İstanbul Ve Roma Peygamber Efendimizin De Kızılelma’sı İdi
Kızılelma bizim sadece milli değil, aynı zamanda İslâmi bir ülkümüzdür. Çünkü Allah’ın sevgili Rasûlü Hz. Muhammed (S.A.V.) Kisra’nın ve Kayser’in ülkelerinin Müslümanların eline geçeceğini yani İran’ın, Roma’nın ve İstanbul’un fethini müjdelemiştir. Bu yönüyle İstanbul ve Roma sadece Türk padişahlarının değil Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in de Kızılelma’sıdır.
Bir hadisi şerife göre Peygamber Efendimiz, şöyle buyurmuştur:
“Lâ tekumüs-sâah, hattâ yeftehallahu alel-mü’minînel-kostantîniyyetir-rûmiyyete bit-tesbîhi vet-tekbîr.” “Allah Teàlâ Hazretleri mü’min kullarına tesbihle, tekbirle; Sübhanallah diyerek, Allahu ekber diyerek, el-Kostantîniyyetir-Rûmiyye’yi açmadıkça, fethini nasib etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Ramuzu’l-Ehadis, 478/5; Krş. A. Yardım, Türk’ün Şeref Madalyası: Fetih Hadisi, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Sayı 3 Temmuz 1979, Sayfa :64)
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir: “Biz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında iken;
İki şehirden hangisi Kostantîniyye mi Roma mı önce fetholunacaktır, diye soruldu. O (sav);
“Kostantîniyye’yi kastederek önce Hırakl’in şehri” cevabını verdi. (Hâkim, el-Müstedrek, IV, 553)
Burada dikkat çeken durum şudur: Peygamber Efendimiz, soruya itiraz etmeyip “önce Kostantiniyye (İstanbul) ” diye cevap vermişlerdir.
Bu rivayette Roma’dan el-Kostantîniyyetir-Rûmiyye diye söz edilmetedir. Roma Kostantîniyyesi, yâni Roma şehri demek. Araplar bu şehri anlatmak istedikleri zaman, büyük manasında el-Kostantîniyye el-Kübrâ veya er-Rûmiyye el-Kübrâ derlerdi; İstanbul için de er-Rûmiyye es-Suğrâ derlerdi. Yâni büyük Roma küçük Roma, büyük Kostantîniyye küçük Kostantîniyye tabirleri Arapların arasında kullanılmıştır. Buna göre kıyamet kopmadan Roma ve benzeri büyük şehirlerin Müslüman olacağı söylenebilir.
Bilindiği gibi Sevgili Peygamberimiz 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmiş ve burada küçükte olsa bir “Şehir Devleti” kurmuştur. Artık Sevgili Peygamberimiz hem Peygamber hem de bu devletin “Devlet Başkanı’dır. Hz. Muhammed’in bir avuç Müslümanla çok zor şartlar altında kurduğu bu devlet gelişip te Arabistan sınırlarını zorlamaya başladığı zaman karşılarında iki büyük ve güçlü devlet buldular. Bunlardan birincisi Bizans İmparatorluğu öteki ise, asırlardır Arapların en büyük düşmanı olan ve onları hor ve hakir gören Sasani-İran devleti idi. Bu iki devlet Hz. Peygamberimiz tarafından kurulmuş olan İslâm devletini dört bir yandan abluka altına almıştı. Devletin Doğu ve Güney sınırları Sasaniler tarafından çevrilmiş, İstanbul gibi dünyanın en güzel ve önemli şehirlerinden birisini kendisine başkent yapan Bizans İmparatorluğu ise, Kuzeyde, Suriye ve Filistin’e, Batıda, Mısır, İskenderiye, hatta Arabistan’ın Kuzey bölgeleri dâhil Orta Doğu’nun önemli bölgelerine sahip bulunuyordu. Ayrıca Arabistan’da da çok sayıda Hıristiyan Arap vardı. Bu Araplar, her ne kadar Arap ta olsalar Hıristiyan olduklarından dolayı kendilerini Arap İslâm devletinden daha çok Hıristiyan Bizans’a yakın hissetmekte idiler. Nitekim günümüzdeki Hıristiyan Araplar da kendilerini Batı’ya yakın hissetmekte ve onlarla işbirliği içerisindedirler. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen, henüz küçücük bir devlet iken dahi Sevgili Peygamberimizin Bizans’ı ve İran’ı Müslümanlara hedef göstermesi ve “Sakın Türklere dokunmayınız” demesi cidden çok düşündürücüdür.
