OĞUZ KAĞAN METE’MİDİR, AFRÂSYAB’MIDIR, ZÜLKARNEYN’MİDİR?
Oğuz Kağan Destanı’nın günümüzde ulaşan iki varyantı vardır. Bunlardan biri İslam öncesinde Uygur yazısı ile yazılmış olan ve Paris Milli Kütüphanesi’nde bulunan, eksik tek yazma nüshadır. Bu nüsha ilk olarak Rıza Nur tarafından keşfedilmiştir. 1932 yılında W. Bang ve R. Rahmeti tarafından Almancaya tercüme edilmiş ve Almanca olarak yayımlanmış, 1936 yılında ise Oğuz Kağan Destanı adıyla Türkçe olarak yayımlanmıştır. Bu Yazmada baş ve son kısımlar eksiktir. Uygur yazmasında baş ve son kısımların eksik olması bu destanın daha geniş olduğunu göstermektedir.
OĞUZ KAĞAN METE’MİDİR, AFRÂSYAB’MIDIR, ZÜLKARNEYN’MİDİR?
Türk edebiyatının en eski örneklerinden birisi olan Oğuz Kağan Destanı Türk kültürünün ve Türk tarihinin en eski izlerinin görüldüğü bir eserdir. Türklerdeki sosyal hayat, töre, din, hâkimiyet ve hükümdarlık anlayışı, devlet felsefesi gibi daha birçok konuyu bu destanda görmek mümkündür.
Mustafa Necati Sepetçioğluna göre; Destanlar bir milleti millet yapan bütün unsurları, kültür ve medeniyet çizgilerini, diğer kültürlerle alışverişi, bu alışverişin sınırlarını, üstünlük ve tesir sahalarını tespit etme imkânı sunan edebî türlerdir. (Sepetçiopğlu:1972) Şükrü Elçin’e göre ise; Destanlar sözlü geleneğe bağlı nazım şeklinde ortaya çıkan, zaman ve mekân içinde toplumun iradesini yöneten kahraman-bilge şahsiyetlerin menkıbevi ve hakiki hayatları etrafında şekillenen öğretici halk edebiyatı ürünlerinin en eskilerindendir. (Elçin, 1986) Nihat Sami Banarlı’ya göre; Milletlerin dinleri, inanışları, yaşadıkları coğrafyanın özellikleri ile birleşmiş duygu ve düşünceleri destanlarda görülür. (Banarlı, 2004).
Oğuz Kağan Destanı’nın günümüzde ulaşan iki varyantı vardır. Bunlardan biri İslam öncesinde Uygur yazısı ile yazılmış olan ve Paris Milli Kütüphanesi’nde bulunan, eksik tek yazma nüshadır. Bu nüsha ilk olarak Rıza Nur tarafından keşfedilmiştir. 1932 yılında W. Bang ve R. Rahmeti tarafından Almancaya tercüme edilmiş ve Almanca olarak yayımlanmış, 1936 yılında ise Oğuz Kağan Destanı adıyla Türkçe olarak yayımlanmıştır. Bu Yazmada baş ve son kısımlar eksiktir. Uygur yazmasında baş ve son kısımların eksik olması bu destanın daha geniş olduğunu göstermektedir.
Destana göre Oğuz semâi bir menşeyden gelmiş ve yine semavi menşeyden gelen kızlarla evlenmiştir.
Destanda “Bu oğlun yüzü gök rengi, ağzı ateş kızılı, gözleri ela, saçları ve kaşları kara idi. Güzel perilerden daha alımlıydı” (Banarlı, 1987, s. 17) ifadeleriyle Oğuz Kağan tasvir edilir. Tasvirde dikkat çeken ışık, renk ve gökyüzü cisimlerinin adlarının kullanılmasıdır. Nitekim Türk mitinde ışık, renk ve gökyüzü cisimlerinin sembolik anlamları oldukça geniştir.
