FETÖ’NÜN “ÇATI İDDİANAMESİ” MAHKEMEYE GÖNDERİLDİ
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’yla (FETÖ/PDY) ilgili, örgütün elebaşı Fetullah Gülen’in de arasında bulunduğu 73 şüpheli hakkında hazırladığı “çatı iddianamesi”, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’yla (FETÖ/PDY) ilgili, örgütün elebaşı Fetullah Gülen’in de arasında bulunduğu 73 şüpheli hakkında hazırladığı “çatı iddianamesi”, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi.
Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosunda görevli Cumhuriyet Savcısı Serdar Coşkun’un hazırladığı iddianamede Fetullah Gülen, Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın yanı sıra şu isimler “şüpheli” olarak yer aldı:
“Abdülkadir A, Abdullah A, Abdulletif T, Ahmet C, Ahmet K, Ahmet K, Ahmet K, Ahmet Ş, Alaeddin K, Ali B, Ali Ç, Ali Ç, Ali U, Bahattin K, Barbaros K, Bekir B, Cemal T, Cemal U, Cemil K, Cevdet T, Dilaver A, Faruk İ, Halit E, Hamdi A. İ, Hamdullah B. Ö, Harun T, Hüseyin K, Hüseyin S, İbrahim K, İlhan İ, İrfan Y, İsmail B, İsmail C, İsmet A, Kazim A, Kudret Ü, Mahmut A, Mehmet Ali B, Mehmet Ali Ş, Mehmet E. T, Mehmet Hanefi S, Muammer T, Murat K, Mustafa Y, Mustafa M. G, Mustafa Ö, Mustafa T. K, Naci T, Necdet B, Necdet İ, Nevzat A, Osman H.Ö, Osman K, Önder A, Rahmi B, Recep U, Reşit H, Rıdvan A, Sadettin B, Sadık K, Sait A, Selman K, Suat Y, Suat Y, Süleyman T, Süleyman U, Şerif Ali T, Talip B, Tuncay D. ve Ziya D.”
FETÖ’nün kamu kurumlarında kadrolaşarak, devlet içinde devlet olarak ayrı hiyerarşi ve iş bölümüne göre kamu faaliyetleri yürüttüğü vurgulanan iddianamede, “Devletin derin bir yapının eline geçmesini acziyet içerisinde izlemesi, seyretmesi beklenemez.” değerlendirmesinde bulunuldu.
İddianamede, FETÖ soruşturmasının, çeşitli ihbar dilekçelerinde varlığından bahsedilen örgütün devleti ele geçirmek üzere olduğu, anayasal düzeni zorla değiştirebileceği ve kamu idarelerinden gelen suç ihbarlarında örgütlenmenin ciddi olduğunun iddia edilmesi üzerine, örgütün varlığına dair yeterli somut deliller bulunması ve kamuoyunda mağduriyetlere yol açan uygulamaları tespit edilerek başlatıldığı belirtildi.
Devlet kurumlarını ele geçirmek, anayasal düzeni yıkarak yerine otoriter, totaliter bir “cemaat oligarşisi/zümre hakimiyetine dayanan devlet düzeni” kurmak ve hükümeti devirmeye teşebbüs etmek suçlarına ulaşmak için kurulan örgütün, ekonomik, insan kaynakları ve nihai maksatlarının ne olduğunun belirlenmesi amacıyla soruşturma başlatıldığı bildirilen iddianamede, şunlar kaydedildi:
“Fetullah Gülen cemaatinin bütün faaliyetleri değil, bu cemaatin içine sızdığı ileri sürülen bir suç veya terör örgütlenmesi grubunun paralel devlet yapılanmasının eylemleri soruşturmanın konusudur fakat cemaatin yapısı, işleyiş tarzı ve cemaat üyelerinin bilmeden bu örgütlenme tarafından kullanılmış olması nedeniyle soruşturmada zorunlu olarak bazen suç işleyenler dışında kalan kesimlerle ilgili de değerlendirme ve bilgilere yer verilmesi zorunluluğu duyulmuştur.
Bu soruşturmanın, dini cemaat kabul ederek salih niyetle hukuk dışına çıkmadan faaliyet yürüten kimselerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bu soruşturmanın konusu Fetullah Gülen tarafından kurulup yönetilen örgütün devlet içerisindeki yapılanması ve bu yapılanmanın faaliyetlerinden oluşmaktadır.”