Peygamber Efendimizin Bizans’ı ve İran’ı hedef göstermesi kurulan Medine şehir devletinin ilk yıllarına ve Müslümanların açlık ve sefaletten karınlarına taş bağladığı “Hendek Savaşı” yıllarına kadar uzanır.
Peygamber Efendimizin Bizans’ı ve İran’ı hedef göstermesi kurulan Medine şehir devletinin ilk yıllarına ve Müslümanların açlık ve sefaletten karınlarına taş bağladığı “Hendek Savaşı” yıllarına kadar uzanır.
“Kureyşliler 627 yılında, o zamana kadar Arabistan’da görülmemiş 10. 000 kişilik bir ordu ile Medine’ye yürüdükleri zaman O, şehrin etrafına bir müdafaa hattı olmak üzere ve derin bir hendek kazılmasını emretmişti. Bu hendek kazma işlemi sırasında; İslâm mücahitlerinin, parçalamakta zorluk çektikleri büyük bir kaya parçasının üzerine indirdiği bir balyoz ve bunun çıkardığı kıvılcımların ışığında Bizans ve İran Kisralarının muhteşem saraylarını gördüğünü söylemiş ve bu devletlerin uçsuz bucaksız hazinelerinin Müslümanların eline geçeceğini müjdelemişti ”(Kitapçı, 1996, s.127-128, et-Taberi ve İbni Hişam’dan nakil)
İstanbul Ve Roma Peygamber Efendimizin De Kızılelma’sı İdi
İmam-ı Nesai, meşhur eseri Sünen-i Neseî adlı eserinde “Cihat Bölümü’nde aşağıdaki hadisi nakletmektedir:
“Kureyşliler 627 yılında, o zamana kadar Arabistan’da görülmemiş 10.000 kişilik bir ordu ile Medine’ye yürüdükleri zaman O, şehrin etrafına bir müdafaa hattı olmak üzere ve derin bir hendek kazılmasını emretmişti. Bu hendek kazma işlemi sırasında; İslâm mücahitlerinin, parçalamakta zorluk çektikleri büyük bir kaya parçasının üzerine indirdiği bir balyoz ve bunun çıkardığı kıvılcımların ışığında Bizans ve İran Kisralarının muhteşem saraylarını gördüğünü söylemiş ve bu devletlerin uçsuz bucaksız hazinelerinin Müslümanların eline geçeceğini müjdelemişti” (Kitapçı, 1996, s.127-128, et-Taberi ve İbni Hişam’dan nakil)
İmam-ı Nesai, meşhur eseri Sünen-i Neseî adlı eserinde “Cihat Bölümü”nde aşağıdaki hadisi nakletmektedir:
“Hz. Peygamber Ahzap harbinde (Hendek Savaşında) Medine’nin civarına “hendek” kazılmasını emir buyurduklarında, işte bu hendek kazımı sırasında ashabın karşısına (büyük) bir kaya parçası çıkmış idi. (işler duraksadı) Bunun üzerine Hz. Peygamber ayağa kalktı, balyozu eline aldı ve mübarek hırkasını hendeğin (bir kenarına) burakarak o kaya parçasının başına geldi. Bu sırada ise Selmân-i Farisi ayakta durmuş, Hz. Peygambere bakıyordu. Hz. Peygamber balyozunu kaya parçasına indirmesi ile birlikte, vurduğu yerden göz kamaştırıcı son derece parlak bir ışık çıktı. Bunu ikinci ve üçüncü darbeler takip etti ve her defasında böyle oldu, son derece parlak bir ışık çıktı. Bunun üzerine Selmân:
“-Yâ Resulallah! Senin balyozu her indirdiğinde öyle bir vuruşun vardı ki her birinden mutlaka göz kamaştıran parlak bir ışık çıkıyordu” dedi. O zaman Hz. Peygamber:
“-Ey Selmân demek sen bunu gördün öyle mi” dedi.
Selmân:
“-Öyle, Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin olsun ki “evet” gördüm” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle konuşmuşlardır.
