Dolar 34,2145
Euro 37,3059
Altın 2.947,59
BİST 8.827,48
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 16°C
Hafif Yağmurlu
İstanbul
16°C
Hafif Yağmurlu
Per 16°C
Cum 17°C
Cts 18°C
Paz 19°C

Topraklara vatanım diyen herkese ocağımız açıktır Hülagu’yu 1258’de Bağdat’a getiren asıl gerekçeleri unutmuyoruz

Topraklara vatanım diyen herkese ocağımız açıktır Hülagu’yu 1258’de Bağdat’a getiren asıl gerekçeleri unutmuyoruz
15/10/2024 14:03 | Son Güncellenme: 15/10/2024 14:04
A+
A-

Bu topraklara vatanım diyen herkese ocağımız açıktır Hülagu’yu 1258’de Bağdat’a getiren asıl gerekçeleri unutmuyoruz

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, yeni anayasa çalışmalarına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Bahçeli, Anayasa’nın ilk dört maddesiyle ilgili tartışmalara tepki göstererek, bu maddelerin Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri olduğunu ve hiçbir şekilde tartışmaya açılmayacağını belirtti.

Siyaset, etrafı kordonla çevrilmiş bir ring alanı, siyasetçiler de üzerlerine bahis oynanan boksörler değildir.

Türkiye’nin bugünkü hassas ve nazik döneminde herkesin sorumluluk ruhuyla, uzlaşmaya yatkın davranış kalıbıyla ve üslup saygınlığıyla hareket etmesi yegane dileğimizdir.

İster bireysel, isterse de toplumsal düzeyde olsun; huzurlu, mutlu, dengeli, düzeyli ve barışçıl bir hayatın muhakkak surette ahlaki bir boyutu vardır ve olmalıdır.

Bu ahlaki boyutun eşgüdüm halinde ve eşzamanlı muhafazası sorun çözme kültürünü destekleyecek, sayısız ben’den oluşan biz duygusuna güç verecektir.

Mesele biz olmanın emsalsiz sırrına erişmek, bunu da yaşayıp bihakkın yaşatmaktır.

Hep dediğimiz gibi, her şey Türkiye içindir.

“Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” anlayışı bizim siyasetimizin ana omurgasıdır.

29 Ekim’den itibaren Erzurum’dan başlayacak “Bir ve Beraber Hilale Doğru Türkiye Toplantıları”mızın ilhamı da birleştirici ve bütünleştirici siyasetimizin müessir atılımıdır.

Omurgasız vücut cesetten ibarettir.

Biz ceset olmaya değil, aziz milletimiz, cennet vatanımız ve geleceğin Türk evlatları için dipdiri olmanın amaç ve azmindeyiz.

Tarihin sararmış ve solmuş yapraklarından araya araya bulup çıkardığımız nice acı veya parlak hatıranın ivmesiyle istikbalin yol haritasını çizmenin, istiklalimizi ve milli varlığımızı canımız pahasına korumanın derdinde ve peşindeyiz.

Tarih, geçmiş olayların pul koleksiyonu yapar gibi toplanmasıyla sınırlı gösterilemez, takdim ve teşhir edilemez.

Yayı ne kadar geriye çekersek oku o denli uzağa atmamıza benzer şekilde, ne kadar geriye bakarsak, o kadar uzağı görmemiz kaçınılmaz bir hayat ve tarih gerçeğidir.

Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş köprüsü TBMM’dir.

Hazırlık ve mayalanma dönemi ise kongreler marifetiyle, yani demokratik yollarla icra edilmiştir.

Silah, siyaset ve stratejiye tutunmuştur.

Aşağıdan yukarıya doğru yükselen bir seçim, temsil ve vekalet ağı üzerine kurulu bulunan ve katılımın esas alındığı kongre hareketleri Osmanlı İmparatorluğu’nun içine düşmüş olduğu derin bunalımın ancak demokrasi ile çözülebileceğini göstermiştir.

