Dolar 34,6111
Euro 36,2608
Altın 2.918,91
BİST 9.659,96
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 11°C
Az Bulutlu
İstanbul
11°C
Az Bulutlu
Sal 11°C
Çar 12°C
Per 14°C
Cum 14°C

BAHÇELİ:: TEZGAHLARINIZI, SENARYOLARINIZI BAŞINIZA YIKACAĞIM

BAHÇELİ:: TEZGAHLARINIZI, SENARYOLARINIZI BAŞINIZA YIKACAĞIM
10/02/2015 14:20
A+
A-

Bahçeli,”AKP’nin maksadı molotof atanları, maske takanları cezalandırmak değildir.

MHP Genel Başkanı, partisinin grup toplantısında konuştu.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli,”AKP’nin maksadı molotof atanları, maske takanları cezalandırmak değildir. Eğer hedef buysa hiçbir güvenlik görevlisinin elini tutan yoktur. Teröristler bırakınız molotofu, elinde uzun namlulu silahlarla korkusuzca dolaşmakta, önüne gelene şiddet uygulamaktadır. AKP, korku devletinin yasal kılıfını hazırlamaktadır. AKP, azdırdığı teröristleri bahane göstererek muhalif sesleri kısmaya, demokratik tepkileri bastırmaya çalışmaktadır.”dedi.

MHP Lideri Bahçeli,”Sayın Davutoğlu, bilmiyorsan sana öğreteyim; adım Devlet olduğu kadar devletime sahip çıkarım, milletime asla toz kondurmam.

Biz yıllar evvel ya devlet başa ya kuzgun leşe diyorken; biz yıllarca Türk devletinin izzet ve iffetini savunuyorken acaba sen neredeydin, nerelerde geziyordun?
Vandallarla, işbirlikçilerle, ihanetten vicdanları kapkara olmuş hainlerle düşüp kalkan sensin ve Hükümeti’ndir.

Sayın Başbakan, hatırlarsan 13 Ocak 2015’de Meclis Grubunda şöyle söylemiştin:

“Paris’te bulunduğumuzda Avrupalı olarak konuşuruz, Semerkant’ta, Buhara’da Hoca Ahmet Yesevi gibi konuşuruz, Şam’da, Bağdat’ta, Mekke’de evladı Resul olarak konuşuruz, Saraybosna’da, Üsküp’te Evlad-ı Fatihan gibi konuşuruz.”

Sayın Başbakan itiraf ediniz, İmralı’da canibaşıyla konuşurken bölücü mü oldunuz?

Açıklayınız, Kandil’de PKK’yla aynı masayı paylaşırken terörist mi kesildiniz?

Çok şükür biz her yerde olduğumuz gibi konuşur, konuştuğumuz gibi oluruz ve Müslüman Türk olarak aleme sesleniriz.

Sayın Davutoğlu, sana ve zihniyetine her yerde farklı farklı yüzlerle konuşma konusunda başarılar dilerim. Yüzünüzün de kızarmayacağını çok iyi bilirim.

Adım gibi yaşatmaya ant içtiğim bu ülkeyi sizlere bırakmayacağım, tezgahlarınızı, senaryolarınızı inşallah başınıza yıkacağım.

Bu da size Devlet sözü olsun.”

Bahçeli’nin konuşması şu şekilde:

Muhterem Milletvekilleri,

Kıymetli Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Parti Meclis grubumuzun haftalık olağan toplantısına başlarken sizleri muhabbetle selamlıyor, en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Konuşmamın başında şu açık gerçeğe kararlılıkla temas etmek isterim ki, demokrasi ile ekonomi birleşik kaplar gibidir.

Bunlardan biri diğerinden aşağıda veya yukarda olamayacaktır.

Demokrasinin yara aldığı, demokratik kültürün yozlaştığı bir ülkede ekonominin güvencede kalması ve istikrara kavuşması akla ve bilime aykırıdır.

Toplumsal güven sarsılıyor, gelecekle ilgili beklentiler bozuluyorsa elbette ekonomi bundan olumsuz şekilde etkilenecektir.

Hukukun gölgelendiği, adaletin askıya alındığı, sosyal ve siyasal gerilimlerin tırmandığı bir ülkede ekonomik denge ve düzenden bahsetmek de saflıkla eşanlamlıdır.

Türkiye’miz maalesef böylesi bir girdabın, böylesi fasit bir dairenin içinde bocalamaktadır.

Uzunca süredir ekonomi bıçak sırtındadır.

Makro ekonomik parametreler tehlike sinyalleri vermektedir.

Yaşanan ekonomik temelli sıkıntı ve açmazlar Hükümet’in iddialarını tümden yalanlamakta, tümden rafa kaldırmaktadır.

Acı gerçekler iktidarın ipliğini pazara çıkarmaktadır.