“-Ben birinci balyozu indirdiğimde (gözümün) perdesi kalktı ve işte bu gözlerimle Kisra’nın başkenti (Medain) ve çevresini hatta daha birçok şehirleri gördüm.” O zaman yanında bulunanlar:
“-Ya Resulallah, buraların fethini bize nasip etmesi için Allah’a dua et. Onların varlıklarını, servetlerini ganimet olarak paylaşalım Onların yurt ve yuvalarını da ellerimizle virân edelim!” Hz. Peygamber böyle olması için dua etti. Yine Hz. Peygamber devamla şöyle dedi:
“-Sonra ikinci balyozu indirdiğimde yine gözümün perdesi kalktı. Bu defa da Kayser’in başkenti (İstanbul’u) ve çevresini olduğu gibi gözümle gördüm.” O zaman yanındakiler yine:
“-Ya Resûlallah, buraların fethini bize nasip etmesi için Allah’a dua et. Onların varlıklarını servetlerini ganimet olarak paylaşalım. Onların yurt ve yuvalarını da ellerimizle viran edelim! Hz. Peygamber bunun için de Allah’a dua etti. Yine Hz. Peygamber sözüne devamla:
“Sonra üçüncü balyozu indirdiğimde yine gözümün perdesi kalktı. Bu defa Habeşistan’ın başkenti ve çevresindeki birçok köyleri olduğu gibi gözlerimle gördüm” dedi. Böyle buyurduğu sırada Hz. Peygamber (çevresindekilere daha konuşma fırsatı vermeden) şöyle buyurmuşlardır:
“-Sakın Habeşliler size dokunmadan sizde onlara dokunmayınız. (Tükler de böyledir) Hele Türkler size ilişmedikçe sakın siz de Türklere ilişmeyiniz. (onlara saldırmayınız)!” (Kitapçı,1996, c. 1, s:164)
Bizans’ı ve İran’ı ashabına ve ümmetine hedef gösteren, Türkler söz konusu olunca, “Sakın Türklere dokunmayın” diyen Sevgili Peygamberimizin Bizans ve İstanbul’un fethi ile ilgili çok sayıda hadisleri vardır.
Büyük hadis âlimlerinden İmamı Müslim, “Sahih-i Müslim” adlı meşhur eserinde şu hadis-i şerifi nakleder:
“Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kisra ölmüş (demek)tir. Artık kisra (İran Kisrası) öldükten sonra başka kisra yoktur. Bizans Kayseri helak olduğu zaman, ondan sonra Kayser de olmayacaktır. Nefsim elinde bulunan Allah’a yemin ediyorum ki, Kisra ile Kayser’in hazineleri muhakkak ki Allah yolunda sarf olunacaktır.” (Sahihi Müslim, hadis no: 2918)
“… Ve Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kisra helak oldu. Sonra onun ardından başka kisra olmaz. Kayser de muhakkak helak olacaktır. Sonra onun ardından başka bir kayser olmaz. Yemin olsun ki Kisra ile Kayser’in hazineleri de muhakkak Allah yolunda taksim olunacaktır” (Sofuoğlu, s. 452-453)
İmam-ı Buhari, “Romalılarla Harpler Hakkında Neler Söylenmiştir” başlığı altında zikrettiği hadislerin birinde, Hz. Peygamberimize yakınlığı ile bilinen Ümmü Haramdan şu hadisi nakletmiştir:
“Hz. Peygamber, Ümmetimden (İstanbul’un fethi için) denizlere açılarak gazaya çıkan ilk askerler (Allah’ın rahmetine) uğrayacaklardır” demiştir. Ümmü Haram,
“Ey Allah’ın resulü, ben onların arasın damıyım? Diye sordum” O da, “Elbette sen onların içinde olacaksın” buyurmuştur. Bundan sonra Hz. Peygamber, Kayser’in başkentine (İstanbul’a) gazaya çıkan ilk ordu da Allah’ın mağfiretine mahzar olacaktır” dedi. Ben de yine,
“Ey Allah’ın resulü, ben onların içinde miyim?” diye sordum. O da, “Hayır sen birinci (kafiledesin) buyurmuşlardır” (Kitapçı, 1996, s.199).