Ögel (1982), yüzün eski Türklerde insanın en önemli yeri olduğunu ve bütün duygusal özelliklerin ve kutsallığın yüze aksettiğini, kötü insanların yüzünün kara, iyi insanların yüzünün ak ve kutsal insanların yüzünün ise gök rengi olduğunu belirtmiştir. Oğuz Kağan’ın yüzünün gök rengi olmasının onun gökten geldiğine, Tanrı’nın rengini taşıdığına inanılması olduğunu söylemiştir. Daha sonraki Türklerde de gök renginin olgunluk, erginlik ve tecrübenin bir sembolü olarak görüldüğünü vurgulamıştır. “Beyaz, siyah ve mavinin özel bir anlamı olan Kazaklarda kara renk soğuğu, rahatsızlığı, ağır başlılığı; kırmızı ateşi, sıcaklığı; yeşil diriliği, gençliği; beyaz temizliği, saflığı; mavi göğe bağlı inancı, ebedîliği ve uzun yaşamı simgeler” (Kadaşeva, 1996, s. 95’ten akt: Küçük, 2010, s. 195).
Oğuz’un ağzı ateş renginde ve gözleri ise aldır. Kırmızı renk mitolojilerde güneşin ve savaş tanrılarının rengi olarak yer almaktadır. Kuvvet, güç, iktidar, hâkimiyet ifade eder. (Çoruhlu, 2002). Küçük (2010),
Oğuz Kağan’ın gözlerinin ela yani kırmızı olduğunu belirtmektedir. Oğuz Kağan’ın gözünün kırmızı olması alpliğinin işareti olarak kabul edilir. Anadolu’da çok eskiden beri kullanılan
gözü kanlı deyimi “hiçbir şeyden yılmayan, hiçbir şeyden korkmayan atak, cesur kimse” manasına gelmektedir. (Sertkaya, 1992; Küçük, 2010)
Öyleyse Oğuz Kağan’a doğumundan itibaren bahşedilmiş bir güç, iktidar ve hâkimiyetin; Türk töresine göre “kut”un verildiği söylenebilir. (Yasemin Kurtlu Büşra Koçak, Oğuz Kağan Destanı’nda Hükümdar Tasarımı)
Destanda adı geçen Oğuz Kağan’ın gerçek şahsiyeti ile ilgili düşüncelerden biri O’nun büyük Türk hakanı Mete olduğu yönündedir. (Banarlı, 1987). Mete MÖ 209-174 yılları arasında Kuzeydoğu Asya’da kurulmuş Türk devletini büyük bir imparatorluk hâline getirmiştir. Ülkenin sınırları Çin’den Hazar Denizi’ne kadar bütün Kuzey Asya’ya yayılmıştır. Bu dönemde Mete yani Oğuz Han Çin’i de hükmü altına almayı başarmıştır. (Yılbır, 2006).