– Örgütü dini bir kuruluş sananlar soruşturma harici tutuldu
Soruşturmanın amacının, örgütün siyasi bir faaliyeti ve amacı, devlete ve hükümete yönelik ele geçirme amaçlı bir örgütlenme olup olmadığı, örgütün işlediği suç varsa kimlerin karıştığı, yoksa da bu örgütlenmenin neden suçlandığını ortaya koymak olduğu bildirilen iddianamede, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
“Örgütün evinde kalan, yurtlarında barınan veya okul ya da dershanelerinde öğrenim gören gençler, dershane, özel okul ve yurtlarda faaliyet yürüten öğretmenler ve yöneticiler, aynı şekilde örgütün emrinde faaliyet yürüten dernek, vakıf, banka veya ticari şirket çalışanları, bu örgütün elindeki iş yerlerinde ücretli çalışan, emeği ile geçinen kimseler, açıkça bir suça karışmadıkları sürece sırf bu irtibatları ceza sorumluluğu doğurmadığından özellikle soruşturma dışında tutulmuştur.
Fetullah Gülen örgütünün sempatizanı olup bu örgütü dini bir kuruluş sanarak cemaatle gönül bağı bulunanlar da soruşturma harici tutulmuşlardır.”
FETÖ’nün, suç işlemesi için sorumluluk alan yönetici veya üye olarak azmettirdiği ya da iştirak ettiği suçlardan sorumlu tutulmasının esas olduğu aktarılan iddianamede, “Cemaatin inançlı, temiz, bütün işlerini Allah rızası için yapan samimi mensupları, kasten bir suça karışmadıkları sürece ceza hukuku alanının dışındadır. Sırf bu harekete mensup olmak, cezalandırma için yeterli değildir. Hizmet hareketi içerisinde kandırılan veya kullanılan geniş kitle bu soruşturmanın konusu dışındadır.” ifadelerine yer verildi.
Daha önceden FETÖ’nün içinde bulunup sonradan vaziyeti görerek pişmanlığını ihsas edecek davranışları ile bu yapıdan ayrılan kişilerin yönetici düzeyinde sorumluluk almış olsalar bile soruşturma dışında tutulduğu kaydedilen iddianamede, “Devletin şefkat ve merhametine sığınan, örgüt ile irtibatını kesen hiç kimse bu soruşturmanın içerisine alınmamış, durumları hassasiyetle değerlendirilip soruşturma dışı tutulmuştur.” denildi.
İddianamede, soruşturma konusunun, örgütü fiilen yöneten, örgütün işlediği suçların ne olduğunu bilen ve örgütle ilgili gerçeği öğrendikten sonra bu faaliyet içerisinde devam edip kasten suç işlemeyi sürdürenler olduğu vurgulandı.
Örgütün, “tek kişiyi kutsal, insanüstü, yarı Tanrı gibi görüp onu muhterem sayarak iman ettiği için” liderinin adı ile anıldığı belirtilen iddianamede, örgüt mensupları ve sempatizanlarının, kendilerini belirsiz şekilde “hizmet hareketi”, “camia” ve nadiren de “cemaat” olarak isimlendirdikleri bildirildi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile ilgili “çatı iddianamesinde”, kamu idarelerinin çok önemli kısmının, soruşturmanın ilerlemesi için gerekli bilgi ve belgeleri kasten gizlediği, devleti ele geçirmek azmindeki örgüt o kurumda hiç yokmuş gibi davrandığı belirtilerek, “Kamu kurumlarında örgütün imamları ve kadroları, kozmik ve kripto üyeleri, sempatizanları etkili ve hala önemli makam ve mevkileri işgal altında tutmaktadır.” değerlendirmesinde bulunuldu.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen iddianamede, FETÖ’nün, özellikle 12 Eylül 1980 sonrasında ciddi hiçbir araştırma ve soruşturmaya konu edilmediği, örgütün nihai amacının sorgulanmadığı ve “dini, ılımlı bir cemaat” denilerek geçiştirildiği bildirildi.
Devletin her kurumunun, bu örgütün faaliyetlerinden işkillenip araştırmak yerine “ihanet etmezler” anlayışıyla hareket ettiği, uyuşturulduğu ve uyutulduğu öne sürülen iddianamede, şunlar kaydedildi:
“Fetullah Gülen ve ona bağlı cemaatin devlete ve millete karşı faaliyetleri, birçok kesim ve kişide her zaman bir endişe ve şüphe kaynağı oluşturmuştur. Bu grup, kendini işine geldiği gibi empoze etmiştir. Gizlenmek için bazen dini cemaat, bazen ise sivil toplum örgütü, bazen de bir terör örgütü gibi davranmıştır. Piyasada kar amacı güden şirketleri, banka ve kuruluşları yönetmesi, bütün faaliyetlerini gizli tutması, kuruluşu, ekonomik ve insan kaynakları, amacı, fikri yapısı ve nihai hedeflerini gizlemesi nedeniyle hep korkutan bir örgütlenme olmuştur. Fetullah Gülen ve ona inananların yönettiği hizmet hareketi hala kapalı kutudur. Devlet ve millet onların amacını, kimlerden oluştuğunu, fikir yapısını ve destekçilerini, Türkiye Devletini ve İslam dinini neden sevmediklerini bilememektedir.”