Örtülemez, kapatılamaz, saklanamaz devasa sorunlar Başbakan ve Hükümeti’nin siyasi aldatma ve kandırma mekanizmasını çürütmektedir.

Kaygıyla izliyoruz ki, Türkiye’nin ekonomik güvenliği, ekonomik dinamizmi, ekonomik direnci sorumsuz ve savurgan iktidar tarafından devamlı zayıflatılmaktadır.

Fakat Başbakan hala hayal tacirliğine, ezberlediği klişe ve şablon ifadelerle süslediği umut satıcılığına devam etmektedir.

Davutoğlu geçtiğimiz hafta sonu, Uluslararası Finans Enstitüsü’nce İstanbul’da gerçekleştirilen bir konferansta bildik boş sözlerine, malum kalıplaşmış açıklamalarına yenilerini eklemiştir.

Nitekim milletimiz işsizlikten adeta kırılırken, geçen yıl Türkiye’nin istihdam konusunda çok başarılı olduğunu ve 1 milyon 500 binin üzerinde yeni istihdam oluşturulduğunu mahcubiyet duymadan iddia etmiştir.

Hükümet zihniyeti iş bulmada bu kadar başarılı bir noktada ise, milyonlarca vatandaşımızın işsiz güçsüz kalmasını nasıl açıklayacaktır?

Başbakan yandaşlara iş bulmayı marifet görüyorsa, hakkı vardır; bu alanda eline kimse su dökemeyecektir.

Başbakan eşe, dosta, akrabaya, bakan yakınlarına ballı ve bol kazançlı iş kapıları açmakla övünüyorsa, yine diyecek bir şey yoktur; hakikaten de bu konuda ustalık belgesi alacak seviyelere gelmiştir.

Fakat hiçbir torpili ve hatırlı tanıdığı olmayan; tutacak dalı, sırtını yaslayacak arkası bulunmayan masum insanlarımız işsizlik zulmüyle mücadele etmektedir.

Sınav yolsuzluğu yapan çeteler alın teri döken kardeşlerimizin hakkını gasp etmekte, haklarını yemektedir.

Bir yanda Erzurumlu yoksul Mehmet, bir işe girmek, geleceğini kurtarmak, yuva kurup milletine ve ülkesine faydalı olmak için gece gündüz çalışırken; diğer yanda yan gelip yatan asalak ve tembel yandaşlar kolaylıkla işe yerleştirilmektedir.

Bir yanda Manisalı Ayşe ‘elim ekmek tutsun’ arayışıyla aylarca KPSS sınavlarına hazırlanıp ümitle çalışıp didinirken; diğer yanda hırsızlar soru çalmış, erkenden köşeyi dönmüştür.

Öte yandan atanamadığından zorlu hayat şartlarına ve çileye katlanan öğretmenlerimizin çığlığını işiten de olmamıştır.

Başbakan’ın vicdanlara sığmayan bu hazin gerçekleri bilmemesi, duymaması, öğrenmemesi mümkün değildir.

Aksi takdirde ülke gerçeklerinden tamamen kopmuş olacaktır ki, bunun da vebali taşınamayacak kadar fazladır.

Davutoğlu gayrisafi yurt içi hasılanın neredeyse 800 milyar doları geçtiğini söylemekte, kişi başına düşen milli gelirin de 19 bin doları aştığını iddia etmektedir.

Zannederim son günlerdeki siyasi tartışmalardan ve sarayın müdahalelerden nevri dönmüş, ayarı kaçmıştır

Yine de sormadan geçemeyeceğim, Davutoğlu kişi başına düşen gelir rakamını söylerken ciddi midir?

Türkiye hangi arada 19 bin dolarlık kişi başı gelire ulaşmıştır?

Sayın Davutoğlu, senin aklın başında mıdır?

4 Şubat 2015 tarihinde TESK heyetine kaçak ve karanlık sarayda hitap eden Cumhurbaşkanı, kişi başına gelirde “şu anda 10 bin doların üstüne çıktık” demiştir.

Hatırlarsanız, aynı Erdoğan 3 Nisan 2012 tarihinde TBMM Grup toplantısında bu rakamın 10 bin 444 dolar olduğunu ifade etmişti.

2014 yılında 10 bin 537 dolar olan kişi başına düşen gelirin, 2015’in ilk aylarında volkan gibi patlayarak 19 bin dolara çıkması, patenti Davutoğlu’na ait ve sırrını hiç kimsenin bilmediği hesap ve matematik yöntemlerinin bir sonucu olsa gerektir.

Çamur Ahmet, bu kez de Cebir Ahmet olmuş çıkmıştır.

IMF’nin 2015’te ülkemizin kişi başına düşen milli gelirinin 11 bin 18 dolara çıkacağını tahmin etmesi henüz çok yenidir.