Fakat Mete, fetihlerinde Orta Asya’nın dışına pek fazla çıkmamış, özellikle batıda Aral Gölü’nü aşmamıştır. Hâlbuki destandaki Oğuz Kağan, Orta Asya dışında Çin, Slav, Roma, Mısır ve Hindistan gibi büyük ülkeler fethetmiş bir hükümdardır. Bu durumda Oğuz Kağanın Mete’den çok önce, yani İskit (Saka) çağında yaşamış ve dünya fethini gerçekleştirmiş büyük bir hükümdar olduğu da akla gelmektedir. (Yasemin Kurtlu Büşra Koçak, Oğuz Kağan Destanı’nda Hükümdar Tasarımı)
Eski Türklerin ve Oğuzların tarihi fetihlerini destâni bir şekilde anlatan Oğuz-nâme’ye göre ilk cihan hâkimiyeti Oğuz kağan tarafından kurulmuştur. Nitekim destan Oğuz Hân’ın Çin, Hindistan, İran, Azarbaycan, Irak, Suriye, Mısır, Anadolu (Rum), Rus ve hatta Frenk ülkelerini fethettiğini anlatır. (Turan O, TCHM. 1: 75)
Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi adlı iki ciltlik kıymetli eserin müellifi Prof. Dr. Osman Turan Oğuz Han’ın adının İran kaynaklarında Afrasyab olarak geçtiğini belirtir ve şöyle der:
“Milli destan ve an’analerde asırlarca milletin kalbinde, cihangir olarak, yaşayan Oğuz-han İran kaynaklarında Afrasiyâb adı ile geçer. Şâhnâme’ye göre Türklerin ilk fatihi olan Afrasyab da Türkistan, İran, Azerbaycan, Hindistan ve Rum ülkelerini fethetmiş, buralarda birçok şehirler kurmuş ve hatıralar bırakmıştır.” (Turan O, 1.80)
Kaşgarlı Mahmud Türklerin Afrasyab’a Alp-er Tunga dediklerini ve O’nun dünya hükümdarı (Ajun beği) olduğunu bildirir. O, Afrâsyâb veya Alp-er Tunga için Türklerce matem ayinleri yapıldığını ve mersiyeler söylendiğini yazar ve bu münasebetle de şu kıt’ayı kayd-eder;
Alp-er Tunga öldi mu
Issız ajun kaldı mu
Özlük öcin aldı mu
Emdi yürek yırtılur.
“Yani Afrâsyâb öldü; dünya ıssız kaldı; felek öcünü aldı. Şimdi onun devri ve devleti düşünülerek, yürekler yırtılmaktadır.” (Kaşgalı, Divan, s.44, 164, 403; 11, s. 31)
İslam kaynakları Uygur, Karahanlı ve Selçuklu hânedanlarının Afrâsyâb’a mensup olduklarını ifade ederlerken bu münasebetle, onu tarihi ve milli an’aneye uygun olarak Oğuz-Han ile birleştirmişleridir. Türklerin Afrâsyab’a Alp-er Tunga dedikleri rivayeti bazı İslâm kaynaklarına
Tunga Alp şekli ile geçmiştir. Orhun kitabelerinde de mâtemi yapılan bir Tunga Tekin’e rastlanmıştır. (Turan O, c. 1: 81)
Kaşgarlı Mahmud’un çağdaşı Yusuf Has Hâcib de Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a armağan olarak sunduğu Türk Siyasetnamesi diyebileceğimiz Kutadgu Bilig adlı eserinde dünya hükümdarları içinde en adaletli olanların Türk hükümdarları olduğunu ve onların içinde adı meşhur olanın Taciklerin (İranlıların) Efrasiyab dedikleri Alp Er Tonga olduğunu kaydeder.(Yusuf Has Hâcib. Kutadgu Bilig I. Metin, (Hazr: R.R.Arat), Ankara. 1991. s. 43)
Oğuz Destanına göre:
“Gene günlerden bir gün, Oğuz Kağan bir yerde Tanrı’ya yalvarmakta idi. Gökten bir gök ışık düştü… Gördü ki bu ışığın arasında bir kız var… Gülse Gök Tanrı da gülüyor; ağlasa Gök Tanrı da ağlıyor… Onu sevdi, aldı. Günlerden gecelerden sonra (kızın gözleri) parladı. Üç erkek oğul doğurdu. Birincisine Gün adını koydular. İkincisine Ay adını koydular. Üçüncüsüne Yıldız adını koydular… Gene bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Bir göl ortasında, önünde bir ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda bir kız vardı… Onu sevdi, aldı. Günlerden sonra, gecelerden sonra (kızın gözü) ışıldadı. Üç erkek oğul doğurdu. Birincisine Gök adını koydular. İkincisine Dağ adını koydular. Üçüncüsüne Deniz adı koydular.” (Banarlı, 2004, s. 18).
