MHP’LI ÇETIN: AKP’NIN DIŞ POLITIKASI İFLAS ETMIŞTIR
Çetin, yaptığı yazılı açıklamada, AK Parti Hükümetinin dış politikasını eleştirdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel ziyaretinin arka planı ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na Montrö’de yöneltilen suçlamaların Türkiye için tehlike alarmının çaldığı anlamına geldiğini savunan Çetin, Suriye Dışişleri Bakanı’nın Türkiye hükümetini terörizme destek vermekle suçlamasına ve tehdit etme “küstahlığına” AK Parti’nin dış politikasının neden olduğunu ileri sürdü.
Çetin’in açıklaması şu şekilde:
Başbakan Erdoğan’ın Brüksel ziyaretinin arka planı ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na Montrö’de yöneltilen suçlamalar, AKP hükümetinin uluslararası arenadaki acziyetleriyle birlikte Türkiye için tehlike alarmının çaldığı anlamına gelmektedir. Suriye Dışişleri Bakanının Türkiye hükümetini terörizme destek vermekle suçlamasına ve tehdit etme küstahlığına vesile olan AKP’nin gayrı milli dış politikasıdır. Keza Başbakan Tayyip Erdoğan 11 yıl önce iktidara gelirken dünyanın önemli merkezlerine yaptığı turun bir benzerini tekrarlayarak gidişini geciktirme çabası içine girmiştir. İktidara gelmek için önemli merkezlere verdiği vaatleri 11 yıllık politikalarıyla açığa çıkan Tayyip Erdoğan’ın, eski danışmanı Zapsu’nun dediği gibi deliğe süpürülme endişesiyle biat tazelemeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Ancak Mısır’daki Müslüman kardeşlerle yolunu ayıran ABD yönetiminin Obama-Erdoğan görüşmesinin ardından bölgedeki ikinci partnerini de değiştirmeye hazırlandığının işaretleri uzun süredir görülmektedir. Üstelik gözden çıkarılmasına vesile olan yine bizzat AKP’nin Türkiye’yi bölgesinde itibarsızlaştıran ve tehdide açık hale getiren hatalı politikalarıdır. Onbir yıl öncesine kadar bölgesinin vazgeçilemez tek aktörü olan Türkiye’nin rolünü üstlenmeye aday çok parçalı ve kaotik bir yapıya sahip komşu coğrafyasının oluşumunda AKP hükümetinin büyük payı ve günahı vardır. Tayyip Erdoğan figürünü İslam dünyasında ustalıkla kullanan emperyalist proje, Libya’dan Suriye’ye kadar onlarca ülkeyi kan gölüne çevirmiştir.
Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun kontrolünde sıfır sorun için yola çıkan Türk dış politikası, bugün sıfır komşu noktasına gelerek iflas etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana bölgesinde bir model ülke iken, AKP iktidarı bu modeli yıkarak Arap diktatörlüklerini örnek almış, Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sokmuştur. Sınırımıza kadar getirdiği El Kaide’nin Türkiye için nasıl bir tehdit unsuru olduğu konusunda hükümetin henüz yeterli bilince veya iyi niyete sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Baba Esad’dan bu yana bir zulüm rejimi olan Baasçı Suriye’de, şimdi sivil insanların ve bilhassa Türkmenlerin kafalarını din ve mezhep adına kesen yeni sapıklar karşısında AKP dış politikasının iyi bir sınav vermediği ortadadır. Başbakan Erdoğan oradaki Türkmen kardeşlerimizi ancak başka amaçlarla ve farklı kesimlere gönderilen tırlar ifşa edilince, olayı örtbas etmek için hatırlamaktadır. Başbakanın yakalanan tırların gittiğini iddia ettiği Laskiye’de Türkmen kalmamıştır.