Ekonominin belirli bir kişi başına gelir düzeyine ulaştıktan sonra oraya sıkışıp kalması şeklinde tanımlanan orta gelir tuzağı Türkiye’yi çoktandır tesiri altında tutmaktadır. Bu açıktır.

Tasarruf ve yatırım düzeyi azsa, imalat sanayinde gelişme yavaşsa, emek piyasası zaaf geçiriyorsa, sanayi yetersizse orta gelir tuzağı kaçınılmazdır.

Durum böyleyken Başbakan neyin artışından, kimin gelirinden, hangi parlak başarıdan bahsetmektedir?

Geliri astronomik ölçüde artan vardır; bunu en iyi bilen doğal olarak Davutoğlu’dur.

Servetine servet katan sonradan görme kaymak tabakanın, rüşvetçilerin, soyguncuların kimler olduğunu pek tabiidir ki Davutoğlu bilmektedir.

Birkaç gündür, Birleşik Krallık menşeli bir bankanın İsviçre koluyla ilgili çarşaf çarşaf medyaya yansıyan haberler hepimizin dikkatini çekmiştir.

Söz konusu bankanın, usulsüz ve ahlak dışı para transferlerine ev sahipliği yaptığı ileri sürülmektedir.

1988-2007 yılları arasında 188 ülkeden 120 milyara dolara yaklaşan 30 binden fazla hesapla ilgili sızıntı ülke ve dünya gündemine oturmuştur.

Ayrıca bu bankada 2 bin 711 Türk vatandaşının 3,5 milyar dolara yakın parasının bulunduğu anlaşılmaktadır.

İşin daha da tuhaf yanı, AKP iktidara geldiğinde Türk vatandaşlarına ait 800 hesap varken, 5 yıl içinde bu sayı 2 bin 711’e çıkmıştır.

Muhtemelen şu anda bu miktar daha da fazladır.

Her şey meydandadır; AKP, durmak yok çalmaya yüzsüzce devam demiştir.

Başbakan İsviçre bankalarına kaçırılan paraları, açılan gizli hesapları baz alarak kişi başına düşen milli gelir hesabı yapıyorsa, emin olunuz ki, açıkladığı rakam çok eksik ve yetersizdir.

Sadece saraya baksa, saraydaki şahsın milyar dolarlarını düşünse, etrafını şöyle bir süzse zenginleşmenin, gelir yükselişinin tüm yönlerini açıklıkla görecektir.

Ne var ki gerçekte artan gelir değil, haram ve hıyanettir.

Artan gelir değil, işsizlik, yoksulluk ve sefalettir.

17-25 Aralık lobisi Başbakan’ın vicdanını törpülemiş, dilini mühürlemiş, baştan ayağa esir almıştır.

Bu yüzden Davutoğlu’nun şuur kapakları kapanmış, basiret penceresi örtülmüştür.

Buna rağmen Davutoğlu bizimle mahcup olacağı, altından kalmayacağı polemiklere girmeye yeltenmektedir.

Davutoğlu, şahsımın aritmetikle, geometriyle uğraştığını, piramitler, elipsler çizdiğini geçtiğimiz hafta değişik zeminlerde söylemiş, biraz da paralelle ilgilenmemi tavsiye etmiştir.

Bize tavsiye vermeye, akıl öğretmeye kalkan ve cüret eden Davutoğlu’na diyorum ki; aritmetikle uğraşan ve geometriye kafa yoran asıl sen ve çevrendir.

Allah’a şükür biz küp yapıp içini haram lokma ile doldurmadık.

Allah’a şükür etrafımızda ne yamuk, ne de ahlaksızlıkla yamulan namert gördük.

Yanımızda ne ihanetten dört köşeye dönmüş millet hasımları, ne de kalbi silindire çevrilmiş şeref fukaraları bulduk.

Siz kendinize bakın, kendi derdinize yanın, kendi çukurunuzda birbirinizle uğraşın.

Sayın Davutoğlu 12 yıl boyunca paraleli çizen siz, doğrudan sapan siz, 17-25 Aralık çemberine sığan siz, PKK’nın simetrisi olan siz, Oslo’da ihanet karesine giren siz, Türkiye’ye BOP prizmasından bakan yine sizsiniz.

Onun için Sayın Davutoğlu, sen git de saraydaki abin gelsin; karşımıza 17-25 Erdoğan çıksın.

Bahçeli: Muhterem Arkadaşlarım,

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkez Bankası’na dönük eleştirileri Türkiye ekonomisini sallamış, bilhassa dövizin tansiyonunu yükseltmiştir.

Erdoğan’ın faizin enflasyona yol açtığını iddia eden görüşü ve Merkez Bankası’nı kum torbasına çeviren pervasızlığı milletimize ilave külfetler yüklemiştir.