Metinde görüldüğü gibi Oğuz Han’ın Tanrı’ya yalvardığı sırada Yüce Tanrı’nın duasını kabul etmesi sonucunda eşlerinden biri gökten ışık olarak indiriliyor, ikincisi göl ortasında ağaç kovuğunda karşısına çıkıyor. Oğuz Han’a kut vererek cihan hakanı yapan Ulu Tanrı bu sefer yine Oğuz’a kut vermeye devam ediyor ve Oğuz Han’ a kendisi gibi kut ile donatılmış iki eş veriyordu.
Oğuz Kağan’ın çocuklarının isimlerinin Gün, Ay, Yıldız; Gök, Dağ, Deniz olması da Oğuz Kağan’ın cihan hâkimiyeti düşüncesinin bir göstergesidir.
Cihangir atamız Oğuz Han, hükümdar olarak ilan edildikten sonra, “Güneş bayrağımız, gökyüzü çadırımız” demiş; “Daha çok denizlere, daha çok ırmaklara doğru…” diyerek dünyanın fethini hedeflemiş ve dünyanın dört bir yönüne gönderdiği elçilerle bütün milletlerin kendisine tabi olmasını istemiştir. Uygurca Oğuz Destanında bu durum açıkça görülmektedir:
“Mademki Uygurların benim büyük kağanı
O halde sayılırım, ben bir Dünya kağanı
Bana bağlıdır artık, dünyanın dört bir yanı.”
Oğuz Kağan destanı Uygurlar döneminde yazıya çevrildiği için “Uygur Hakanıyım” denmektedir. Uygurlar da kendilerini Oğuz Han nesli kabul ettiklerinden, Oğuz Han’ı Uygur hakanı saymaktadırlar. (M. Niyazı: 177)
Oğuz Han’ın yerli ve yabancı kaynaklardan öğrendiğimize göre dünyanın çeşitli yerlerine seferleri vardır.
“Neşri tarihi” denilen ve II. Beyazid zamanında yazılan eserin birinci cildinin on ikinci sayfasında Oğuz Han’ın yaptığı seferler şöyle anlatılmaktadır:
“Vaktaki Oğuz bilad-ı arzı şarkan ve garben ve Çin ve Gor ve Gazne ve Hind ve Sind ve Türkistan ve Deylem ve Babil, Berber, çün bu kadar illere müstevli oldu (vardı, ulaştı, ele geçirdi.)” (İ.Hami Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu: 176)
Marcel Brion’un “La vie des Huns” ismindeki eserinin 1931 paris baskısının 38. sayfasındaki açıklamaya göre Oğuz Han’ın ordusu bile dünyanın dört cihetine göre, dört renge ayrılır. Kuzey ordusunun atları yağız, güney ordusunun atları kula, batı ordusunun atları kır ve doğu ordusunun atları bakla kırı rengindedir.” (İ.H. Danişmend:176)
V. Bang ile G. R. Rachmati’ nin “Die le gende Oğuz Kağan” adıyla Almanca tercümesiyle birlikte yayınlanan Oğuzname’nin 1932 Berlin baskısının 14. ve Rıza Nur yayınının 1928 baskısının 21. sayfasında Urum Kağan’ın (Roma imparatorunun) mağlubiyeti şöyle anlatılır:
“Oğuz kağan başadı, Urum kağan kaçtı. Oğuz Kağan Urum-Kağan- nung kağanlıkun aldı; İl-kün’in aldı…” yani Oğuz kağan galip geldi; Roma imparatoru kaçtı. Oğuz Han Roma imparatorunun devletini ve halkını aldı.” (İ. H. Danişmend: 176)
Yine Bang nüshasının 20. sayfasında Mısır hükümdarının yenilgisi şöyle anlatılır:
“Oğuz Kağan başadı, Masar Kağan kaçtı; Oğuz anı basdı, yurdun aldı, kitdi.” Yani, Oğuz Han galip geldi; Mısır hükümdarı kaçtı. Oğuz onu basıp yurdunu aldı, gitti.” (İ.H.Danişmend: 177)
Leon Cahun “İntroduetion a l’histoire de l’Asie” adındaki eserinin 84. sayfasındaki bilgilere göre:
“O, bütün dünyayı fethetmiş, yüz on altı sene yaşamış ve hâkimiyet timsali olan altın yayla üç oku ölümünden evvel oğulları arasında paylaştırmıştır.”(İ.H.Danişmend:177)
Eski Türk hakanları savaşları Yüce Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yaparlardı. Oğuz Han, Oğuz Destanına göre, gökten ışık halinde inen, yani Tanrı’nın gönderdiği “Gök tüylü, Gök yeleli” bir bozkurtun yol göstericiliğinde dünyayı fethe çıkmıştır. Dünyayı fetheden Oğuz Han oğullarını toplamış ve:
“Oğullarım! Çok savaşlar yaptım. Gök Tanrı’ya borcumu ödedim” demiş ve gökten inen birinci karısından olan Gün, Ay ve Yıldız; ağaç kovuğundan, yani yerin sonsuzluğundan gelen ikinci karısından olan Gök, Dağ, Deniz adındaki çocuklarına dünyanın yönetimini bırakmıştır. Her biri “Han” unvanını alan oğulların üçü gökten inen, üçü de yerin sonsuzluğundan gelen kadınların çocuğuydu; böylece onlarda yer ve gök bütün kâinat bütünleşiyordu. Oğuzlar soy ve güçlerini de yerin ve göğün büyük varlıklarından almış oluyorlardı.” (M.Niyazi: 178)
Sayın Prof. Dr. İ. Kafesoğlunun olaya yaklaşımı daha ilginçtir: “Oğuz Han, Gök Tanrı’ya borcumu ödedim” diyerek ülkeyi oğullarına bırakmıştır. Böylece Türklerde hükümranlık anlayışını da vurgulayan destanda Oğuz’un 6 oğlunun adları da ayrıca Türk Cihan hâkimiyeti düşüncesini belirtir durumdadır: Gün, Ay, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz. Her biri “Han” unvanını taşıyan bu oğullar, kendi adlarının işaretlendiği sahanın sorumluları olduklarından, dolayısıyla yalnız yeryüzü değil, hemen bütün kâinat Türk idaresine alınmış, Türk töresinin himayesinde birleşmiş oluyordu.(Kafesoğlu, TMK: 242) Buradan anladığımıza göre Eski
Türklerin hedefi, “yalnız dünyaya değil, uzaya, gökyüzüne de hâkim olmak”tı. Bu anlayıştaki bir devlete “Dünya Devleti” demek yeterli olmaz; “Kâinat Devleti” anlayışı demek daha doğru olur.
Oğuz Han Zülkarneyn Midir? Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Zülkarneyn’in Oğuz Han olduğuna dair iddialar vardır. Hz. Âdem’den günümüze kadar Allah’ın dini uğrunda mücadele eden peygamberlerden başka birçok veli ve salih kulların olduğu bilinmektedir. Bir Tanrı yolunda uzun yıllar süren din savaşları yaptığı bilinen Oğuz Han’ın da peygamber olması, peygamber olmasa bile Allah’ın bu sâlih ve veli kullarından birisi olması mümkündür. Çünkü O’nun Oğuznâme’de Müslüman olduğu ve kaynaklarda bir Tanrı yolunda on yıl süren din savaşları yaptığı anlatılır.