Kısaca temas etmek isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti bir demokrasi zaferi, mücadele bereketi, muazzam bir halk hareketidir.

Millet, devleşmiş, devletleşmiş, müstevli akınlarını devirmiştir.

Anlatmak ve açıklamak istediğim özetle şudur: Türk devlet felsefesine hangi açıdan bakarsak bakalım, devlet millettir, millet de devlettir.

Devlet, ülkesi ve milletiyle bir ve bütündür.

İkisini birbirinden ayırmak, ayrı değerlendirmek, zaman zaman da çatıştırmak fahiş bir yanlış olmanın yanı sıra, devlet umurunu ve onurunu hazmedemeyen nevzuhur demokrat yobazlarının handikap ve hüsranıdır.

Bu nedenle geçen hafta dile getirdiğim üzere; coğrafyamız tartışılırsa milletimiz; milletimiz tartışılırsa devletimiz; devletimiz tartışılarsa bayrağımız; bayrağımız tartışılırsa varlığımız ortadan kalkacaktır.

Devleti milletten ayırmak, milleti devletten ayrıştırmak su katılmamış bölücülüktür ve çok tehlikelidir.

Vilayet-i Şarkiya Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi’nin bir belgesinde 9 Mart 1919 tarihli Beyannamesi’nde geçen Türk milleti ifadesi işin özünde anlamasını ve almasını bilenler için hayranlık uyandıran mesajlarla doludur.

Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle başlayan Mütareke döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal-anayasal gündemindeki ilk madde bir devlet sorunu olarak belirmiştir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle kapanması Türk milleti için bir devlet ve iktidar sorunu doğurmuş, bağımsızlık ve egemenlik ağır ve acıklı bir yara almıştır.

Bu sorunun çözümü meşru ve demokratik kanallardan ikmal edilen Milli Mücadele’yle çözülmüş, vatanın kurtuluşu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu tarihi miras ve misaka müzahir şekilde temellenmiştir.

Şimdi o yıllara gidelim ve Merhum Rauf Orbay’ın anılarından bir bölümü özet halinde dinleyelim:

“16 Mart 1920 sabahı uyanır uyanmaz, ilk işimiz her zamanki gibi gazeteleri aramak oldu. Fakat o sabah gazeteler gelmedi.

Sebebini soruştururken, İngilizlerin ani bir baskınla Şehzadebaşı karakolundan itibaren şehri yer yer işgal ettikleri haberini aldık.

Arka yolları takiple doğru Mebusan Meclisi’ne gitmek için harekete geçtim.

Meclis’e vardığım zaman, Padişahı ziyarete gitmek üzere Reis Celalettin Arif Bey’i aradım. Makamında bulamadım.

Çaresiz onun yerine Reis Vekili Balıkesir Mebusu Abdülaziz Mecdi Efendiyi alarak, Konya Mebusu Vahbi Efendi de dahil, heyet halinde Yıldız Sarayına gittik.

Giderken yollarda sağda, solda, düşman askerlerini gördükçe, yüreğimiz sızlayarak, sesimiz kısılmışçasına susuyorduk.

İşte bu duygularla mütehassis olarak saraya vardık ve derhal huzura kabul olunduk.

Konya Mebusu Vehbi Hoca, heyecanını zaptedemedi, benden evvel konuşarak;

Efendim, dedi, ne yapsalar milleti yıldıramazlar. Memleketin kurtarılması için uğraşıyoruz. Müsterih olunuz Padişahım.

Bu sefer Abdülaziz Mecdi Efendi heyecanlandı ve oturduğu pencereden görünen Dolmabahçe önünde demirli düşman donanmasını göstererek:

Padişahım, dedi, bu kafirlerin zoru işte su kenarına kadar geçer. Ötesinde sökmez. Anadolu pulattır. Vatanın selameti için atıldığı mücadelede mutlaka muvaffak olacaktır. Bundan emin olunuz.”