İddianamenin “Soruşturmanın Güçlülüğü ve Örgütün Engelleme Gayretleri” başlığı altındaki bölümünde soruşturmanın yürütülmesinde birçok engelle karşılaşıldığı, örgütlü yapının derinliğini, gücünü ve amacını görebilmek için bunun da önemli bir tespit ve delil olduğu vurgulandı.
Cemaatin, yönetici üstyapının paralel örgüte dönüştüğünü, devlete zarar verdiğini, icraatlarının siyasal rejimi dizayn etmek, siyasete ufuk ve istikamet çizmek, devlete alternatif yönetim oluşturmak niteliği taşıdığını hiçbir zaman kabul etmediği ve hareketi yöneten paralel bir yapının olmadığını öne sürdüğü aktarılan iddianamede ancak devletin Paralel Yapı’ya yönelik her soruşturması ve her tutuklama işlemiyle Fetullah Gülen ve örgütünün ilgilendiği belirtildi.
Soruşturmaların “algı operasyonu, skandal talimat ve hukuksuz işlem” gibi etiketlerle topluma sunulduğu ve yayınlar yapıldığı hatırlatılan iddianamede, örgütün, Paralel Yapı’ya yönelik soruşturmalarda suç işlediği iddia edilen kişileri sahiplendiği, onları savunmak üzere avukat görevlendirdiği, dosyaları izlediği, adli işlemler sırasında kimin örgüt hakkında ne dediğini öğrenip tedbir geliştirdiği ve hiçbir suç işlenmemiş gibi kamuoyu oluşturmaya çalıştığı tespitine yer verildi.
– “Herkesin hayatı kararmıştır”
“Birçok soruşturmada şüpheliyi cemaat avukatlarından oluşan ordular savunmuştur.” değerlendirmesinde bulunulan iddianamede, şunlar bildirildi:
“Fetullahçı Terör Örgütü üyeleri, örgüte yönelik soruşturma açan her savcı ve görev alan hakimleri veya kolluk görevlilerini linç ederek itibarsızlaştırıp, hayatlarını mahvetmiş ve canlarından bezdirmiştir. Bu örgüte yönelik dava veya bir soruşturmada basit şekilde bile olsa adı geçen herkesin başına bela açılmış, hayatları zehir olmuştur. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel’e, Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci’ye, Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’a ve Yardımcısı Osman Ak’a yönelik uygulanan sistematik ve organize operasyonlar örnek olarak gösterilmektedir.
Örgütün asker içindeki uzantılarıyla ilgili işlem yaptıran İlker Başbuğ, emekli olduktan sonra örgütün hedefi olmuş ve intikam alınmıştır. Örgüte karşı basit bir işlem yapan, istihbarat toplayan veya herhangi bir nedenle örgüt soruşturmasında adı geçen herkesin hayatı kararmıştır. Örgüt, eskilere neler yapabildiğini ibret olarak ortaya dökerek soruşturmada görev alanları hem tehdit etmiş hem de engellemeye çalışmıştır.”
İddianamede örgütün, bu soruşturmanın engellenmesi için de elinden gelen bütün gayreti sarf ettiği vurgulanarak, savcıların değiştirilmesi için dilekçeler verildiği, soruşturma nedeniyle hakim ve savcıların HSYK’ya şikayet edildiği, HSYK’dan hakim ve savcılar hakkında inceleme izni çıkarıldığı aktarıldı.
Bu inceleme izninin medyada yayınlatılıp psikolojik baskı uygulandığına işaret edilen iddianamede, şu ifadelere yer verildi:
“Emniyete yazılan bir talimat gerekçe gösterilip savcı hedef haline getirilmiş ve sosyal medya, gazete ve televizyon üzerinden tehdit edilmiş, hakarete uğramıştır. Hakim ve savcıların cemaate kumpas kurduğu, hukukçu olmadığı, hükümetin emrinde olduğu, ısmarlama savcı olduğu, ‘Bunu not ettik ve hesabını vakti gelince soracağız.’ yazıları ve açıklamaları, defaten yapılmıştır. Örgüt hakkında soruşturma yürüten savcı ve hakimlere görevi bırakma çağrıları yapılmıştır. Siyasetçilerden soruşturma ve adli işlemlerle ilgili görüşler alınmış, bütün bir örgüt sistematik olarak soruşturmayı engellemek için savcı ve hakimleri hedef haline getirmiştir.
Terörle Mücadele Kanunu’na göre suç olmasına rağmen kimliği, fotoğrafı, yazdığı talimat veya verdiği karar günlerce yayınlanarak örgütün hedefi olduğu ilan edilmiştir.”
