İSLAM’DA MÜLK/MAL ANLAYIŞI ZEKÂT FAKİRİN DOĞAL HAKKIDIR
İSLAM’DA MÜLK/MAL ANLAYIŞI ZEKÂT FAKİRİN DOĞAL HAKKIDIR MUHARREM GÜNAY SIDDIKOĞLU
İslama göre göklerin ve yerin mülkü Allah’a aittir. Aşağıdaki ve daha başka ayetlerde bu duruma dikkat çekilir.
“Velillâhi mülküssemâv’ati vel ard. (Ali imran: 189) “Velillahi mâ fissemavâti vemâ fil ard..((Nisa:126) (Yerde ve semada olan her şeyin mülkü Allah’a aittir)
“Size ne oluyor ki Allah yolunda malları harcamıyorsunuz! Göklerin ve yerin mîrası zaten Allah’ın değil midir? Sonunda hepsi O’na kalmayacak mıdır?” (Hadîd: 10)
Ayet ve hadisler ışığında İslam’ın mal-mülkiyet anlayışını şöyle özetleyebiliriz:
1: Mülk Allah’ındır. 2: Biz de emanettir. 3. Zenginler arasında dolaşan bir meta değildir/zenginler arasında dolaşan bir meta olmamalıdır (Haşr:7). 4. Zenginlerin mallarında fakirlerin hakkı vardır. (Mearic: 24 ve 25) 5: Kullanım şartları ayet ve hadislerde belirtilmiştir.
Allah tarafından kendisine emanet ve imtihan vesilesi olarak verilen malı İslam’ın öngördüğü şekilde kullanmayan, zekatını ve sadakasını vermeyen bir Müslüman, fakirin hakkını vermediğinden dolayı, haram yemiş, fakirin hakkını gasp etmiş aynı zamanda da kendisine emanet olarak verilen mal emanetine hıyanet etmiş olur. Emanete hıyanet etmek ise bir Münafıkta bulunan önemli üç özellikten biridir. Münafık söyleyince yalan söyler, vadinde/sözünde durmaz ve emanete hıyanetlik eder.
Zekât, İslam’ın beş şartından biridir. Farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur. O bakımdan inkârı küfür, terki büyük günahtır.
Zekât’ın Hicri ikinci yılda veya Ramazan Orucu’nun farziyetinden sonra farz kılındığı belirtilmektedir. “İkinci yılında farz kılınmıştır” diyenler ise, çoğunluktadır.
İslâm’ın beş temel esasından birisi olan Zekât, sözlükte; bereket, temizlik, üreme, çoğalma ve övme anlamına gelir. Bir fıkıh terimi olarak şöyle tanımlanır: Para, altın ve gümüş ile belli mal çeşitlerinin belirli bir bölümünü, Allah Teâlâ’nın belirlediği bir kısım Müslümanlara zekât niyetiyle mülk olarak vermektir.
Kur’an-ı Kerim’de Mü’minin özellikleri anlatılırken şöyle buyurulur: “ Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler…” (Hac 22/41)
“Allah’a ve peygamberine iman edin! Ve sizi halef kıldığı mallardan Allah yolunda harcayın!” (Hadîd:7)
Allah’ın bizi halef kılması; birinin arkasından bir başkasının gelip sahip olması demektir. Bugün birinin cebindeki para, dün bir başkasının cebindeydi. Bugün birinin tohum attığın tarlaya, dün bir başkası tohum atıyordu. Bugün birinin bindiği araba, dün bir başkasına aitti, yarın da bir başkasına ait olacaktır. Bugün size yağmur gönderen bulut dün başkalarına hizmet ediyordu. Bugün size süt veren inek dün başkalarına hizmet ediyordu.
Mevlâna Dünyanın Gerçek Yüzünü Şöyle İfade Eder:
”Bu dünya hayatı, rüyâda define bulmaya benzer. Sabah kalkınca ne define kalır, ne de başka şey! Ölümle daldığı uykudan uyanmış bulunan insanoğlu da hakikat ile rüyayı birbirinden ayırır ama nâfile!.. Elde bir şey kalmamıştır”.
Mesnevî’de, bu dünyaya dalanların boş hayal ve hülyalarla, paha biçilemez ömürlerini nasıl heder ettikleri de şöyle tasvir edilmektedir:
”Dünyaya gönül verenler, tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budala bir avcı, kuşun gölgesini kuş zannetti de onu yakalamak istedi. Fakat dalın üzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.”
Ya Mallar Bizi Terk Edecek Ya da Biz Onları Terk Etmek Zorunda Kalacağız
Bu gün sahibi olduğumuz mallar dün bir başkasına aitti. Dedelerimizindi; onlara da babalarından kalmıştı. İstesek de istemesek de, versek de vermesek de bilelim ki; bir gün ya o mallar bizi terk edecek, ya da biz onları terk etmek zorunda kalacağız. Ya bir iflasla, bir felâketle o mallar bizi terk edecek, ya da bir ölümle biz onları bırakıp gideceğiz. Bu iki seçenekten başka bir imkânımız yoktur.
Yukarıda meali verilen Hadid suresi 7. ayetteki İnfakın anahtarı istihlaf kelimesidir. İstihlaf, Hulf, halife kelimelerinden meydana gelir. Yeryüzünde bizi kendi halifesi olarak yaratan Allah, Bizden halifesi ve vekili olarak, yarattıklarından infak etmemizi emrediyor. Bu nedenledir ki; yeryüzünde tüm mahlûkata karşı, özellikle de insanlara karşı tam manasıyla ilahi sıfatların temsilcisi gibi hareket etme durumundayız. Sanki bir müessesenin vekil harcı gibi çevremizdeki herkesin ihtiyacını gidermekle yükümlüyüz. Böyle olmasaydı Allah “ İnfakı, size verdiğim nimetlerden verin.” Emrini bu tarzda açıklamazdı. Kur’an’da: “Size ne oluyor ki Allah yolunda malları harcamıyorsunuz! Göklerin ve yerin mîrası zaten Allah’ın değil midir? Sonunda hepsi O’na kalmayacak mıdır?”deniliyor. (Hadîd suresi: 10) Allah’ın yarattığı ve bize emanet olarak verdiği nimetlerden gerektiği gibi infak etmezsek, halifelik görevini yerine getirmemiş oluruz.
Zekâta, müminlerin Yüce Allah’ın emirlerine uymadaki sadakatlerinden dolayı “sadaka” da denilmiştir. Bununla birlikte sadaka kelimesi zekâttan daha geniş anlamlı olup, vacip ve nafile kabilinden olan bağışları da kapsamına alır. Zekâtın tarım ürünlerinden alınan çeşidine “öşür” denir. İslâm’da zekât, asla devlete ödenmesi gereken bir vergi değil, İslâm’ın öngördüğü bir “Sosyal güvenlik” ve “Sosyal adalet” kurumudur. Bizzat toplumun, fakru zaruret içinde bulunan insanların hayat ve yaşayışını teminat altına alması demektir. Zekât, yegâne mal ve mülk sahibi olan Allah’ın bazı insanlara emanet olarak verdiği mallardan ayırıp vermek zorunda oldukları fakirlerin en doğal hakkıdır