Öyle ki Erdoğan konuştukça döviz tırmanmış, atıp tuttukça dövizin ateşi artmıştır.

Enflasyona göre faizin ayarlanamayacağını ve yüksek faizin yüksek enflasyona neden olacağını söyleyen Erdoğan ekonomiyi günlerdir zora sokmaktadır.

Merkez Bankası’nı hedef alan Erdoğan; “kendine çeki düzen ver, dalga mı geçiyorsun, neyi bekliyorsun, mesajdan nasibini almamış” sözleriyle güvensizlik ve tedirginliği tetiklemiştir.

Bir ay bile dolmadan Türk lirasındaki değer kaybı yüzde 10’nu bulmuştur.

Yıllık enflasyonun yüzde 7,24 olduğu bir ülkede bunun anlamı bellidir ve bütün oklar tek kelimeyle gizli devalüasyonu göstermektedir.

Geçtiğimiz Ocak ayında fiyatlar yüzde 1,10 oranında artmış, mutfak enflasyonu ise yıllık yüzde 12,61’e ulaşmıştır.

Erdoğan sözde faiz lobisine karşı mücadele verirken, döviz lobisine hizmet etmiş; döviz borçlusu özel sektör şirketlerini ve vatandaşlarımızı zarara-ziyana sokmuştur.

Bu kapsamda özel sektör firmalarının borcu özkaynaklarının yüzde 175’ine ulaşmıştır.

Erdoğan huzursuzluk çıkarmakta, belirsizliği teşvik ve tahrik etmektedir.

Kerameti kendinden menkul bir şekilde, faiz-enflasyon oranı arasında kurduğu sakat mantık ilişkisi insanımıza anında fatura edilmektedir.

Erdoğan’ın Latin Amerika ülkeleri ziyareti öncesi Atatürk Havalimanı’nda düzenlediği basın toplantısında; “doların alçalması-yükselmesi, bu süreci değerlendirmek bana ait bir şey değil”demesi tamamen sorumsuzluk örneğidir.

Merkez Bankası’na saldıran, faizin aşağılara çekilmesini dayatan, piyasaları ve yabancı yatırımcıları endişelendiren Erdoğan, dövizin pahalanmasında bir numaralı suçludur.

Döviz borçlusu vatandaşlarımız Erdoğan’ın şamarını yemiştir.

Döviz cinsinden yükümlülükleri bulunan şirketler Erdoğan’ın ceremesini çekmiştir.

‘Merkez Bankası yönetemiyorsa hesabını verecektir’ diyen Erdoğan, sanki sütten çıkmış ak kaşıktır.

Ortada vahim bir yanlış, cehalet ürünü bir zorlama vardır.

Çıkan dövizin hesabını ahlaken önce Erdoğan vermelidir.

Merkez Bankası’na Hükümet cenahından da arka arkaya tenkit gelmektedir.

Öyle bir hava estirilmektedir ki, Hükümet faiz insin derken, Merkez Bankası buna yanaşmamakta, faiz lobisine hizmetkarlık yapmaktadır.

Madem ekonominin temel kaideleri görmezden gelinmektedir; o halde Erdoğan ve vesayet altındaki Hükümet Merkez Bankası Kanunu’nda değişiklik yaparak faizle istediği gibi oynayabilecektir.

Bu konuda önlerinde bir mani hal yoktur.

Güçleri varsa, gözleri kesiyorsa, yürekleri yetiyorsa bir kanun değişikliği yaparak faize son darbeyi indirebileceklerdir.

Açıktır ki, piyasada geçerli olan faiz oranı Merkez Bankası’nın belirlediği politika faiz oranından çok fazladır.

Faiz inerse, bizim de ilke olarak benimsediğimiz budur, yatırım ve üretimin önü daha da açılacak, ucuz krediye ulaşım imkanı kolaylaşacaktır.

Fakat bu oluyorken, vatandaşlarımızın aşırı borçlanmasını ve talepteki yoğunlaşmayı hesaba katmak; düşen faizden dolayı artacak olan döviz fiyatının nerede duracağını iyi kestirmek lazımdır.

Siyasi baskılarla inen veya inecek faizin yan tesiri olarak; cari açık büyüyebilecek, buna bağlı olarak enflasyon yukarı tırmanacaktır.

Çoktandır kredibilitesi zedelenen Merkez Bankası, tüm ihtimalleri dikkate almak, en iyi seçeneği belirlemek durumundadır.

Banka’nın döviz rezervindeki artışı geçmişte meydan meydan anlatan, bununla da kalabalıkların gözünü boyayan Erdoğan, esasta bunun faiz eseri olduğunu bilmeyecek kadar ya kara cahil ya da fırsatçıdır.

AKP Hükümeti faiz lobisinin içimize yerleştirdiği, rantiyecilerin beslediği, para baronlarının sırtını sıvazladığı karaborsa ve kapkaççı zihniyettir.