Kur’an-ı Kerim’de Kehs suresinde Zülkarneyn aleyhisselamdan, Allah’ın O’na büyük bir güç ve kuvvet ve ordular verdiğinden söz edilir. Miladi 1684 yılında vefat eden Vâni Mehmed Efendi “Arais’ül Kur’an” isimli Arapça tefsirinin 250. yaprağında:
“Türkler Kur’an’da bahsi geçen Zülkarneyn’den maksat, Oğuz Han olduğunu söylerler ki bu hususta tereddüdü mucip olacak hiçbir nokta yoktur” demektedir.(İ.Hami Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu? sayfa:174,178)
Aynı konu üzerinde “Neşri Tarihi” denilen ve İkinci Bayezid devrinde yayınlanan “Kitab-ı Cihannuma”nın birinci cildinin onuncu sayfasında Oğuz Han’ın doğuya, batıya bütün dünyaya hâkim olduğu belirtildikten sonra şöyle denilmektedir: “Etrak şöyle zu’m iderlerdi ki Hak Sübhanehu ve Teâlâ Kelâm-ı kadîminde zikr ettiği Zülkarneyn meğer bu ola dirlerdi.”(Kitab-ı Cihannüma Neşri Tarihi cilt 1, sayfa:11)
Kânûnî devrine ait Rüstem Paşa’nın “Tevârih-i Âl-i Osman” adlı eserinin ikinci sayfasında ise şöyle bir ifade mevcuttur: “Etrak şöyle fikri derlerdi ki Hak Sübhânehu ve Teâla Kur’an-ı Keriminde (Kulnâ yâ Zülkarneyn) diyu zikr-ittiği meğer bu (Oğuz Han)’dır dirlerdi.” (İ.Hami Danişmend, Türk Irkı niçin Müslüman Oldu, sayfa:175)
Kur’an-ı Kerim’de Kehf Suresi 83. Ayetten 98. Ayete kadar Zülkarneyn hakkında bilgi verilmektedir. Bu ayetlerde Zülkarneyn’in yeryüzünde iktidar ve kuvvet sahibi olduğu, doğuya, batıya ve çeşitli yerlere seferler yaptığı anlatılır. Bu ayetlerden insanların o çağlarda demiri ve bakırı kullandıkları da anlaşılmaktadır.(Geniş bilgi için Kehf suresinin tefsirlerine bakınız.)
Bu ayetlerden anladığımıza göre Zülkarneyn dünyanın dört bir yanına seferler düzenlemiş olan Allah’ın sâlih ve veli bir kulu veya peygamberidir. Beyzâvi tefsirinde Zülkarneyn’in Cihan Hâkimiyetine ulaştığından söz edilir. Ayrıca bir yiğitlik simgesi olarak tacında iki boynuz bulunduğundan Zülkarneyn denildiği belirtilmekte ise de bu görüş bir kısım tefsirciler tarafından tasvip görmemiştir.(Kur’an-ı Kerim ve açıklamalı Meali Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, no:86)
Zülkarneyn’nin “Türklerin iki boynuzlu Oğuz’u, Yunanlıların İskender’i Mısır Firavunlarından biri ve yahut Himyeri tebabiasından (Yemenden) biri” sayılmaktadır. (İ. H. Danişmend, a.g.e. sayfa: 178)
Ömer Nasuhi Bilmen, Yunanlı İskender’in Zülkarneyn olamayacağını belirterek, “İsterken, bir feylesof olan Aristo’nun mezhebi üzere bulunuyordu. Rivayete nazaran İran’ı zapt etmiş, Hindistan’a kadar da gitmiş ise de silah arkadaşları kendisini takip etmek istemedikleri için bilzarure ric’ate mecbur olmuştu. (geri dönmüştü) Etrafını da bir takım ehli hava sarmıştı. Onların teşvikiyle zevk ve sefaya, işrete, sefahate dalarak daha otuz üç yaşında iken kablel milad (M.Ö. 322) tarihinde hummadan vefat etmiştir” demektedir.(Ö.N.Bilmen, Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, cilt:4, sayfa: 1995)