İşte bir daha böylesi hüzünlü ve yürek yaralayan kasvetli anıların kaleme alınmasını istemiyoruz.

Bir daha topraklarımızda müstevli çizmesi görmeye tahammül etmiyoruz, etmeyeceğiz.

Moğol İmparatoru Cengiz Han’ın torunu Hülagu’yu 1258’de Bağdat’a getiren, dönemin Abbasi Halifesinin keçeye sarılıp atların ayakları altında ezdiren geri plandaki asıl gerekçeleri unutmuyoruz, bu nedenle toplumsal çözülme ve birlik duygusunun çürümesine sonuna kadar karşı duruyoruz, karşı duracağız.

Şuna inancım tamdır ki;

Türk milletinin vatan sevgisiyle dolu göğsü, düşmanların lanetlenmeye layık ihtirasları karşısında daima çelikten bir duvar gibi yükselecektir.

Yeri gelir elimi uzatır müşterek ve milli değerlerde toplanma çağrısı yaparım; yeri gelir vatan için, millet için, bayrak için, ezan için, devlet için başımı uzatır, şehadet şerbetinden tadımlık değil kana kana doyumluk içerim.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ali menfaatleri uğruna her vasatta temel ve ortak değerler etrafında el ele tutuşmaya, elimi uzatmaya varım ve hazırım.

Ancak bu elin yanlışa yorumlanmasını, açılan kollarımın, gülümseyen yüzümün ihanetin saklanacağı kisve olarak tevilini asla affetmem, buna da cihan yıkılsa razı gelmem.

Vakur yumuşaklığımızı, sağduyulu yaklaşımımızı, uyuklayan dimağ, tavize teşne, teslimiyete tekmil olarak formüle eden güruhun aklına şaşar, alınlarını da santim santim karışlarım.

Terörün her türlüsünü reddetmenin, defetmenin ve imha etmenin sonsuz kararlığındayız.

1984’den bu yana devam eden PKK terörünün nasıl bir yıkıma, nasıl bir sosyal ve ekonomik maliyete yol açtığını en iyi bilenlerdeniz.

Terörle huzur arasında güvenli bir durak yoktur.

Terörle siyaset arasında bağ ve bağlantı yoktur.

Terör demokrasinin celladı, özgürlüğün katili, insan haklarının infazcısı, insanlığın can düşmanıdır.

Hem siyaset hem terör aynı kalıba giremez, aynı bedene sığamaz, aynı ağıza sığınamaz.

Ya siyaset ya terör, ya siyaset ya silah; arası, ortası, şurası, burası yoktur.

Ve de bölücü terörün kökü kazınmalı, Türk ve Türkiye Yüzyılında bin yıllık kardeşlik pekişmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin terörle müzakeresi, görüşmesi, anlaşma yolları araması, yeni süreçlerin imal çabası, sadece ve sadece terör örgütünün değirmenine su taşımak demektir.

Hepsinden daha mühimi de şudur: Kürt kökenli kardeşlerimin, bölücü terör örgütüyle hiçbir ortaklığı, benzerliği, yakınlığı, irtibatı ve ilişkisi yoktur.

Bu hususta DEM Parti’nin aklını başına alması, uzattığım eli sabote etmek amacıyla tahrik ortamını kamçılamaktan uzak durması herkesin hayrınadır.

Kaldı ki, Kürt kökenli kardeşlerim oyunu görmüştür.

Karanlık emel sahiplerini sezmiş ve fark etmiştir.

13 Ekim Pazar günü, Diyarbakır Yenişehir İstasyon Meydanı’nda düzenlenmek istenen kanunsuz ve korsan mitinge katılımın çok az olması, buna rağmen marjinal bir grubun terör örgütü propagandası yaparak ülke ortamını germe teşebbüsleri hamd olsun ters tepmiştir.

Buradan Diyarbakırlı kardeşlerimi; soğukkanlı ve provokasyonlara gelmeyen cesur tutumlarından dolayı kutluyor, alayını hasret ve muhabbetle bağrıma basıyorum.