Bugün Erdoğan yüzünden döviz artmakta ve memurumuz kaybetmektedir. Çünkü maaşları erimektedir.

Sayıları 12 milyonu aşan işçilerimiz kaybetmektedir, çünkü ücretleri buharlaşmakta, kendilerine çok görülen kıdem tazminatı reel olarak azalmaktadır.

Emeklilerimizin umutları solmakta, esnafımızın uykuları kaçmaktadır; çünkü dövizin bedelini ödeyecek onlardır.

Şirketlerin bilançoları bozulmaktadır; çünkü döviz kurundaki her artış girdi maliyetlerini yükseltmektedir.

Bize göre Recep Tayyip Erdoğan suç işlemiş, ekonomik tetikçilerin eline koz vermiş, Türkiye üzerinde hesabı olan mihraklara destek sağlamıştır.

Türkiye ekonomisi imdat çağrısı vermekte, rüşvet ve yolsuzluk faillerinin emellerine mahkûm edilmektedir.

Erdoğan, paralel diyerek ve bir ara “zaten battı” suçlamasıyla malum bir bankanın yönetimine kanunsuz şekilde el koydurmuştur.

Ekonominin kuralları yok sayılmakta, vatandaşlarımızın ekonomik güvenliği, ekonomik ihtiyaçları ve ekonomik talepleri dikkate değer görülmemektedir.

Erdoğan gerilim mucidi, kavga meraklısı, kutuplaşma mimarıdır.

Erdoğan’ın olduğu yerde ekonomi belini doğrultamayacaktır.

Biliniz ki, AKP’nin iktidarında ekonomi düzlüğe çıkamayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi doymayan, giymeyen, gezmeyen, gülmeyen milyonların hakkını ve alacağını savunmak için iktidar olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, dövizden canı yanmış, faizden takati kesilmiş, sömürüden nefesi daralmış, borçtan bunalmış aziz vatandaşlarımızın tercümanı olmak maksadıyla iktidara ulaşacaktır.

“Memurum, ama baskı ve eziyet görüyorum, ayın başını getiremiyorum, geçinemiyorum”diyenler bilsin ki, MHP ümittir.

“İşçiyim, toplu sözleşmelerde hakkım verilmiyor, köle gibi çalıştırılıyorum” diyenler, unutmasın ki MHP onlar için vardır.

MHP Türkiye için elini taşına altına koymaya kararlıdır. MHP Türk milleti için göreve hazır, iktidar sorumluluğunu taşımaya inançlı ve muktedirdir.

Bahçeli, Değerli Milletvekilleri,

8 Şubat 2015 Pazar günü Kırşehirli kardeşlerim bizlere kucağını açmış, muhteşem bir katılımla “Nefesimiz Ensenizde Olacaktır” temalı açık hava toplantımızın şölen havasında geçmesini sağlamışlardır.

Bu toplantımızın hazırlık aşamasında emeği bulunan başta Kırşehir İl Başkanlığımız olmak üzere, bütün dava arkadaşlarıma huzurlarınızda teşekkür ediyor, desteklerinden dolayı Kırşehirli kardeşlerime şükranlarımı iletiyorum.

Bedeli ne olursa olsun, Milliyetçi Hareket Partisi haksızlığın karşısındadır.

Milletimizin huzurunu kaçırmaya, birliğini ve dirliğini kundaklamaya azmetmiş kim olursa olsun, Milliyetçi Hareket Partisi’nin nefesi onların ensesindedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel yürüyüşünü engellemeye, Türk milletinin tarihsel varlığını yıkmaya kast eden, teşebbüs eden, etmeyi aklından geçiren her zaman bizi karşısında bulacaktır.

Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı makamının vicdani, hukuki ve manevi ağırlığına aykırı davranması cevapsız bırakılmayacaktır.

Anayasa’nın 104. Maddesinde ifade edildiği gibi, Cumhurbaşkanı devletin başı olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil etmektedir.

Bu aynıyla yaşanmış Türk asırlarının mirasıdır.

Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmek de Cumhurbaşkanı’na ait bir görevdir.

Ne var ki, Latin Amerika ülkelerinde turist gibi gezen Erdoğan devletin ve milletin birliğini temsil etmekten uzaktır.

Üstelik Anayasa’nın uygulanmasını gözetmesi gerekirken, sekteye uğratmakta, sabote etmekte, hukuka suikast düzenlemektedir.

Erdoğan başkan olabilmek, diktatörlüğünü tescilleyebilmek amacıyla AKP’ye oy istemekte, 400 milletvekilinin düşünü kurmaktadır.

‘Türkiye için, milletimiz için, geleceğimiz için, başkanlık sistemini istiyorum’ sözleriyle gerçek niyet ve özlemini saklamaktadır.