Yemenli Himyeri tebasından olan Sa’b ile Makedonyalı İskender yalnız şark seferiyle ünlüdürler. Oğuz Han’ın ise eski Türk destanlarına ve tarihi bilgilere göre dünyanın dört tarafına de seferleri vardır. İlk Türk Cihan Hâkimiyeti de Oğuz Han tarafından gerçekleştirilmiştir. Yukarıda adı geçen “Neşri Tarihi”nin birinci cildinin on ikinci sayfasında şu bilgiler mevcuttur:
“Vaktaki Oğuz bilad-ı arzı şarkan ve garben ve Çin ve Gor ve Gazne ve Hind ve Sind ve Türkistan ve Deylem ve Babil, Berber, çün bu kadar illere müstevli oldu… “(İ. H. Danişmend, a. g. e, sayfa: 176)
Marcel Brion’un “La vie des Huns” isimli eserindeki açıklamaya göre: “ Oğuz Han’ın ordusu bile dünyanın dört cihetine göre dört renge ayrılır. Şimal fırkasının atları yağız, cenup fırkasının atları kula, garp fırkasının atları kır ve şark fırkasının atları bakla kırı rengindedir.” (İ.H.Danişmend, sayfa:176) Ebu’lgazi Banadır Han’ın “Şecere-i Terâkime” adlı eserinin 30. Sayfasından itibaren Oğuz Han’ın Hindistan, İran, Şam, Mısır vb. seferleri anlatılır. (geniş bilgi için “Türklerin Soy Kütüğü”, M. Ergin yayınına bak) V. Bank ile G. R. Rachmati’nin birlikte yayınladıkları Oğuznâme’nin 1932 Berlin baskısının 14. Sayfasında ve Rıza Nur’un 1928 İskenderiye baskısının 21. Sayfasında Urum Kağan’ın mağlubiyeti şöyle anlatılır: “Oğuz Kağan başadı, Urum -Kağan kaçdı. Oğuz Kağan Urum –Kağan-nung kağanlukın aldı; İl-künin aldı…” Yani Oğuz Han bastı-muzaffer oldu. Roma imparatoru kaçtı. Oğuz Han, Roma İmparatorunun imparatorluğunu aldı, ahalisini-halkını aldı.”(İ. H.Danişmend, s: 176) Yine Bank nüshasında Oğuz Han’ın Masar-Kağan’a Mısır Hükümdarına karşı kazandığı zafer şöyle anlatılır: “Oğuz Kağan başadı, Masar Kağan kaçdı. Oğuz anı bastı, yurdu aldı kitdi.”Yâni “ Oğuz Han muzaffer oldu. Mısır Hükümdarı kaçtı. Oğuz onu bastı, yurdunu aldı gitti.” (İ.H.Danişmend,s:176) Leon Cohun’a göre de: “O bütün dünyayı fethetmiş, yüz on altı sene yaşamış ve hâkimiyet timsâli olan altın yayla üç oku ölümünden evvel oğulları arasında paylaştırmıştır.” (İ.H.Danişmend, s:177)
Oğuz Han’ın 116 yıl yaşadığı Şecere-i Terakime’de: “Ve yüz on altı yıl padişahlık kılıp Hakkın rahmetine vardı” (E.G.Bahadır Han, Türklerin Soy Kütüğü, s:42, M.Ergin yayını) şeklinde anlatılmaktadır.
Oğuz Han 116 yıl yaşamıştır. Arap kaynaklarında ve Kur’an’da adı geçen “Zülkarneyn” adındaki “karn” eki boynuz manasına değil, “asır” ve “devir” manalarını ifade eder.(Osmanlıca Türkçe Lügat, s:247) Arapça’da “eyn” eki ikilik ifade eder. “Karneyn” ise “iki asır” manasındadır. Oğuz Han bir asırdan fazla, iki asır (116 yıl) yaşamıştır.
Vâni Mehmed Efendiye, Neşri Tarihi denilen Kitâbı Cihannum’ya, Rüstem Paşa’nın Tevarih-i Âl-i Osman’ına göre Oğuz Han, Kur’an’da adı geçen Zülkarneyn’dir. Rıza Nur’a göre Oğuz Han Hz. İbrahim Peygamber zamanında yaşamıştır. (R.Nur, Türk Tarihi cilt:1,s:45) Ömer Nasuhi Bilmen ise, “Zülkarneyn’in İbrahim aleyhisselamla Mekke-i Mükerreme’de görüşmüş olduğu hadis kitaplarında mezkûrdur” (Ö.N.B.Kuran-ı Kerim Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri cilt:4, s: 1995) demektedir.