Örgütün soruşturmayı engellemek için sistematik tehdit ve baskısının, elindeki basın yayın organları üzerinden gerçekleştirildiği tespitine yer verilen iddianamede, çeşitli haber başlıkları buna örnek gösterildi.
Fetullah Gülen’in avukatının da savcılığa “hukuken doğru olmayan talimat yazısının işlem yapılmaksızın derhal geri iade edilmesi” için dilekçe verdiği, bazı il emniyet müdürleri hakkında, FETÖ’nün soruşturulmasını önlemek amacıyla suç duyurusunda bulunduğu belirtilen iddianamede, “Soruşturmada görev alan emniyet mensupları üzerinde baskı kurularak verilen talimatın gereğinin yapılmaması için haklarında suç duyurusunda bulunulmuştur. Talimat gereğinin yapılmaması için başlatılan sistematik suç duyuruları, örgütün varlığı ve organizasyonun en büyük delilidir. Türkiye çapında talimatın uygulanmaması için örgüt yoğun bir gayret göstermiştir.” denildi.
Fetullah Gülen veya örgütü hakkında suç işlediğine dair dilekçe veren, basında haber yapan, konuyla ilgili ihbarda bulunan kişiler hakkında örgütün avukatlarının derhal tazminat davaları açtığı, ihbarcıları iftira ve hakaret suçunu işlemekle itham ettiği kaydedilen iddianamede, “Örgüt, sistematik baskı uygulamış, iftira ve hakaretten suç duyurusu yaparak sindirmeye çalışmıştır. İhbar eden kimselere örgüt imamları, yargı içindeki savcıları eliyle davalar açtırmıştır. Mesela tazminat davası olarak Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2014/44 esas sayılı dava bunlardan biridir. Bu davaların harcı bile ortalama bir din adamının ömür boyu elde edebileceği gelirin kat kat üzerindedir. Örgüt, önderlerini koruma içgüdüsü altında davaların harç ve masraflarını ibadet vecdiyle yerine getirmektedir.” değerlendirmesinde bulunuldu.
– “Bütün terör örgütlerinden daha tehlikeli bir yapı”
İddianamede, İstanbul’da yürütülen soruşturmada da örgütün hakim ve savcıları şikayet ederek baskı oluşturduğu, bütün soruşturma aşamalarının, günlerce yanlı olarak örgütün basın yayın araçlarıyla yayınlandığı bildirildi.
İddianamede, şöyle denildi:
“HSYK üzerinden hakim ve savcılarla ilgili inceleme izinleri alınmış, basına servis edilerek baskı oluşturulmuştur. Bu yolla örgütlenme, soruşturmaları devletin soruşturması olmaktan çıkarıp şahsileştirmek amacı gütmüştür. Eğer hakim ve savcı örgütten tehdit suçundan şikayetçi olsa bu defa arada husumet oluştuğu, artık soruşturmayı o hakim, savcının yapamayacağı gerekçesini ileri sürecektir. Örgüt, soruşturmaları engellemek için kamu görevlilerine karşı her türlü hile, yalan, tehdit ve hakaret yöntemlerine başvurmuştur.
Bu fiilleriyle de dini bir cemaat olmadığını, bütün terör örgütlerinden daha tehlikeli bir yapı olduğunu ortaya koymuştur. Fetullahçı (Paralel Devlet Yapılanması) Terör Örgütü, ayrıca, bazı siyasetçilere yapılan soruşturma işlemleriyle ilgili açıklamalar yaptırıp, karşı kamuoyu oluşturmuştur. Soruşturmalarda yazılan bazı müzekkere ve talimatları kamu kurumları içindeki kadrolarından elde eden örgüt, toplumda masum algısı oluşturmak için ayarladığı siyasetçi, akademisyen, gazeteci, yazar görüşlerine başvurmuş, kendi basın yayın organlarında bazı yazar ve gazetecilere kasıtlı, doğru olamayan ve yanlı haber ve yorumlar yaptırıp yazdırmıştır.
Devleti düşman gören bu yapı dış ülkelere, özellikle ABD ve AB’de kendilerine yakın grupların içinden seçtikleri bazı kimselerin açıklamasıdır diye yazılar, yorumlar da yaptırmıştır. FETÖ, çeşitli lobilere para verip soruşturmaları değersizleştirmek ve Türkiye aleyhine kamuoyu algısı oluşturmak için faaliyetler yürütmüştür. Soruşturmanın yürütülmesi için yazılan her müzekkere gazete manşetlerine haber yapılıp televizyon kanallarında her haber bülteninde gerekmediği halde baskı oluşturmak için haksız ve hukuksuz olduğu ileri sürülerek tekrar edilmiştir.”