Hz. Peygamberimizin İstanbul’un fetih ediliş şekli ile ilgili hadisleri de vardır. Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Bir defasında), “Siz hiçbir tarafı kara, bir tarafı denizle çevrilmiş bir şehir duydunuz mu? Buyurmuşlardır. (çevresindekiler) “Evet Ey Allah’ın resulü (işittik) demişlerdir. Sonra Hz. Peygamber devamla, Beni İshak’tan yetmiş bin kişi işte bu şehre gazâ edip saldırmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Onlar gelip te şehri kuşattıklarında ne silahla çarpışacaklar ne de okları bir işe yarayacaktır. Ancak Allah’tan başka ilah yoktur, Allah her şeyden büyüktür, diye tekbir getirip hücum
edecekler, böylece şehrin iki yakasından biri düşecek (onların eline geçecek) tir.” (Sofuoğlu, 8. cilt, hadis no: 2920)
Bazı Tarihçiler “Beni İshak” diye isimlendirilen kimselerin Osmanlı Türkleri olduklarını belirtirler. Müneccimbaşı tarihinde Ertuğrul Gazi’nin nesebi hakkında bilgi verilirken şöyle denilmektedir:
“Ertuğrul’un nesebi konusunda tarihçiler ihtilaf etmişlerdir. İdris Bitlisi ve Müverrih Ruhi’ye göre -Hoca Sadettin Efendi de onlara uyar-, Ertuğrul’un nesebi, Ays bin İshak bin İbrahim aleyhisselama şöyle ulaşır…” Bir rivayete göre Koy Han (Kayı Han) Ays bin İshak aleyhisselamdır.”(Müneccimbaşı Tarihi 1. cilt, s.52) Ahmet Cevdet Paşa Süleyman Şah’ın soyunun kırkıncı göbekten İshak Peygamberin oğlu Ays’a ulaştığını belirtir (Kitapçı, 1996, s. 203).
İstanbul’un mutlaka fethedileceğini bildiren meşhur hadis-i şerif ise şu hadistir:
“İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden emir-sultan ne güzel emirdir-sultandır. Onu fetheden asker ne güzel askerdir.”
İstanbul’un fethini kesin bir ifadeyle haber veren bu hadis, Kütüb-i Site döneminde, hattâ öncesinde tasnif edilmiş kaynaklarda yer almaktadır. Ahmet bin Hanbel’in Müsned’i ve bizzat Buhari hazretlerinin hadis ravilerini tetkik için yazdığı et-Tarihu’l Kebir ve et-Tarihu’s-Sağir’i, İbni Ebî Hayseme’nin Kitabu’t-Tarih, Bezzar’ın Müsned’i İstanbul’un fethini kesin bir dille müjdeleyen hadisimizin tasnif dönemine ait kaynakları olmaktadır. Daha sonraki dönemlerde Tebarani’nin el-Mu’cemu’l Kebir, İbni Kayyim’in Mu’cemu’s-Sahabe’si, Hâkim en-Nişaburi’nin Müsdetrek’i hadisimiz için önemli kaynaklardır (Çakan, s.50).
Peygamberimizin Ashabı İstanbul Yollarında
Kayserin ve Kisranın kesinlikle helak olacağını ve onların hazinelerinin Müslümanların eline geçeceğini müjdeleyen, “İstanbul mutlaka fetholunacaktır, O’nu fetheden emir-hakan ne güzel emirdir-hakandır. O’nu fetheden asker ne güzel askerdir” diyen Hz. Muhammed, henüz Medine’de küçük bir şehir devletine sahipken, Müslümanlara denizleri, Bizans’ı ve İran’ı hedef göstermiştir.
Hz. Peygamber ilk olarak Bizans Kayseri’ne ve İran Kisrası’na mektuplar göndererek onları İslâm’a davet etmiştir. Bu bir bakıma kendi varlığının ve İslâm devletinin onlar tarafından kabulü ve tanınması demektir. Hz. Muhammet (s.a.v.) İslâm ülkelerinin Bizans saldırılarından emin olması amacıyla 620’de Mute ve 630’da Tebük askeri seferlerini düzenlemiştir. Sevgili Peygamberimiz ölüm döşeğinde iken bile, Bizans’a karşı savaşmak üzere bir ordu hazırlatmış ve bu ordunun başına azaldı kölesi Zeyd’in oğlu Usame’yi komutan tayin etmiştir.
