Dolar 32,3676
Euro 34,9560
Altın 2.325,34
BİST 9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 23°C
Az Bulutlu
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cts 22°C
Paz 22°C
Pts 24°C
Sal 18°C

ABD’li eski siyasetçiden olay ifadeler! Ortadoğu artık buna değmez

Arap-İsrail barışı tüm meslek hayatım boyunca beni büyüledi. Yine de, son ABD aracılı İsrail-Filistin anlaşmasının imzalanmasının üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti (Ekim 1998’in Wye Nehri Memorandumu) ve bu misyon şimdi şüphesiz biçimde umutsuz.

12/02/2020 20:47
A+
A-

ABD’li eski siyasetçiden olay ifadeler! Ortadoğu artık buna değmez


Clinton yönetiminde Yakın Doğu İşleri Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yapan Martin Indyk’ın Kasım Süleymani suikastinin ardından Ortadoğu ile ilgili The Wall Street Journal’da makalesi yayınlandı. Makalede ‘Ortadoğu’daki Amerikan çıkarlarında, Washington’un kabul etmekte zorlandığı bir yapısal değişiklik yaşandı. Petrolün serbest akışı artık hayati bir konu değil’ kısmı dikkat çekerken, olası Arap-İsrail savaşı ile ilgili artık imkansız vurgusu yapıldı.

Dış İlişkiler Konseyi’nin seçkin bir üyesi olan, ABD’nin Obama yönetimindeki İsrail-Filistin müzakerelerinde özel elçi olarak bulunan ve Clinton yönetiminde Yakın Doğu İşleri dışişleri bakan yardımcısı olarak görev yapan Martin Indyk’ın o makalesi gündeme geldi.

Tımeturk’un çeviri haberine göre, Amerika’nın Afganistan ve Irak’taki hezimetleri başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında sürdürdüğü askeri varlıklar Amerikan iç politikasında sıklıkla gündeme geliyor.

Geçtiğimiz sene Mart ayında, konu, ABD’de en üst perdeden tartışmaya açılmıştı. Başkan Trump, Irak’a son ziyaretinde güvenlik nedeniyle uçağın iniş sırasında ışıklarını kapattığını hatırlatarak “Biz Ortadoğu’ya son 20 yılda 7 trilyon dolar harcadık ama ışıklarını kapatmadan uçağımızı indiremiyoruz” demişti.

Konuyla ilgili 2020’nin ilk eleştiri yazılarından biri de 17 Ocak’ta The Wall Street Journal’de yayınlandı.

Kasım Süleymani suikastinin ardından kaleme alınan yazı, Martin Indyk imzasıyla yayınlandı. “Ortadoğu artık buna değmez” başlıklı makalenin alt başlığında “ABD, görkemli hırslarını bir kenara bırakmalı” ifadesi kaydedildi.

İşte o makalenin ilgili bölümleri:

Hayati önemi düşük çıkarlar
Bugün ABD birlikleri Irak ve Afganistan’da ve İran üzerinde yükselen tansiyondan kaynaklı olarak hala zarar görüyor. Amerikalılar savaş yorgunu. Yine de Ortadoğu’da bir uzlaşmaya varmaktan veya tutarlı bir politika izlemekten aciz gibi görünüyoruz.

Bunun için bir neden var. Ben de dahil olmak üzere Amerikan dış politika kuruluşundaki birçok kişinin kabul etmesi zor bir konu: ABD’nin çok düşük düzeyde hayati anlamı olan çıkarları Ortadoğu’da tehlikede olmaya devam ediyor.

Şimdi hem siyasi hem de diplomatik olarak karşılaşılan zorluk, bu kesin gerçekten gerekli sonuçları çıkarmaktır.

Trump, kendisinden önceki Başkan Barack Obama gibi, bu düzeltmeyi yapmanın ne kadar zor olduğunu keşfediyor. Dört ay önce, Suudi petrol üretimini yüzde 50, dünya ham petrol üretimini yüzde 5 azaltan bir İran saldırısının ardından, Suudi Arabistan’ın petrol tesislerini savunmanın Amerika’nın sorumluluğu olmadığını açıkladı.

Başkan, Franklin Roosevelt’in Kral Abdülaziz el-Suud’la krallığın petrolünü korumak için anlaşma yaptığı 1945’ten beri bir ABD politikası olan zorunluluğa meydan okuyarak “Bu Suudi Arabistan’a bir saldırıydı ve bize değil” dedi.

Savunma Bakanı Mark Esper, geçen yıl Ekim ayında Trump’ın Kuzey Suriye’den bin ABD askerinin geri çekilmesini emrettiğini açıkladı. Yine de ABD birlikleri bugün Suriye’de kalıyor. Görevleri petrol sahalarını korumak.