– Soruşturmayı zorlaştıran mevzuat
İddianamede, FETÖ’ye karşı soruşturmada özel yetkili mahkemelerin kaldırılması ve soruşturmayı zorlaştıran mevzuat düzenlemelerinin de büyük engel oluşturduğuna değinildi.
“Terör ve örgütlü suçlulukla mücadelede mevzuat, etkili ve yeterli bir soruşturma yürütebilmek için çok önemlidir.” ifadelerine yer verilen iddianamede, şunlar belirtildi:
“Örgüt, aleyhine delilleri kısa sürede ortadan kaldırmıştır. Örgütün kadroları tarafından TİB ve Emniyet İstihbarat Dairesinin log kayıtlarının silinmesi, dershane, okul ve yurt kayıtlarının imhası ve bilgisayar hard disklerinin değiştirilmesi gibi bir dizi örgütlü ve sistematik delil karartma olayı yaşanmıştır. Örgüte karşı yürütülecek soruşturmayı engellemek için FETÖ, bir yandan da kripto elemanlarına hükümet eliyle mevzuat değişikliği yaptırılması için görev vermiş, soruşturmayı güçleştiren her türlü hukuki tedbir el altından alınmıştır. Dosyaların her avukat tarafından görülebilmesi, suret alınması, tutuklama, el koyma ve dinleme gibi delil elde etme yöntemlerinin hiç yapılamaz şekilde zorlaştırılması gibi birçok mevzuat değişikliği yaptırılmıştır.
Bu kanuni engeller soruşturmanın seyrini etkilemiş ve delil elde etmek imkansız hale getirilmiştir.”
İddianamede, Paralel Yapı’ya karşı kamu idarelerinin mücadele vermek yerine bu örgütün varlığını bilerek gizleme yoluna gittikleri savunularak, “Kamu idarelerinin çok önemli bir kısmı, soruşturmanın ilerlemesi için gerekli bilgi ve belgeleri kasten gizlemiş, devleti ele geçirmek azmindeki örgüt o kurumda hiç yokmuş gibi davranmıştır. Kamu kurumlarında örgütün imamları ve kadroları, kozmik ve kripto üyeleri, sempatizanları etkili ve hala önemli makam ve mevkileri işgal altında tutmaktadır. Mesela şüpheli Kazım A, tutuklandığı sırada bile hala TBMM’de müşavir olarak çalışmaktadır. Şüpheli yönetici imamlardan Osman K, on parmağında on marifet her kamu kurumunda bir kurulda üst düzeyde görev almıştır.” ifadeleri kullanıldı.
– “Stockholm sendromu”
Soruşturmayı zorlaştıran bir diğer sorunun ise kişilerin her şeyi Paralel Yapı’ya havale ederek bundan yarar sağlama beklentileri olduğu savunulan iddianamede, “Alakası olsun, olmasın, her olayı Paralel Yapı’nın işlediği iddia edilerek başvurular yapılmış ve sonuçta soruşturmada gerçekten Paralel Yapı’nın faaliyeti ile ona atfedilen olayları ayırmak, uzun süren çaba gerektirmiştir. İşlediği suçun sorumluluğundan kurtulmak isteyen cezaevindeki hükümlü ve tutuklulardan birçok gereksiz dilekçe gelmiştir. Mesela 2001’de ırza geçmeye teşebbüsten mahkum olan bile ‘bunu Paralel yaptırdı’ diyerek dilekçe göndermiştir.” görüşüne yer verildi.
İddianamede şunlar ifade edildi:
“Soruşturmada bir diğer engel ise bu örgütün faaliyeti nedeniyle zarar görenlerin, mağdurların, sonradan ‘Stockholm sendromu’ yaşayarak, FETÖ ile iyi ilişkiler kurarak, sanki kendilerine karşı hiç suç işlenmemiş ve suçtan kazanç sağlamış gibi davranmalarıdır. Mağdur edilen kimseler, örgüt tarafından algı yönetiminde kullanılmışlardır ve bu durum anlaşılır gibi değildir. Örgütün işlediği suç karşısında ezilenlerin, sonradan yıllardır bu cemaatten biri gibi hareket etmeleri akılla, mantıkla izah edilememektedir.
Örgütün hükümete karşı bir darbe teşebbüsünde bulunduğu aşikar olmasına rağmen resmi hiçbir şikayet başvurusu yapılmamıştır. Örgütün varlığı, terör örgütü olduğu kabul edilmesine rağmen kamu kurumları aktif bir faaliyet içinde de olmamışlardır. Kamu idarelerindeki kamu görevlileri, örgüt geri geldiği zaman zulmünden çekindiklerini, örgütün karşısında yer almamak için böyle davranmak zorunda olduklarını açıklıkla ifade etmişlerdir.