Beşar Esad giderse demokrasinin geleceğini iddia eden Tayyip Erdoğan, buna kendisi inanıyor mu? Eğer başbakan tıpkı Libya’daki, Irak’taki gibi bir demokrasiden bahsediyorsa, o ülkelere demokrasi değil kan ve gözyaşından başka bir şey gelmemiştir. Irak hali hazırda fiilen parçalanmış bir ülkedir. Kuzeyde Amerika’nın çizdiği 36. paralelin üstünde sözde Kürt yönetimi sınırlarımızın hemen ötesinde devlet olabilmenin her gün yeni bir adımını atmaktadır. AKP hükümeti bu Kürt yönetiminin uluslararası tanınırlığını sağlamak ve ekonomik kaynaklarını temin etmek için petrol anlaşması yapmaktadır. Irak merkezi hükümetinin karşı çıkmasına rağmen, Türkiye hükümeti ABD’nin de isteğiyle Irak petrollerinin Kürtler tarafından pazarlanmasına aracı olmaktadır. Bölgede Kürt devletinin inşası için hayati öneme sahip petrol meselesi yüzünden Türk dış politikası Kerkük’ü de feda etmekte ve bu kadim Türk şehrinin kaderini Barzani’ye teslim etmektedir. Ortadoğu’nun zengin petrol kaynakları için bölgeyi hamur gibi yoğuran küresel güçlerin BOP gibi projelerinin taşeronluğunda büyük hizmetler veren Tayyip Erdoğan, ikinci bir İsrail için Barzani’ye yeterli alt yapı hazırlamış görünmektedir.
AKP hükümetinin alt yapısının hazırlanmasına katkıda bulunduğu ve Davutoğlu’nun da katıldığı Cenevre 2 konferansı, Suriye’deki Kürt gruplarının uluslararası arenada temsiline fırsat vermektedir. Dört parçalı Kürdistan haritalarının dolaştırıldığı bu konjonktürde, Irak’ın yanı sıra Suriye’de kurulmaya çalışılan Kürt bölgesine de AKP hükümetinin destek vermesi milli çıkarlarımız açısından kabul edilemez bir politikadır. Böylelikle tıpkı bir zamanlar Özal’ın Barzani ve Talabani’yi barıştırması gibi, AKP marifetiyle ileride Türkiye’nin karşısında güçlü bir cephenin oluşmasını sağlanmış olacaktır.
Üstelik AKP hükümeti, Irak ve Suriye’deki Kürt politikasının bir benzerini, Türkiye’deki bölücü ve terörist Kürt hareketiyle işbirliği yaparak sürdürmektedir. Ulusal ve uluslararası yargının kesinleşmiş kararı gereği ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası çekmekte olan teröristbaşını muhatap alan, müzakere eden AKP hükümeti, Türkiye içerisinde Türk kimliğine paralel yeni bir etnik kimlik oluşturmak için bütün adımları atmaktadır. Terör örgütü PKK’nın silahlı mücadeleyle talep ettiği ne varsa, AKP hükümeti bunları on yıl içerisinde tek tek hayata geçirmiştir. Irak’ta ve Suriye’de oluşturulan Kürt bölgelerinin bir benzerini Türkiye’de hazırlayabilmek için gerekli zihni dönüşüm AKP eliyle adım adım gerçekleştirilmektedir. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın Apo’yu Kürtlerin lideri olarak göstermesi, iktidar partisinin bölücülüğü meşrulaştıran ve yücelten icraatlarının itirafından başka bir anlam taşımamaktadır.
