TÜRKİYE KIBRIS’TA ‘VER KURTULCU’ POLİTİKASINI DEĞİŞTİRMELİDİR
Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şefkat ÇETİN, yeni güvenlik konsepti ve Kıbrıs Davası hakkında yazılı bir açıklaması gerçekleştirdi.
Son dönemde yeni bir güvenlik konseptine geçerek pek çok hatalı politikadan dönen Türkiye’de, Kıbrıs meselesinde de ‘ver kurtulcu’ politikaların değiştirilmesi hayati bir zorunluluktur. Yıllar önce destek verilen Annan Planıyla KKTC’nin ortadan kaldırılması ve adadaki Türk egemenliğinden vazgeçilerek AB’ye devredilmesine yol açacak hatalı politikalara, bugünlerde BM gözetiminde yapılan yeni görüşmelerde daha fazla ısrar edilmemelidir.
Kıbrıs’ı birleştirerek AB’nin bir parçasına dönüştürme amacıyla Birleşmiş Milletler gözetiminde İsviçre’de yapılan görüşmeler, Rumların toprak, mülkiyet ve garantörlük gibi talepleriyle tıkanmış görünmektedir. Kıbrıs’ta Rumlar hep daha fazlasını istemekte, Türkler ise masaya taviz vermeleri için oturtulmaktadır. Kıbrıs davasının büyük mücahidi rahmetli Rauf Denktaş’ı çiğneyerek yürütülen teslimiyetçi politikalarla Rumların AB üyeliğine göz yumulması ve bütün adanın sahibi imiş gibi şımartılmaları, Kıbrıs’ta Türk milletinin elini zayıflatmıştır. Kıbrıs’taki sözde soruna çözüm arayışları, Kıbrıs Türklüğünün topraklarından ve egemenliklerinden vazgeçme talepleriyle eş anlamlı hale gelmiştir. Oysa Kıbrıs şehitlerimizin kanlarıyla vatanlaştırılmış Türk toprağıdır. Kıbrıs hiçbir yöneticinin ya da kesimin dilediği gibi elden çıkarabileceği babalarından kalmış tapulu malı değil, Türk milletinin gelecek nesillere bırakacağı kutlu bir emanettir.
Kıbrıs davasına her zaman sahip çıkan Türk milleti, sırf çözüm olsun diye bir oldubittiyle oradaki haklarımızdan vazgeçilmesini kabul etmeyecektir. Kıbrıs’ta bugüne kadar yapılan çözüm görüşmelerinden Türk milletinin lehine bir sonuç hiç çıkmamıştır. Kıbrıs Türklüğünü Türk milletinin bir parçası olmaktan uzaklaştıracak ve Türkiye yerine AB’nin ve enosis rüyaları gören Yunanistan’ın egemenliğine sokacak görüşmelere artık bir son verilmelidir.
Kıbrıs’ı Türkiye’den koparmayı amaçlayan müzakereler, aslında Türkiye’yi kuşatmaya ve milletimizi Anadolu’ya hapsetmeye dönük bir projenin parçasıdır. Nitekim Türkiye bugün çok cepheli kuşatma ve saldırıyla yüzleşmiş vaziyettedir. İlanı yapılmamış gayrinizamî bu yeni savaş konsepti Türkiye’yi de kendine getirmiş ve yeni şartlara uygun bir mücadele stratejisi geliştirilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin yaklaşan tehlikeye yönelik yıllardır yaptığı uyarıların dikkate alınması ve çözüm önerilerinin hayata geçirilmesi, devletimize ve milletimize rahat bir nefes alacak zamanı ve alanı yaratmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin uyarılarıyla, bölücü terörle müzakerenin şehirlerimizi savaş alanına çevirdiği bir kâbustan dönülerek terörün her yerde ezildiği bugünlere gelinmiştir. Çözüm sürecinin önce buzdolabına kaldırılması ve sonrasında fişini çekmeden terörle mücadelede moral üstünlüğün sağlanması ve terörün belinin kırılmasının mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
Aynı şekilde, Suriye ve Irak’taki gelişmelere müdahil olmak ve Türkiye’ye yönelik tehditleri yerinde ezmek gerçek manada bir devlet olmanın gereğidir. PYD-PKK unsurlarının kantonlarını ve adım adım devletleşmelerini uzaktan seyreden Türkiye, kaybetmeye mahkûm edilmişti. Emperyalizmin yeni harita çalışmaları, Irak ve Suriye’den sonra Türkiye’nin şehirlerinde kantonlar oluşturacak aşamaya gelmişti. Devletimizin bölgedeki büyük oyunu bozarak kendi hamlelerini yapacak kararlılığa ulaşması memnuniyet vericidir. Türkiye’nin savunma hattının Irak ve Suriye’nin içlerinden başlatılmasıyla, son derece hayati gelişmelerin önünün alındığı açıktır.
Irak ve Suriye’de aleyhine siyasi sınırlar çizilmesine ve Akdeniz’e açılacak enerji koridoruna karşı tedbirler geliştiren Türkiye’nin, Kıbrıs’taki “ver kurtulcu” tavrını daha fazla sürdürmesi mümkün değildir. Irak ve Suriye’deki savaşın asıl nedeni olan enerji meselesinin tam ortasında Kıbrıs durmaktadır. Irak ve Suriye’den koparılacak sözde Kürdistan üzerinden Akdeniz’e uzatılacak enerji koridorunun kapısı Kıbrıs’tır. Türkiye’nin bugün her türlü savaşı göze alarak Suriye’ye girmesi ve Kürdistan’ı engellemeye çalışmasıyla Kıbrıs’ta yaşanan gelişmeler arasında çok yakın ilişki vardır. Dört parçalı Kürdistan ve onun arkasındaki asıl proje olan Büyük İsrail’in yolu Kıbrıs’a sahip olmaktan geçmektedir. Kıbrıs Türklerin elinden alınmadıkça Kürdistan ve Büyük İsrail projelerini hayata geçiremeyeceklerini gayet iyi bilmektedirler. Doğu Akdeniz’deki çok zengin doğalgaz ve petrol kaynaklarını paylaşmak için bölgeye üşüşen güçlere Kıbrıs’ın altın tepsi içinde ikram edilmesine Türk milleti asla müsaade etmeyecektir.
Tıpkı terörle müzakereden mücadeleye dönülmesi gibi, Irak ve Suriye’den üzerimize salınan teröristlerle tek tek uğraşmak yerine Fırat Kalkanı Harekâtıyla bataklığı kurutmaya yönelmemiz gibi, Kıbrıs’ta da yeniden milli politikaları uygulamanın zamanı gelmiştir. Enerji koridorunun Suriye ayağına müdahale eden Türkiye’nin aynı projenin bir devamı olan Kıbrıs’ı kendi eliyle pazarlamasına son verilmelidir. Türkiye’nin üyeliğinin hiçbir zaman mümkün olmadığı Avrupa Birliği’ne Kıbrıs daha fazla peşkeş çekilmemelidir. Kıbrıs’taki Türk varlığı ve egemenliğinin devam ettirilmesi Türkiye için hayati önemdedir. Türkiye’nin güvenliği Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki stratejik konumuna doğrudan bağlıdır. Bölgenin enerji ve su kaynaklarının milletimiz tarafından kontrol edilebilmesinin yolu Kıbrıs’taki haklarımıza sahip çıkmaktan ve söz sahibi olmamızdan geçmektedir.
Vatanımızın her karış toprağı gibi Kıbrıs da Türk milletinin namusudur, kutsalıdır ve asla kaderine terk edilmemelidir.