Toplum üzerinde olduğu gibi kamu görevlileri üzerinde de örgütün kurduğu baskı ve tehdidin boyutu oldukça vahimdir. Yalnızca bu durum bile yapının niteliğini izhar etmektedir. Yargı içinde örgütün önemli bir militarist kadrosu varlığını sürdürmektedir. Örgüt, istediğinde her türlü hukuksuz kararı verecek ve yargı eliyle devletin kamu gücünü örgüt menfaatine kullanacak binlerce hakim, savcıya sahiptir. Yargının içinde bulunduğu bu durum sebebiyle örgüte karşı karar alıp uygulamada da sorunlar, sıkıntılar yaşanmıştır. FETÖ de benzer diğer terör örgütleri gibi hakim, savcıları, tanıkları, mağdurları, bilirkişileri korkutup tehdit ederek soruşturmayı engellemeye çalışmıştır. Bütün bu fiili engeller ve örgütün engelleme gayretlerine rağmen devletin düzeninin ve bekasının temini için bu soruşturma mevcut şartlar altında güçlükle devam ettirilip sonuçlandırılmıştır.”
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)” ile ilgili “çatı iddianamesinde”, “Örgüt kadrolarının sızdığı devletin güvenlik kurumlarının silahlı olması ve bu silahları kullanma yetkilerinin bulunması, örgütün silahlı ve askeri eğilimini göstermesi açısından çok önemlidir.” ifadesine yer verildi.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen iddianamede, gelişmemiş sosyal toplumlarda insanların, ağalar, beyler, aşiret reisleri gibi feodal toplum yöneticileri tarafından güdüldüğü, feodal toplum yöneticilerinin toplumu kendi gelenekleri ve menfaatlerine göre istediği gibi yönlendirdiği belirtilerek, Fetullahçı örgütlenmenin de aynı yöntemleri kullanıp, aynı amacı elde etmeye çalıştığı kaydedildi.
FETÖ’nün bugünkü durumunu ortaya koymak ve daha iyi anlayabilmek için kurucusu ve lideri Fetullah Gülen’in geçmişine, söylemlerine, örgütü yönetme şekline bakılması gerektiğine işaret edilen iddianamede, şu ifadeler kullanıldı:
“Dini unsurları temel alarak hareket ettiğini iddia eden FETÖ’nün, dini değerler değişmezken, zamana ve şartlara göre kendisini değiştirmesi, ülkesi ve devleti ile barışık olması beklenirken devleti kendisine hasım ve karşı cephe olarak görmesi, tüm yapısıyla açık ve şeffaf olması gerekirken bir istihbarat örgütü gibi ‘kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar’ kullanması, yönetim kadrosunun faaliyetlerini yurt dışından idare etmesi ve Türkiye’ye gelmekten imtina etmesi, hasımlarını saf dışı etmek için her türlü baskı, şantaj ve yasa dışı faaliyeti kullanması, çeşitli yabancı misyon temsilcileriyle mahiyeti bilinmeyen görüşmelerde bulunması, diğer terör örgütleriyle temas kurması ve onlara istihbarat, lojistik, eylem tarzı türü destek sağlaması, söz konusu yapının casusluk faaliyetlerini de kapsayan organize bir terör örgütü olduğunu ortaya koyan unsurlardır.”
FETÖ’nün örgütlenmesinin askeri bir örgütlenmeden çok az farklar içerdiğine dikkati çekilen iddianamede, bir askeri örgütlenmede en temel idare ilkesinin emir-komuta zinciri olduğu, askeri örgütlenmelerde bunun korunması uğruna feda edilemeyecek çok az şey bulunduğu bildirildi.
İddianamede, FETÖ’de de liderin verdiği kararı sorgulama anlamına gelecek her düşünce, eylem veya tavrın kuvvetle ezildiği, Gülen ve ona bağlı diğer yöneticilerin tüm talimatlarının, aklın da ötesinde bir kutsiyet kazandırılarak uygulandığı anlatıldı.
FETÖ’nün “devlet kurumları” ve “sivil toplum” olmak üzere birbirine özerk 2 yapılanması bulunduğuna yer verilen iddianamede, bunların hiyerarşik anlamda birbirine bağlı olmadığı aktarıldı. Örgütün alt birimlerinin modüler bir yapıda olduğu ve hücre tipi örgütlenme modelini uyguladığı ifade edilen iddianamede, örgütü yöneten üst kadro dışındaki her birimin diğerinden bağımsız olduğu ve hücreler şeklinde teşkilatlandığı vurgulandı.
Hücrelerin örgütlenmesinin esnek, manevra gücünün yüksek olduğu ve kendini yenileyebilme kapasitesi bulunduğu kaydedilen iddianamede, hücrelerin deşifresi halinde örgütün bütünlüğü bozulmadan devam ettiği bildirildi.