Hükümet sözcüsü Başbakan Yardımcısının “yüzde 50 oy alıyoruz. Fakat diğer yüzde 50’de nefret seziyorum. Kamplaşma var. Türkiye yönetilebilir olmaktan çıkabilir” sözleri aslında Erdoğan’a örtülü bir suçlama, dolaylı bir ikazdır.

“Başkanlık sistemi olsaydı, bugün çok farklı yerlerde olurduk” diyen Erdoğan, ülkemizi siyasi kamplaşmanın doruklarına çıkarmış, demokrasiyi aşındırmış, bireysel hak ve özgürlükleri budamıştır.

Türkiye’nin başına böyle bir Cumhurbaşkanı gelmemiştir.

“Alışılmış Cumhurbaşkanı olmayacağım” diyerek yetki alanlarını geçen, göreviyle ilgili sınırları aşan Erdoğan, Türkiye’nin sinir uçlarıyla oynamaktadır.

Tamamen kendisine odaklanmış, tamamen kirli çamaşırlarını aklamanın hevesine kapılmıştır.

92 yıllık Cumhuriyet döneminde gelmiş geçmiş hangi Cumhurbaşkanı bu kadar frensiz, kontrolsüz, kuralsız hareket etmiştir?

Birliği temsil etmekle görevli bir Cumhurbaşkanı, bir parti adına ne zaman oy istemiş, alenen miting organize etmiştir?

Erdoğan bizim Cumhurbaşkanı Yeminin muhtevasını bilmediğimizi iddia etmektedir.

Anayasa’nın 103. Maddesinde yazılı olan yemini okuması, yazması, idraki olan herkes bilmekte ve okumaktadır.

Biz okuyunca tarafsızlık üzerine edilen şeref ve namus yeminini görüyoruz, peki Erdoğan okuyunca ne çıkarıyor, neyi anlıyor?

Erdoğan tarafım demekte, milletin tarafında durduğunu söylemektedir.

O halde millet Erdoğan için ne ifade etmektedir?

AKP’ye oy istemekle; tarafsızlık, adamlık ve demokratik olgunluk nasıl bağdaşacaktır?

Erdoğan, ‘davet ediliyorum gitmeyecek miyim’ diye sormaktadır; biz de diyoruz ki, gitsen de siyaset yapmayacak, AKP’nin propagandasına tevessül etmeyeceksin.

Herkese eşit mesafe koyacak, devletin başı olmaktan kaynaklanan sorumluluklarına leke sürmeyecek, sürdürmeyeceksin.

Eğer ki, ısrarla siyasi üsluba devam eder, AKP lehine konuşmalarını sürdürürsen, bilesin ki, nefesimiz 17-25’in derin izleriyle kararmış kalın ensenden ayrılmayacaktır.

Bahçeli, Değerli Arkadaşlarım,

Öteden beri Erdoğan’ın yetiştiği ve palazlandığı ideolojik muhit Cumhuriyet’in temel değerleriyle zıtlaşmakta, ters düşmektedir.

Milli ilke ve emanetler bu çevrelerin üzerinde titrediği değerler sıralamasında ilgiye layık bulunmamıştır.

Yüce dinimizi istismar ederek her dönemde mevzi ve mevki elde edenler, yıllar yılı milletimizin tertemiz duygularını siyasi malzeme yapmışlardır.

Milliyetçi Hareket Partisi’ni bu kesim ve siyaset anlayışlarından ayıran çok bariz farklar olduğu da kuşku götürmez bir gerçektir.

8-9 Şubat 1969’dan beri sürdürdüğümüz vatan ve millet mücadelemizde hep doğruları söyledik, hep milli olduk, her zaman samimi davrandık.

46 yıl önce milliyetçilik, yalnızca bir aydın hareketi olmaktan çıkmış, Anadolu’da millet evlatlarının gönlüne yerleşerek hem siyasallaşmış, hem toplumun en ücra köşelerinde taban tutmuştur.

Dokuz Işık olarak adlandırılan ilkelerimiz ile toplumun ve devletin her alandaki temel sorunları bir tanıma oturtulmuş ve çözüm yolları önerilmiştir.

1970-1980 arasında Milliyetçi Hareket,

“Milli devlet-güçlü iktidar” kavramı ile siyasal duruşunu;

“Dik baş, tok karın ve mutlu yarın”  sloganı ile sosyal hedefini;

“Türk-İslam Ülküsü” kavramı ile inançlarımızla kimliğimiz arasındaki kaçınılmaz bağı sistemleştirmiştir.

Bizim milliyetçiliğimiz, Türk milletinin tarih içerisinde yoğrulmuş olan milli değerleriyle, çağın birikimi olan gelişmeleri birlikte yaşatmayı milli ile evrensel, yerel ile küreseli birlikte değerlendirmeyi esas almıştır.