Hz. Peygamberin vefatından sonra, Hz. Osman zamanında güçlü bir donanma hazırlanmış ve bu donanmanın başına Muaviye getirilmiştir. Hedef Bizans’ın elinde olan Kıbrıs adasıdır. (647) “Ümmetimden denizlere açılan gazaya çıkan ilk askerler, Allah’ın rahmetine uğrayacaklardır” hadis-i şerifini rivayet eden ve “Ben de o seferde bulunacak mıyım?” diye soran ve “evet” cevabını alan Ümmü Haram adlı bir sahabe kadın da bu sefere katılmış ve bu seferde atından düşerek şehit olmuştur. Böylece bir Peygamber mucizesi gerçekleşmiş, aynı zamanda Sahabe-i Kiram’ın Bizans ve İstanbul seferleri başlamıştır.
Emeviler ve Abbasiler zamanında Hz. Peygamberimizin övgüsüne sahip olmak amacıyla 655-782 yılları arasında geçen 127 sene içerisinde İstanbul’u almak amacıyla beş sefer düzenlenmiştir.
Muaviye, İstanbul’u alarak, Hz. Peygamberin övgüsüne mahzar olmak hem de kendi durumunu güçlendirmek istiyordu. Onun için kısa bir zamanda büyük bir ordu oluşturmuş ve büyük bir kampanya başlatmıştı. Muaviye ilerlemiş yaşına rağmen Hz. Peygamberin Medine’ye hicretlerinde
evlerinde misafir kaldıkları Ebû Eyyûb-el Ensari’nin de bu sefere katılmasını istiyordu. Ebû Eyyûb-el Ensari, Peygamber Efendi’mizden “İstanbul surları önünde mübarek bir zâtın defnedileceğini” (Kitapçı, 1996,2. cilt, s.133) duymuştu. O, bu mübarek şahsın kendisi olmasını istiyordu ve bu sefere büyük bir istekle katıldı. Ebû Eyyûb-el Ensari ve yüce sahabelerin içinde bulunduğu ordu Muaviye’nin oğlu Yezid komutasında İstanbul önlerine geldi. Bu sefer başarısızlıkla sonuçlanmış ve İslâm ordusu bir ok darbesiyle şehit düşen ve surlara yakın bir yere defnedilen Ebû Eyyûb-el Ensari’yi şehit vererek, geri dönmüşlerdir.(699) döneminde yaptıkları kuşatmalardan da bir başarı elde edemediler bu seferlerin en önemlileri Muhammed bin Mesleme (716) komutasında yapılan seferdir. Bu sefer de başarısızlıkla neticelenmiştir. Araplar Emeviler döneminde dört, Abbasiler döneminde bir adet olmak üzere İstanbul’a beş sefer düzenlemişler fakat bu seferlerin hepsi başarısızlıkla neticelenmiştir.
Muhammed Bin Mesleme’nin kuşatmasından sonra geriye kalan tek hatıra bu gün İstanbul’da “Arap Camii” olarak bilinen “Maslama Camii”nin anlaşma gereği yapılmış olmasıdır. Bu cami İstanbul’da ilk ezanı Muhammedinin okunduğu camidir ve İstanbul’daki İlk Müslüman mescididir.
Araplar, bu başarısızlıklarından sonra bu “Peygamber müjdesinin” de Türklerin sayesinde gerçekleşeceğine inanıyorlardı. Çünkü Araplar’ın bu işi başaracaklarına olan güvenleri kalmamıştı. İstanbul’u fethetmek şöyle dursun onlar Bizans’ karşı İslâm ülkelerinin sınırlarını dahi korumaktan aciz bir duruma düşmüşlerdi
Nitekim Kostantin’in oğlu Armonos, hicri 353/963 yılında düzenlediği bir askerî hareketle Tarsus hatta Şam’a kadar uzanan birçok yerleri, eski hilâfet ülkesinin birçok yerlerini ele geçirmiştir. Bu ise Müslümanları derin bir ümitsizliğe ve infiâle sürüklemişti. Müslümanlar; Bizanslılardan ancak Türkler sayesinde intikam alabileceklerine inanıyor ve Türk askerlerinin İstanbul’u fethedeceklerini savunuyorlardı. Meselâ, Muhammed b. Hazm ez-Zahiri bu hususta yazdığı çok uzun bir kasidesinde Armonos’a, Türk askerleri sayesinde meydan okumuş ve İstanbul’u mutlaka ele geçireceklerini haykırmıştır. Meşhur şair Armonos’a şöyle diyordu:
“Biz Kostantiniyye şehri ve onun asillerini mutlaka ele geçireceğiz, sizin (cesetlerinizi Ey Armanos) kartal ve akbabalara yem yapacağız.