– Haşhaşi benzetmesi
İddianamede, şu değerlendirmelere yer verildi:
“Örgüt kadrolarının sızdığı devletin güvenlik kurumlarının silahlı olması ve bu silahları kullanma yetkilerinin bulunması, örgütün silahlı ve askeri eğilimini göstermesi açısından çok önemlidir. FETÖ’nün hizmet hareketi olarak gözüken bir legal yapısı, bazen söz konusu legal yapı içerisinde gizlenmiş bazen de genel yapıdan tamamen farklı şekilde hareket eden bir de illegal yapılanması vardır. Hasan Sabbah’ın çevresinde kümelenen Haşhaşiler, yaklaşık bin yıl kadar önce afyon çekip fedailerini kullanarak devlet görevlilerini öldüren bir terör örgütü olarak ortaya çıkmıştır. Onlara benzer şekilde FETÖ üyeleri de mutlak itaat ve cennete kavuşacakları saiki ile hareket ederek devlet içinde suikast benzeri hareketlere başvurmaktadırlar. FETÖ’nün devlet içindeki kadrolarının Haşhaşilere benzetilmesi, kullanılan yöntem ve amaç bakımında doğru bir benzetmedir.”
Gülen’in başlangıçta dini bir cemaat olarak kurduğu ve sonradan terör örgütüne dönüşen yapılanmanın içinde yer alanların, çeşitlilik gösterdiği, örgüte üyelik için kesin bir kriter bulunmadığı anlatılan iddianamede, “Toplumun her inanç kesiminden örgütün üyeleri vardır. Türk, Müslüman, Sünni, dini bütün, ibadet aşkıyla dolu, dindar insanlar olduğu gibi, örgüt işine gelen kullanılması mümkün herkesi bünyesine katmaktadır. Alevi, ateist gibi yapıya uzak gibi duran gruplardan, Yahudi, Hristiyan dinine inananlardan da paralel yapılanma içerisinde yer alanlar bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle FETÖ’ye üyelik için dindar veya inançlı olmak şartı aranmadığı gibi Müslüman olmak da gerekli değildir.” değerlendirmeleri yer aldı.
Örgütün içinde her türlü suça bulaşmış kişilerin yanında içki içen, zina eden, kumarbaz, tefeci türünden işleri yapanların da bulunduğu belirtilen iddianamede, örgüte göre, eğer kişi himmetini veriyorsa işlediği suçun veya günahın bir öneminin olmadığı, meşru olmayan yollardan elde edilen kazançtan örgüte istenen pay verilmişse işlenen günahın, suçun üzerinin örgüt tarafından organize şekilde örtüldüğü vurgulandı.
Bütün örgüt yöneticileri ve üyelerinin, her konuda mütemadiyen tedbir uyguladığı, örgütün üye sayısı, amacı, ekonomik kaynaklarının milletten ve devletten gizli olduğuna işaret edilen iddianamede, örgüt liderinin, genel olarak emirlerini gizli verdiği, örgütün nihai maksadının da gizli olduğu bildirildi.
– “Gizli, sinsi, kaypak, doğrusu olmayan”
Örgüt üyelerinin, istihbarat ve kişilerin mahrem bilgilerini toplamayı sevdiği aktarılan iddianamede, “Bu teşkilat, gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkar etmek üzerine kuruludur. FETÖ, gizli, sinsi, kaypak, doğrusu olmayan, hakikati gizleyen bir grup insan topluluğudur. Örgüt, çok iyi reklam yapıcıdır. İstediği kişilerin reklamını yapıp imajını düzelterek, bu kişiler üzerinden kendisine nema sağlamaktadır. Buna örgüt terminolojisinde ‘parlatma’ denmektedir. Örgütün gizlenerek bilinmezliğe bürünmesinin bir sebebi de ilgi çekmektir.” ifadelerine yer verildi.
Paralel yapılanmanın imamlara bağlı zincirler şeklinde örgütlendiği anlatılan iddianamede, bir imamın birçok zincirin bağlı bulunduğu örgüt lideri durumunda olduğu, imamın kendine bağlı zincirler arasında uyumu ve zamanlamayı ayarlayıp uygun zamanda yapılacak işleri hesaplayarak zincir üyelerine talimat verdiği belirtildi.