Bu bilgilere Marcel Brion’un, Ebu’l gâzi Bahadır Han’ın, V. Bank ile R. G. Rachmati’nin, Leon Cohun’un yukarıdaki vermiş olduğu bilgileri de dâhil edersek ve Oğuz Han’ın ‘Bir Tanrı’ yolunda on yıl süren din savaşları yaptığını ve “Oğullarım çok savaştım Tanrı’ya borcumu ödedim” dediğini ve ilk Türk Cihan hâkimiyetini gerçekleştirdiğini de dikkate alırsak o zaman Oğuz Han’ın Kur’an-ı kerim’de adı geçen Zülkarneyn’dir. Rıza Nur’a göre “Türklerin Milli Peygamberidir. Ancak Sami milletlerde Peygamberler listesinde adı geçmemiştir. Yalnız İbrâni kitapları ve Tevrat “Torğ” diye kendisinden bahsederler. (Nur, R. C. 1: 46)
Oğuz Kağan’ın hayatı ve yaptıkları ile Mete’nin ve Afrasyab’ın hayatı ve yaptıkları arasında benzerlikler olsa da Oğuz Han ne Mete’dir ne de Afrasyab’dır. Çünkü Oğuz Han onlardan çok daha önce yaşamıştır. Oğuz Han olsa olsa Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Zülkarneyn’dir.
Kur’an-ı kerimde Kehf suresinde anlatılan Zülkarneyn aleyhiselamın özellikleri ile tefsir kitaplarında anlatılan özellikleri, Oğuz Han’ın özellikleri ve yaşadığı devir birbiriyle örtüşmektedir. Bu bilgilerin ışığında Allah’ın salih ve veli bir kulu olan ve bir Tanrı yolunda on yıl süren savaşlar yaptığı bilinen Oğuz Han’ın Kur’an-ı Kerim’de adı geçen Zülkarneyn olduğunu söylemek mümkündür.
Not. Yazı ancak kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.
KAYNAKLAR:
Sepetçioğlu, M. N. (1972). Türk destanları. (Birinci Baskı). Toker Yayınları.
Elçin, Ş. (1986). Halk edebiyatına giriş, Ankara: Akçağ Yayınları.
Banarlı, N. S. (2004). Resimli Türk edebiyâtı târihi. (I. Cilt). İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Banarlı, N. S. (1987). Resimli Türk edebiyatı tarihi I-II. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Küçük, S. (2010). Eski Türk kültüründe renk kavramı. Bilig, 54, 185-210.
Sertkaya, O. F. (1995). Oğuz Kağan destanı üzerine bazı mülahazalar. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1992, 9-27.
Yasemin Kurtlu Büşra Koçak, Oğuz Kağan Destanı’nda Hükümdar Tasarımı, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 56, ERZURUM 2016)
Yılbır, S. (2006). Türk destanlarında inanç ve inanışlar. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
Turan, O, T.C.H.M.1966: 1
Kaşgarlı, M, Divanü Lügat-it Türk, Bs-esim Atalay Tercümesi TDK yayını
Yusuf Has Hâcib. Kutadgu Bilig I. Metin, (Hazr: R.R.Arat), Ankara. 1991
Niyazi, M. Türk Devlet Felsefesi, İstanbul 1993
İ.Hami, Danişmend? Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu? Konya, 1978
Kafesoğlu, İ. TMK, İstanbul 1996
Kitab-ı Cihannüma- Neşri Tarihi cilt 1
Nur R. Türk Tarihi, c. 1,İstanbul 1978
Kur’an-ı Kerim ve açıklamalı Meali Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ö.N.Bilmen, Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, cilt:4,
E.G.Bahadır Han, Türklerin Soy Kütüğü, M.Ergin yayını, Tercüman 1001 Temel Eser
MUHARREM GÜNAY (SIDDIKOĞLU)