Benzer çelişkiler Trump’ın selefinde de görülebilir. Fakat Obama, Amerika’nın Ortadoğu’daki “sonsuz savaşlarını” sona erdirme ve yenilerini önleme konusunda kararlıydı. Yine de 2011’de demokrasi için gerçekleşen Arap Baharı ayaklanmaları sırasında, onları devirmek için Amerikan kaynaklarını kullanmak konusunda isteksiz olmasına rağmen Mısır, Libya ve Suriye rejimlerinin devrilmesi çağrısına karşı koyamadı.

Obama, Amerika’nın Irak’taki savaşını sona erdirme konusundaki popüler kampanya vaadini yerine getirmek için 2011 yılında tüm ABD güçlerini ülkeden çekti. Sadece üç yıl sonra, İslam Devleti cihatçıları için 5 bin asker gönderdi.

Obama, 2012’de Esed’in kanlı rejimi tarafından kimyasal silah kullanımına “bizim için kırmızı çizgiyi geçmektir” dedi. Ancak, Esed, Ağustos 2013’te bir Şam banliyösünde bin 400’den fazla Suriyeliyi öldürmek için sarin gazı kullandığında Obama, planlanan ABD saldırılarına karşı direndi ve misilleme yapmamayı seçti.

Ortadoğu’daki Amerikan çıkarlarında yapısal değişiklik yaşandı

Tüm bu bocalayan yalanların arasında 21. yüzyıl gerçeği yatıyor: Ortadoğu’daki Amerikan çıkarlarında, Washington’un kabul etmekte zorlandığı bir yapısal değişiklik yaşandı.

Geçmişte ABD’nin Ortadoğu’da iki önceliği vardı: Körfez petrolünün makul fiyatlarla akmasını ve İsrail’in hayatta kalmasını sağlamak. Ancak ABD ekonomisi artık ithal edilmiş petrole güvenmiyor. Fracking, ABD’yi net petrol ve doğal gaz ihracatçısına dönüştürdü. Körfez’den akan petrole bağımlı olan ülkeler artık Avrupa ve Asya’da.

Kuşkusuz, küresel ekonomi ve dolayısıyla Amerikan ekonomisi Körfez’den gelen petrol arzındaki büyük aksama nedeniyle zarar görecektir. Ancak ABD’deki doğal gaz devrimi, başka yerlerdeki enerji kaynaklarının keşfi ve geliştirilmesiyle artan “temiz enerji” ikamesi; piyasaları Ortadoğu’daki kaos karşısında şaşırtıcı derecede esnek kılmıştır.

Petrol artık hayati değil
Petrol ve doğal gaz ihraç eden Arap ülkeleri bizim için hala önemli, ancak petrolün serbest akışı artık hayati bir konu değil. Yani “savaşmaya değer” değil.

İsrail’e gelince, Yahudi devletinin güvenliğini desteklemek hala Amerika’nın ulusal çıkarına. Onlarca yıl süren Amerikan ekonomik ve askeri desteğiyle yakın güvenlik işbirliği İsrail’in kendisini savunmasını mümkün kıldı. İran’ın İsrail’i yok etmek için tekrarladığı tehditlerden endişe duyma konusunda haklıyız. Ancak bugün İran’ı ezmek için araçlara sahip olan nükleer silahlı İsrail’dir.

Benzer şekilde, onlarca yıl önce İsrail’i Arap komşularıyla uzlaştırmak bölgesel istikrar için hayati önem taşıyordu. Örneğin, 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında, Arap petrol üreticilerinin ambargosu petrol fiyatını dört katına çıkardı. Bu durum ABD ekonomisini derin bir resesyona sürükledi. Ancak Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından başlatılan ve Başkan Jimmy Carter tarafından sürdürülen bir ABD diplomasisiyle Mısır’ın İsrail’e karşı savaşa girmesini engelleyen bir barış anlaşması üretildi. Bu, İsrail’in geri kalan ve zayıf Arap komşularının savaşa dönüşü düşünmesini imkansız hale getirdi.

Arap-İsrail savaşı artık imkansız
1994 yılında Başkan Bill Clinton, bu kez İsrail ve Ürdün arasında Haşimi krallığını korumaya ve Ortadoğu’nun kalbini stabilize etmeye yardımcı olan ikinci bir barış anlaşması yaptı. Bir zamanlar İsrail’in vahşi düşmanları tarafından yönetilen Irak ve Suriye’nin daha yakın zamanda dağılması, başka bir geniş çaplı Arap-İsrail savaşının imkansızlığını pekiştirdi.

İsrailliler ile Filistinliler arasında barışın sağlanmasında herhangi bir ilerleme olmamasına rağmen, bugün İsrail, önde gelen Sünni Arap ülkeleriyle (Suudi Arabistan, Mısır ve diğerleri), birbirleriyle sürdürdüklerinden daha güçlü stratejik ilişkilere sahip.