Türkiye, her gün yeni bir alandan milli hayatımıza giren ve etkileyen yabancı akım ve tesirler karşısında çaresiz değildir.

Haricimizde gelişen süreçleri lehimize çevirmenin yolu tarihi tezlerimiz olan milli devlet ve güçlü iktidarı savunmak ve sahip olmaktan geçmektedir.

Milli devlet, parçalanmaya çalışılan üniter yapının ve milli kimliğin siyasal güvencesidir.

Güçlü iktidar ise her yönden esen yerli ve küresel operasyonlara karşı milletimizi korumanın ve geliştirmenin yegane vasıtasıdır.

Ve biz 46 yıldır milli devleti savunduk, güçlü iktidarı amaçladık.

İki binli yıllar başlarken dile getirdiğimiz “yeni bir yüzyılla sözleşme” yapmaktan muradımız ve kastımız da buydu.

Ama ne yazık ki son 13 yıla yakındır teslimiyetçi, tavizkar ve korkak bir iktidar ülkemizi heba edilmiştir.

Türkiye’yi teslimiyetçiliğe götürmek isteyenlerin Milliyetçi Hareket’e yönelttikleri husumetin bir de bu açıdan değerlendirilmesinde yarar vardır.

Sözünü ettiğimiz bu sözleşme, Türkiye’nin ve Milliyetçi Hareket’in birikim ve iddialarının sınırlarımızın ötesinde meydana gelen küresel gelişmelerle buluştuğu bir alanı tanımlamaktadır.

Bu tanım içinde partimiz;

Çağın ekonomik, teknolojik ve siyasi alanda yükselen dalgalarıyla karşılaşmayı,

Türk siyaset alanını, gelişen toplumun ihtiyaç ve taleplerine göre biçimlendirmeyi,

Toplumun siyaset, medya ve ekonomi ilişkilerini demokratikleştirmeyi,

Ülkemizi küresel rekabete açacak ekonomik büyüme ve performansı ortaya koymayı,

Yıllardır yaşadığımız millet ile devlet arasındaki kaynaşma sorunlarını ve temsil sıkıntılarını mutlaka aşmayı,

Ve nihayet milletler mücadelesinin acımasız arenasında Türk milletini yükseltmeyi, zirveye çıkarmayı hedeflemektedir.

Biliyoruz ki, yabancı başkentlerin sunduğu kurtuluş reçeteleri Türk milletini bir adım ileri götüremeyecektir.

Bu konuda sayısız deneyimimiz hasıl olmuştur.

Ve her zaman söylediğimiz gibi, tek çözüm, tek çare; dünyaya ‘Türkiye’ merkezli bakmak, geleceği ‘Türkçe’ okumak ve insanlığa ‘Türk-İslam’ kültürüyle dokunmaktır.

Böyle bir siyasetle;  yalnızca Türkiye’yi değil soydaşlarımızı, din kardeşlerimizi ve yardım eli bekleyen mazlum milletleri de kurtaracak yeni bir ruh dirilecek, Türkiye ve komşu coğrafyalar daha huzurlu olacaktır.

İnanıyorum ki, tarihte büyük devletler kurmuş ve bu potansiyeli defalarca  göstermiş olan Türk milletinin bugün her evde, her ocakta, her ailede yaşattığı medeniyet kudreti onu saklı durduğu yerden çıkaracak beceriyi ve kuvveti aramaktadır.

Asırları aşıp gelmiş milletimizin önündeki temel sorun alanları temizlediğinde, bağımsız düşünmesini önleyen bağlar, telkin ve kompleksler kaldırıldığında yeniden küresel bir güç olmasının önünde hiçbir engel kalmayacaktır.

Bizde yeniçağın dinamiklerini kavrayacak ve milli yorum getirecek azim, hırs ve başarma iradesi fazlasıyla mevcuttur.

Yeter ki milletimiz fırsat versin, yeter ki önümüzü açsın.

Türk milliyetçileri olarak sorumluluk bilincini herkesten fazla duyan, duymak mecburiyetinde olan insanlar olduğumuzun farkındayız.

Biliyoruz ki, yeni gelişme ve dinamikleri kavrayamayanlar, gerekli atılım ve dönüşümleri başaramayacak ve hatta anlamlandıramayacaktır.

Zira 18. yüzyılda başlayan gelişmeleri ve tehlikeleri zamanında fark edip kavrayamamış olmanın bedelini, iki yüz yıl süren bir “geri kalmışlık” süreciyle Türkiye çok ağır bir şekilde ödemiştir.

Ve halen de ödemeye devam etmektedir.

Geleceği belirleyen değil, başkalarının belirlediği geleceğe doğru sürüklenen bir milletin istikrara kavuşması, beka ve payidarlığını temin etmesi imkansızdır.

