzerinden sorulması için yargıyı göreve çağırmıştır. Böylece bir Başbakan’ın Türkiye’de yargıyı muhaliflerini sindirmek için yargıyı aba altından sopa olarak gösterdiğine de şahit olunmuştur.
MHP’nin her zaman alnı aktır. Ayrıca millete ve yargıya hesap vermesi gereken AKP iktidarıdır.
Şimdi aziz milletimize soruyor ve yargıyı göreve davet ediyoruz:
•
İmralı canisi, binlerce insanımızın kanına girmekten hüküm giymiştir. Anayasanın ve yasalarımızın neresinde terörle mücadelenin bir suçluyla temas kurularak yapılabileceği yazmaktadır?
•
Millî iradenin kalpgâhı olan TBMM, teröristlerin talepleri doğrultusunda hangi yasal zeminde çalıştırılmaktadır?
•
Darbeler her zaman asker marifetiyle ve silahla yapılmaz. Nitekim AKP iktidarı sivil darbe girişiminde bulunmaktadır. Pekiyi bunu hangi hukuka dayandırmaktadır?
•
Millet iktidarlara hukuk düzenini sağlamlaştırıp işlerlik kazandırması için oy verir. Meşruiyetle keyfiliğin sınırını, verilen oylar değil, yasalar belirler. AKP iktidarı yasa tanımazlığı hangi meşruiyete sığdırmaktadır?
•
Türkiye’de rejimi değiştirme girişiminde bulunan kişi ve gruplar, yasalarımıza göre “rejimi değiştirmek için örgütü kurmak”tan yargılanmaktadır. O hâlde bizzat hükümetten ve AKP kurmaylarından gelen rejimi değiştirme girişimleri hangi yasaya dayanmaktadır?
•
Anayasanın değiştirilemeyecek maddelerini değiştirmeye kalkışmak suçtur. Buna rağmen AKP iktidarı bu değişikliğe kalkışma eylemini hangi kanuna ve meşruiyete dayandırmaktadır?
•
Her gün sabahtan akşama kadar milletimizin yasal güvence altındaki değerlerine sövülmekte, kanunlar fütursuzca ihlal edilmektedir. Yasalara aldırmadan suç işleyenlere karşı rejimin meşru mekanizmaları neden işletilmemektedir?
•
“Askerî vesayetten çıktık” deyip Türkiye’yi sivil vesayete duçar eden iktidarın icraatını kanunlar dairesinde sorgulayacak yürekli bir savcı ne zaman ortaya çıkacaktır?
Öyle görünmektedir ki Başbakan Erdoğan, meydanı boş zannetmekte, yaptıklarından ötürü sigaya çekilmeyeceğini düşünmektedir. Milletin; bir avuç aklı evvelin nasihatlerine kanıp AKP-PKK işbirliğine evet diyeceğini varsaymaktadır. Bilinmelidir ki MHP; milletin hukukuna daima sahip çıkacak, AKP iktidarının Türk devletini ve Türk toplumunu siyasi laboratuarda dönüştürme deneylerine karşı amansız mücadeleyi sürdürecektir.
Türkiye; terörizm karşısında pes eden, kanlı örgütün temsilcileriyle masaya oturmayı çözüm olarak sunan bir iktidarın siyasi cinnetini yaşamaktadır. AKP iktidarının, binlerce vatandaşımızın kanına giren terör örgütüyle anlaşmayı “barış”, rejim değişikliğini “huzur”, bölünmeyi “bölgesel güç hâline gelme” diye yutturmaya çalışması faydasızdır. Kendisine İmralı’yı yorgan, PKK silahını yastık seçen iktidar; bir ayıbını örttükçe bir başka ayıbı ortaya çıkacak, millet vicdanında mahkeme edilmekten kaçamayacaktır.