Arap-İsrail barışı tüm meslek hayatım boyunca beni büyüledi. Yine de, son ABD aracılı İsrail-Filistin anlaşmasının imzalanmasının üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti (Ekim 1998’in Wye Nehri Memorandumu) ve bu misyon şimdi şüphesiz biçimde umutsuz.

Bunu yürek parçalayan kişisel deneyimlerden biliyorum. Altı yıl önce, Obama’nın barış elçisi olarak, son doğrudan İsrail-Filistin müzakerelerine katıldım. Bu dokuz aylık süreç sonunda iki taraf tüm temel meselelere başladığımızdan çok daha uzaktı. O zamandan beri hiçbir şey bu gerçeği değiştirmedi.

İki devletli çözüm Amerika için değil, İsrail için hayati
Filistin sorununda iki devletli çözüm Amerikan çıkarları için hayati değil. Eğer ülke Yahudi ve demokratik bir devlet olarak ayakta kalmak istiyorsa, bu İsrail’in çıkarları için hayati. ABD İsrail’in dostu olduğu için, Filistinlilerle bölgesel uzlaşmayı imkansız kılacak Batı Şeria yerleşim inşaatı veya ilhakından kaçınarak, bu olasılığı açık tutmaya teşvik etmeliyiz.

Petrol ve Arap-İsrail barışı artık hayati çıkarlar değilse, İslam Devleti’ni durdurmaya ne dersiniz? Sonuçta 11 Eylül saldırılarının kanıtladığı gibi Ortadoğu’da başlayan Ortadoğu’da kalmıyor. İslam Devleti’nin halifeliğinin yıkılmasından bu yana, zor olan hem grubun hem de El Kaide’nin kalıntılarıyla uğraşmak. Bu temizleme operasyonu da Kürtler, Irak ve DAEŞ karşıtı koalisyondaki ortaklarımız da dahil olmak üzere az sayıda ABD askeri tarafından gerçekleştirilebilir.

İran’ın bölgesel hakimiyetini desteklemek savaş değil, diplomasi gerektirecek

Öte yandan Ortadoğu’da bir nükleer silahlanma yarışının önlenmesi hayati bir ABD çıkarı olmaya devam ediyor. ABD’nin savaşa başvurması gerekebilir. Ancak savaş noktalarına koşacak olanlara karşı dikkatli olmalıyız.

Kuzey Kore veya Pakistan’ın aksine İran’ın nükleer silahları yok. ABD’nin yaptırımları İran’ın ekonomisini boğuyor ve rejim iç muhalefet ve bölgesel muhalefetle karşı karşıya. Trump 2015 İran nükleer anlaşmasından akıllıca çekildi, ancak İran liderleri müzakere masasına geri dönmek için istekli olduklarını belirtti ve açıkça artan bir çatışmadan kaçınmak istiyorlardı.

İran’ın nükleer özlemlerini ve bölgesel hakimiyet tutkusunu engellemek, savaş değil, Amerikan diplomasisi gerektirecektir. Yaptırımlar, Trump’a hatırı sayılır bir kaldıraç sağladı. Şimdi İran nükleer pakt kapsamındaki taahhütlerinin son ihlalini tersine çevirirse Tahran’a yaptırımları hafifletmeye istekli olduğuna ilişkin işaret vermeli.

Yemen savaşını sona erdirme, Gazze’deki de facto ateşkesi pekiştirme ve nihayetinde Suriye’yi yeniden inşa etme çabalarına yönelik diplomatik hamleler, İran’ın bölgesel çatışmalara karışmasını azaltmaya yardımcı olabilir. Sadece İran’a fayda sağladığı anlaşılan, kendilerini savunma haklarını desteklemek yerine, İsrail ve Suudi liderliğindeki Sünni Araplar ile bu konudaki çabalara katılmalıyız.

“Büyük oyunun” odağı: Ortadoğu
Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve İslam’ın beşiği, geniş petrol rezervlerinin mekanı, yerleşik güçler arasındaki rekabet kapsamında devam eden “büyük oyununun” odağı Ortadoğu’ya sırtımızı çeviremeyiz.

Büyük gücümüzle, kibir ve masumiyet içerikli eşsiz karışımımızla, her sorunun bir çözümü olduğu inancımızla ve bölgeyi kendi imajımıza dönüştürmek için gösterdiğimiz doyumsuz arzumuzla Ortadoğu Amerikalıların hayal gücünü ele geçirmeye devam edecek.

Çıkarlarımızın daha gerçekçi bir değerlendirmesine dayanan, sürdürülebilir bir Ortadoğu stratejisine ihtiyacımız var. İran’ı Suriye’den çıkarmak, İran’ın Ayetullahlarını devirmek veya İsrail-Filistin çatışmasını çözmek gibi daha mütevazı yollarla elde edilebilecek daha sınırlı hedefler lehine hiç bitmeyen savaşlar ve görkemli hedeflerden kaçınmanın zamanı geldi.

Kaynak: Türkgün