Biz geleceğin dünyasında kimliğimizle, kültürümüzle, kardeşliğimizle, tarihimizle, dilimizle ve dinimizle yer almak istiyor, bağımsız, kuvvetli, küresel bir güç olmuş Türkiye’yi inşa etmeyi amaçlıyoruz.

Bunun için emperyalist bir proje, küresel bir tasarım olan AKP’den kurtulmak ön şarttır.

Ve elbette ardından millete adanmış 46 yıllık tecrübe ve şerefli bir mazinin içinden süzülerek gelen Milliyetçi Hareket’in iktidara gelmesi de Türkiye’nin kurtuluşu demek olacaktır.

İnsanımızın yaşadığı her sorun siyasetimizin ilgi ve çözüm sahasındadır.

Milliyetçi Hareket Partisi 78 milyonun tamamına sevgi ve bağlılıkla yaklaşan ve Türk siyasetine milliyetçi perspektif ve soluk getiren büyük bir okul, inançlarıyla var olmuş milli bir ekoldür.

Geçmişte bahsettiğimiz gibi, Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyaset anlayışının; öznesi insan, nesnesi devlet, yüklemi demokrasi, cümlesi ise millettir.

Biz iktidara hazırız, Türkiye’yi yönetmeye tüm donanımızla kararlıyız.

Bahçeli, Değerli Milletvekilleri

Kamuoyunda iç güvenlik paketi olarak bilinen kanun tasarısının görüşülmesi AKP tarafından ertelenmiştir.

Dileğim bu tasarının Meclis gündemine hiç alınmaması, hiç getirilmemesidir.

Anayasa’ya aykırı olan, hukuk devleti prensiplerini iğfal eden iç güvenlik paketinin polis devletini tesis edeceği, can ve mal güvenliğini sakatlayacağı kuşkusuzdur.

AKP’nin maksadı molotof atanları, maske takanları cezalandırmak değildir. Eğer hedef buysa hiçbir güvenlik görevlisinin elini tutan yoktur.

Teröristler bırakınız molotofu, elinde uzun namlulu silahlarla korkusuzca dolaşmakta, önüne gelene şiddet uygulamaktadır.

AKP, korku devletinin yasal kılıfını hazırlamaktadır.

AKP, azdırdığı teröristleri bahane göstererek muhalif sesleri kısmaya, demokratik tepkileri bastırmaya çalışmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi iç güvenlik yasa tasarısının çok tehlikeli sonuçlara meydan vereceğini gördüğünden esastan itiraz etmektedir.

Başbakan hafta sonu, partisinin İstanbul il kongresinde, adımın Devlet olduğunu, ama devlete sahip çıkmadığımı, iç güvenlik paketine niçin hayır dediğimi, neden vandallarla tenkit ettiğimi sormuştur.

Davutoğlu için atış serbesttir, mikrofon müsaittir, nasılsa kendisini çılgınca alkışlayan bindirilmiş kıtalar hazırdır.

Sayın Davutoğlu, bilmiyorsan sana öğreteyim; adım Devlet olduğu kadar devletime sahip çıkarım, milletime asla toz kondurmam.

Biz yıllar evvel ya devlet başa ya kuzgun leşe diyorken; biz yıllarca Türk devletinin izzet ve iffetini savunuyorken acaba sen neredeydin, nerelerde geziyordun?

Vandallarla, işbirlikçilerle, ihanetten vicdanları kapkara olmuş hainlerle düşüp kalkan sensin ve Hükümeti’ndir.

Sayın Başbakan, hatırlarsan 13 Ocak 2015’de Meclis Grubunda şöyle söylemiştin:

“Paris’te bulunduğumuzda Avrupalı olarak konuşuruz, Semerkant’ta, Buhara’da Hoca Ahmet Yesevi gibi konuşuruz, Şam’da, Bağdat’ta, Mekke’de evladı Resul olarak konuşuruz,Saraybosna’da, Üsküp’te Evlad-ı Fatihan gibi konuşuruz.”

Sayın Başbakan itiraf ediniz, İmralı’da canibaşıyla konuşurken bölücü mü oldunuz?

Açıklayınız, Kandil’de PKK’yla aynı masayı paylaşırken terörist mi kesildiniz?

Çok şükür biz her yerde olduğumuz gibi konuşur, konuştuğumuz gibi oluruz ve Müslüman Türk olarak aleme sesleniriz.

Sayın Davutoğlu, sana ve zihniyetine her yerde farklı farklı yüzlerle konuşma konusunda başarılar dilerim. Yüzünüzün de kızarmayacağını çok iyi bilirim.

Adım gibi yaşatmaya ant içtiğim bu ülkeyi sizlere bırakmayacağım, tezgahlarınızı, senaryolarınızı inşallah başınıza yıkacağım.

Bu da size Devlet sözü olsun.

Konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.