Türk-Kürt kardeştir, araya giren, bozgunculuğa heveslenen kim varsa kamburdur, kalleştir, kanser hücresidir, kahrolmaya mahkumdur.

DEM Parti’nin iradesini İmralı’ya rehin bırakması siyasetin doğasıyla ve ahlakıyla bağdaşmayan, hür ve bağımsız siyasetçi yapısıyla uyuşmayan ilkelliktir.

Türkiye’ye getirilirken, “her türlü hizmete hazırım” diyen teröristbaşı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin.

Ama devletin terörle masaya oturmasını hiç kimse, hiçbir şart altında beklemesin, aklından dahi geçirmesin.

Hodri meydan, kana değil kardeşliğe susadıklarını göstersinler.

Günlerdir fitne yayan başta CHP olmak üzere sözde yorumcu ve kerameti kendinden menkul uzman ve akademisyenler suyu bulandırmak için her kılığa girmişler, her maskeyi takmışlardır.

PKK, 1978 yılında, Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nin Fis Köyü’nde birinci sözde kongresinde, Marksist-Leninist çizgide büyük Kürdistan’ın kurulmasını hedef olarak belirlemişti.

CHP yönetimi, siyasete, akademik hayata ve medyaya tutunmuş vagonları cevap versin, dört parçalı büyük Kürdistan’ın kurulmasından yana mısınız, değil misiniz? Açıklayın da görelim. Söyleyin de öğrenelim.

Netleşin, yüzleşin, cesaretiniz varsa ifade ve itiraf edin.

Terör örgütünün taleplerine boyun eğmek, yeni saldırıların ve hain emellerin teşvik edilmesinden ve özendirilmesinden başka hiçbir şeye yaramaz.

Devlet terör örgütüyle pazarlığa tutuşmaz, müzakere etmez, sonuna kadar, kıran kırana mücadele eder.

Bölücü terör örgütü PKK’nın önünde üç seçenek vardır.

Bu üç seçenek yıllardan beri savunduğumuz görüşlerdir.

19 Kasım 2006 tarihinde yaptığımız 8.Olağan Büyük Kurultayımızda demiştim ki;

Terör çıkmazına saplanarak Türkiye’ye ihanet eden her kademedeki PKK militanları için yegâne çıkış yolu,

1 – Terör eylemlerine koşulsuz olarak derhal son vermek,

2- Silahlarıyla dağdan inip Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim olmak,

3- Türk adaletinin vereceği hükme razı olarak cezalarını çekmek olacaktır.

8 Kasım 2011 tarihinde İzmir’de yaptığım bir konuşmada aynen değindiğim üzere,

“Bunun dışındaki her yöntem, devletin teröre teslim olması ve teröristlerin önünde diz çökmesi anlamına gelecektir ve çok açık söylüyorum ki; makamı ve mevkii ne olursa olsun bunu yapmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.”

24 Nisan 2012 tarihli grup toplantımız, 5 Mart 2013 tarihli grup toplantımız, 31 Ekim 2023 tarihli grup toplantımız çerçevesinde yaptığım değerlendirmeler hep aynıdır, değişmez ve ilkeli çizgimizi ihata etmesi suretiyle ayan beyan ortadadır.

Siyaset konuşma sahası, demokratik rekabet vahasıdır.

Ancak teröristlerle konuşulacak, konuşularak çözülecek hiçbir şey yoktur.

Uzattığım eli bağlamından koparıp başka mecralara çekenlerin nereye varmak istedikleri malum ve mahuttur.

Uzattığım el hesapsız bir eldir.

Uzattığım el samimi ve iyi niyetli bir eldir.

Uzattığım el Türkiye’de birleşelim, Türk milletinde kenetlenelim tebliğidir.

Günlerdir uzattığım elden farklı sonuçlar çıkarıp uyduruk yorumlar yapanlar elbette yanılgının ve yanlışın pençesine düşmüşlerdir.