Sizin yerleriniz ve yurtlarınızın en ücra köşelerine kadar sahip olacağız, sizleri zillet ve alçaklık içinde yaşamaya mecbur edeceğiz.
Hem biz TÜRK ve HAZAR yurtlarından toplanan kahredici ordu ile (sadece sizi değil) Çin ve Hind ülkelerine de zorla boyun eğdireceğiz (es-Sübkî, II. s. 188’den naklen: Kitapçı, 1996, s. 135,).
Kızılelma’nın bir kavram olarak, gittikçe arzulanan bir emel, ülkü ve somut hedef hâline gelişi daha çok Osmanlılarda kendini göstermiştir. Türk’ün ortak bilinçaltında efsanevî bir şekilde yaşayan bu ülkünün Osmanlılar zamanında yazılı kaynaklara da geçtiği görülmektedir. Bu düşünce halk ve askerler arasında Kızıelma adı ve efsanesiyle ile yayılmış, İstanbul’a sahip olmanın sembolü olmuştur. İstanbul, Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren, bütün Türk Sultanlarının bir milli ülküsü “Kızılelması” olmuştur. Osman Gazi, devletin kurucusu olarak, oğlu Orhan Gazi’ye:
“Gönül kerestesiyle bir/ Yeni şehir ile Pazar yap/ Zulmeyleme rençberlere/ Her ne istersen var yap/ Osman¸ Ertuğrul oğlusun/ Oğuz Karahan neslisin/ Allah’ın kemter kulusun/ İslambol’u aç¸ gülzâr yap” (Ahmed Cevdet Paşa¸ 1977, s.197).
“Osman Ertuğrul oğlusun, Oğuz Karahan neslisin, Hakk’ın bir kemter kulusun, İstanbul’u aç, gülizâr yap” (Necip Asım, Mehmed Arif,1990, (Medhal) s.9; Turan, 1969, c, II, s.45; Sümer, 1992, s. 273, Z.Kitapçı,1996, 2. Cilt s.137) diyerek İstanbul’un fethini hedef göstermiştir.
Saltıknâme’de Sultan Birinci Murad’ın İznik’te iken Hz. Peygamberimizi rüyasında gördüğü ve peygamberimizin O’na Endirne’nin fethini müjdeleyip “Kızılelma’yı senin neslin fethedecek” dediği anlatılır:
“En son Murad Han Gazi, (1. Murad) İznik’de Resul hazretinirüyasında gördü:-Kalkın, Edirne şehrine gidin, ocağınızdır, gazilerin yeridir, Orası; Darü’n-nasr, beytü’l-feth ve arz-ı şerifdir. Oradan her nereye zafer fetih niyetiyle giderseniz hazırolur. Kuvvetlenirsiniz; batıyı, doğuyu, kuzeyi ve güneyi; bu dört köşe ova ve denizi oradan fethedersiniz. Adalet ile galip olup o yerleri alacaksınız. Oradan yürüyüp Kızılelma’yı da sizin nesliniz fethedecek. Âlem size boyun eğecek, dedi” (Demir, N, Erdem, M.D. 2013, s. 511; Kadıoğlu, 2019, s. 68).
Büyük Türk padişahı Fatih Sevgili Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş ve İstanbul’u 52 günlük bir kuşatmadan sonra fethetmiştir.
İstanbul’un Türklerin eline geçmesinden sonra, artık Türk’ün yeni Kızılelma’sı Roma’dar; Roma’daki St. Pierre Kilisesi’nin kubbesidir. Kızılelma Katolik dünyasının merkezine taşınmıştır. İstanbul Kızılelma’sını ele geçiren Fatih’in yeni hedefi, Türk’ün yeni Kızılelma’sı Roma’dır. Fatih Sultan Mehmed Han Otranto Seferi’ni bu amaca ulaşmak için düzenlemiştir.
Fakat Osmanlılar Kanuni Sultan Süleyman devrinde Haçlı taarruzlarının kaynağı olan Roma Papalığına (Rimpapa’ya) hâkim olabilmek için karşılarına çıkan Alman imparatorluğunu ve Bec (Viyana) şehrini düşürmek zaruretini anladılar ve bu sebepledir ki Fatih Sultan Mehmet tarafında teşebbüs edilen İtalya’nın fethi tehir edildi. Bu suretle de Türklerin Beç (Viyana) Kızılelma’sı teşekkül etti. Artık “Beç şehri (Viyana ) ve kalesi Alman Kızılelma’sı veya Kızılelma Seddi” adını aldı.