17 Aralık‘tan bugüne yolsuzluk suçlamalarına cevap verememenin sıkıntısını yaşayan Tayyip Erdoğan, devlet içerisinde giriştiği müthiş temizlik harekâtı ile suçluları değil, yasaların emrettiği görevlerini yapmalarından endişe ettiği kamu görevlilerini tasfiye etmektedir. Yargıyı partilerinin emrindeki bir organ konumuna düşüren AKP, binlerce emniyet mensubunu, yüzleri bulan yargı üyesini, kamu bürokrasisinin kritik görevlerindeki pek çok bürokratı yerlerinden ederek adeta sivil bir darbe yapmaktadır. Anlaşılan AKP kendi günahlarının çokluğu nedeniyle, yaklaşan hesap gününün paniğini yaşamaktadır. Devlet içerisinde iddia edildiği gibi paralel yapıların olması ihtimali, Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinde dönen rüşvet ve yolsuzlukları açıklamaya yetmez. Ayakkabı kutusu ve para sayma makinesi, paralel yapının değil, aç gözlülüğün, devlet malı ve yetim hakkı demeden çalmanın delilleri olarak ortaya dökülmüştür. Bu yüzden 17 Aralık sonrası hükümetin ardı ardına yürüttüğü gündem değiştirme operasyonları bu hırsızlığı unutturmayı amaçlamakla birlikte, aynı zamanda devleti ciddi bir zafiyete sokmaktadır.
Hükümetin son günlerde HSYK düzenlemesi ve yargı-emniyet bürokrasisi üzerindeki baskılarının arka planında, devleti işleyemez hale getirmek niyeti yatmaktadır. Kendi can derdine düşen AKP hükümeti, bölücü terörün yanı sıra El Kaide gibi radikal İslami terörün de ülkemiz üzerindeki hesaplarıyla yakından ilgilenmekten aciz kalmaktadır. İktidar partisi kendisine yöneltilen yolsuzluk ve rüşvet gibi suçlamalardan kurtulmak için adalet ve emniyet mekanizmalarını yıkmaya uğraşırken, sınırlarımızın hemen ötesinde iki Kürt devleti kurulmakta, El Kaide silahları ve bombalarıyla her yerde cirit atmaktadır.
Türkiye’yi yönetenlerin öncelikli hassasiyeti, Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili hiçbir zafiyete fırsat vermemek olmalıdır. Türkiye’nin uluslararası imajını olumsuz yönde etkileyecek ve hele de bir gün büyük suçlamalarla karşı karşıya bırakacak faaliyetlerden uzak durulmalıdır. Devletin istihbarat kurumunun gözetimindeki tırların ülke içerisindeki nakliyesinin dahi sağlanamıyor olması, meselenin uluslararası boyutu da düşünüldüğünde yaşanılan acziyeti gözler önüne sermektedir. Bu nasıl bir devlet yönetimidir ki, yaptığı her işi eline yüzüne bulaştırmakta ve Türkiye’ye yönelik suçlamalara fırsat verilmektedir. AKP hükümeti hangi yapıyla olursa olsun, devlet içerisinde tepişmekten vazgeçmeli, bu bahaneyle hesap vermekten kurtularak kendi müesses nizamını kuramayacağını bilmelidir.
Diğer taraftan sınırlarımızın dört bir tarafında yaşanan kaosun bir benzerinin ülkemize taşınabilmesi için geniş halk kitlelerini rahatsız ederek harekete geçirecek adımların atılıyor olması dikkat çekicidir. AKP hükümetinin gayrı milli politikaları ve hukuksuzluklarıyla bazı kesimlerin sokağa çıkmaya hazır hale getirildiği ve bunun kısmen gezi olaylarına yansıdığı unutulmamalıdır. Diğer taraftan bölücü terörün AKP iktidarı döneminde tabanını genişlettiği ve harekete geçebileceği MİT görevlilerinin Oslo’dan sızdırılan sözlerine yansımıştı. Ülkemizin sosyal haritası üzerinde çizilen bu sınırların cemaat, Aleviler, Sünniler şeklinde uzatılacak listesine son günlerde Fenerbahçelilerin dahi ekleniyor olması, “Ne oluyor?” sorusunu sordurmaktadır. Bir yolsuzluğu örtmenin bedeli, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüyle ödetilmemelidir. Türkiye bu kadar basit ve ucuz bir ülke değildir.