Aklında sadece Türkiye olan bir dava insanı ve Genel Başkan olarak, elimi vatan, millet ve devlet için uzattığımı, dışarıda sert rüzgarlar eserken, içimizde barışsever ve hoşgörülü bir havanın kati surette hakim olmasını gönülden istediğimi herkesin bilmesinde yarar olacaktır.

Biz elimizi yeni bir süreç için değil, kardeşlik ve kaderdaşlık için uzatırız.

Kaldı ki, aynı noktadayım, aynı düşüncedeyim.

30 Nisan 2024 tarihinde yaptığımız grup toplantımızda şöyle konuşmuştum:

“Gazi Mustafa Kemal Atatürk demişti ki:

“Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin oluşturduğu cephedir. Dış cephe, ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe mağlup olabilir; fakat hiçbir zaman bir ülkeyi yok edemez. Ülkeyi temelinden yıkan iç cephenin çökmesidir.”

Belki niyetleri öyle olmayabilir, fakat eylem ve söylemleriyle iç cephemizi tahrip etmek, milli birlik ve dayanışma hissiyatını saf dışı bırakmak için her fırsatı ganimet sayan bir güruhun varlığı çok açıktır.”

İç cephemiz çökmeyecektir.

Bunun güvencesi Türk milletinin tarihi kucaklaşması ve birbirine bağlığıdır.

Her partinin Türkiye’yi önceliğine alması, yabancı başkentlerin gözüne ve kumandası altına girmek için ortam yoklamasından geri dönmesi herkesin çıkarınadır.

17 Mart 2024 tarihinde gerçekleştirdiğimiz 14.Olağan Büyük Kurultayı’mızda kabul edilen ve ana teması “Milli Yükseliş İradesi” olan Parti Programımızda uzlaşma hem kavram hem de fikir olarak ön plandadır:

“Milliyetçi Hareket Partisi, en geniş boyutta sağlanacak toplumsal uzlaşma ve mutabakat ile Türkiye’nin büyük hedeflere yönelmesini, bütün imkân, kaynak ve kabiliyetlerini “Lider Ülke ve Süper Güç Türkiye” hedefi doğrultusunda harekete geçirmesini öngörmektedir.

Yerel ve yöresel farklılıkların Türk kültürünün zenginliği içinde ve onun tamamlayıcı renkleri olarak görüldüğü bir anlayış üzerinde sağlanacak genel bir uzlaşmanın, toplumsal barış ve huzur için önemli katkı sağlayacağına şüphe yoktur.”

Başka Türkiye yoktur.

Hakkari de bizim, Edirne de bizimdir.

İzmir de bizim, Şırnak da bizimdir.

Trabzon da bizim, Mardin de bizimdir.

Biz köklere, kökenlere bakmayız.

Biz inançlara, mezheplere ayırmayız.

Bölmeyiz, parçalamayız, dağıtmayız.

Bayrağa saygı var mı, ona bakarız.

Millete hürmet var mı, ona bakarız.

Vatana sadakat var mı, ona bakarız.

Buradan her zaman olduğu gibi çağrımı tekrarlıyorum,

Gün birleşme günüdür.

Gün dayanışma günüdür.

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı olarak bizim gönlümüzde herkese yer vardır.

Bu topraklara vatanım diyen herkese ocağımız açıktır.

Bu insanlara milletim diyen herkese kucağımız açıktır.

Bu bayrak benim, bu ülke benim diyen herkese kapımız açıktır.

Bu kavramlara yabancı olmayanlar,

Bu değerlerde bir sıcaklık görenler,

Çağrım sizleredir,

Gelin bir olalım. Diri olalım. İri olalım.

Türk ve Türkiye Yüzyılını hep birlikte inşa edelim.

Aziz Atatürk bakınız ne diyordu:

“Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini kendi saadetini memleketin, milletin saadet ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.”

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.