Kanuni Sultan Süleyman Beç’i (Viyana’yı) muhasara (1520) eyledi; fakat kış geldiği için muhasarayı bırakıp çekildi. Bu cihangir padişahlar kışlaları ziyaret eder; askerlerin şerbetini içer ve onlara bardağı altınla doldurup hediye yapardı. Ayrılırken askerlere “Kızılelma’da buluşuruz” cümlesiyle de onları okşar ve ideallerini canlandırırdı (Hammer, Osmanlı Tarihi, VI, s.165). Zira yeniçeriler arasında Kızılelma efsanesi çok yaygın olup “Destiye kurşun atar; keçeye kılıç çalar; Kızılelma’ya dek gideriz” sözü onların talim, ideal ve fedakârlıklarını ifade ederdi (Turan, 1969, c, II, s.40).
Askerlerini sefere götüren Kânûni “ Kızılelma’da buluşuruz” der. Yeniçeriler de “Kızılelma’ya dek varırız; Kızılelma’ya hey! Kızılelma’ya hey!” Diye nâra atarlardı.
Osmanlı Devleti Batılıların Muhteşem Süleyman dediği Kanuni döneminde bir dünya devleti haline gelmiş topraklarının yüz ölçümü 14 milyon 983.000 km2’ye etki alanıyla birlikte 20. Milyon kilometrekareyi bulmuş, İtalya ve Almanya içlerine kadar ulaşıldığı halde “Kızılelma seddini” oluşturan Beç (Viyana) kalesi alınamamış, Alman ve Roma Kızılelmaları ele geçirilememiştir.
Kızılelma ülküsü ocakların kaldırılmasına kadar, Yeniçeriler arasında canlı bir şekilde yaşamıştır. III. Selim zamanında Nizâm-ı Cedid’e karşı çıkan Yeniçeriler “Al-i Osman askeri dünyayı kılıçla fethettiler. Hemen bize düşman göstersinler, dalkılıç olup düşmanı harab ederiz, Kızılelma’ya dek gideriz” diyorlardı. Bu an’anenin (Kızılelma’nın) Kırım yolu ile Şimal (Kuzey) Türklerine de geçip Kremlin’i hedef tuttuğu anlaşılıyor (Turan,1969, c, II, s.41).
Osmanlı padişahları Kızılelma’yı hükümdarlık alâmetlerinden saymışlardır. Topkapı sarayında bulunan Osmanlı Padişahlar albümünde Çelebi Sultan Mehmed’den 3. Sultan Murad’a kadar sekiz padişahtan yedisinin eline birer Kızılelma resmedilmiştir (Gökyay, 2002, s. 560).
KAYNAKLAR:
. Ahmet Cevdet Pasa, (1977) Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa 1/ İstanbul: Bedir Yayınları
. Ramuzu’l-Ehadis, 478/5; Krş. A. Yardım, Türk’ün Şeref Madalyası: Fetih Hadisi, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Sayı 3 Temmuz 1979, Sayfa :64)
. Hâkim, el-Müstedrek, IV, 553
. Kitapçı, Z. Hz. (1996). Peygamberin Hadislerinde Türkler, Konya (iki cilt bir arada)
. Gökyay, (2002).“Kızılelma”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: 25, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayını
. Turan, O. (1969) Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Türk Dünya Nizamının Millî İslâmî ve İnsânî Esasları, cilt I, II. İstanbul Turan Neşriyat Yurdu.
. Demir, N. Erdem, M.D.(2013). Ebu’l-Hayr-ı Rûmî Saltıknâme (Saltık Gazi Destanı) Cilt I, II, III, İstanbul.
.Kadıoğlu, M. (2019), Kızılelma (Golden apple)Türklerin Cihan Hâkimiyeti İdeali, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını.
. Sofuoğlu,M. (1972). Sahih-i Müslim ve Tercemesi, 8. cilt, hadis no: 2920
. Sümer, F. (1992), Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayını.
. Necip Asım ve Mehmed Arif. (1990) Osmanlı Tarihi, (Medhal),İstanbul.
Muharrem Günay Sıddıkoğlu