İddianamede, her bir zincirdeki örgüt üyesinin yalnızca verilen talimatın gereğini yerine getirdiğine dikkati çekilerek, şunlar kaydedildi:
“Bütün olarak bakıldığında örgüt işi genelde başarırken özelde her bir zincirdeki küçük bir işi icra edenler ne tür bir faaliyet gerçekleştirdiğini görememektedir. İşlenen olay başlangıçta küçük parça işleri yapan üyeler tarafından bilinmediğinden, suç olduğu sezilememekte, ortaya çıkan durum sonradan anlaşıldığında buna alet olanlar başlangıçta bilmedikleri bu durumdan pişman olsalar bile sonuç değişmemektedir. Paralel yapı, hedefini organizasyon başarısı sağlayan bu zincirler sayesinde gerçekleştirmektedir. Bir terör örgütün varlığının kabul edilebilmesi için, örgütlü bağlılık, üyeler arasında görev bölüşümü, kod isimleri, bir hiyerarşi ve bu örgütün ideolojisini savunan insanların olması gerekir. FETÖ’nün bir ideolojisi ve bu ideolojiye uygun insanların yetiştirildiği eğitim materyalleri bulunmaktadır. Örgüt mensuplarının hücresel bir şekilde birbirleriyle bağlantıları, kendi aralarında bir rapor, talimat alışverişi bulunmaktadır. Alttan yukarıya doğru rapor, yukarıdan aşağıya doğru talimat verilmekte, örgüt mensuplarının, kendilerine yeni örgüt mensupları kazanma faaliyetleri bulunmakta, yeni çocuk ve gençler örgüte alınmakta, eğitilip, yetiştirilerek bu örgütün kadrolarına ilave edilmektedir. Örgütün eğitim malzemeleri, kitabı, bildirisi, ideolojisini anlatan belgeler, evraklar, dokümanları bulunmaktadır.”
FETÖ’nün de diğer terör örgütleri gibi bir inanca dayandığı ifade edilen iddianamede, şu bilgiler sunuldu:
“Fetullahçı Terör Örgütü, üyelerinin uğrunda zorluklarına katlanabildiği, fedakarlıkta bulunduğu, amacına yönelik bir şeyler yapabildiği, bir inanç, bir ideoloji sistemidir. Amerika Birleşik Devletlerinin Pensilvanya eyaletinden yönetilen, Türkiye’nin ekonomik kaynakları ve imkanlarını kullanan, dünyanın 160 ülkesindeki yüzlerce kurum/kuruluşu ve binlerce mensubu ve yandaşı ile siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve kamusal hayatın hemen her alanında varlık gösteren, milyar dolarlarla ifade edilen bir ekonomik gücü bulunan Fetullahçı Terör Örgütü, son yıllarda yaşanan bazı gelişmelere kadar kamuoyunda ‘Cemaat, Hizmet Hareketi, Fetullah Gülen Grubu, Nurcu ve benzeri’ isimlerle anılmıştır. Ancak son yıllarda yaşanan birtakım gelişmelerle birlikte, kamuoyuna ‘Hizmet Hareketi’ olarak yansıtılanın aslında buz dağının görünen yüzü olduğu, asıl yapının çok derinlerde bulunduğu ve bünyesinde pek çok karanlıkları barındırdığı, milletin, devletin ve insanların yıllardır kandırıldığı, hoşgörüyle ülkeye ve millete hizmet etmekten başka bir gayesi yokmuş gibi gösterilen yapının asıl amacının bilinçli ve organize şekilde devletin tüm kurum/kuruluşlarına sızarak devleti ele geçirmek olduğu, bunu yaparken de her türlü gizlilik kurallarına riayet edildiği ve amaca ulaşmak için her yolun mübah sayıldığı açığa çıkmış ve örgüt amacı deşifre olmuştur.”
FETÖ’nün, geçen sürede çalışarak bu teşkilat yapısına emeğiyle gelmediği belirtilen iddianamede, “FETÖ’nün dış ülkeler ile Türkiye devletinin içindeki çeşitli yapıların desteği olmadan bu teşkilatlanmayı becerebilmesi mümkün değildir. Kısaca bu terör örgütü, dış ülkeler ve üst bir akıl ve yapının eseridir. Bu örgüte üye kamu görevlileri zamanı geldiğinde gözlerini karartıp, örgüt amacına yönelik her türlü suçu işleyebilmektedir. Örgüt hiyerarşisine dahil olan bir il müdürü kendisini örgüte ait hissettiğinden devletine ihanet edip örgütsel amaç için hukuka aykırı hareket edebilmekte, örgüt için görevini kötüye kullanıp suç işleyebilmektedir. Örgüte himmeti kesen, toplantılara katılmayan gazete, dergi aboneliğini sona erdiren esnafa idari ceza yazdırıp onları örgüte destek olmadıkları için cezalandırabilmektedir.” ifadeleri kullanıldı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile ilgili “çatı iddianamesinde”, Türkiye’de geçmişteki bütün siyasi iktidarların, muhalefetin, diğer dini cemaatlerin, kamu ve sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, ordunun, kısaca toplumun her kesiminin, el birliğiyle Fetullahçı Terör Örgütü’nün büyümesinden ve kadrolaşmasından sorumlu olduğu bildirildi.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen iddianamede, terör örgütünün, kamuoyu önünde 17 Aralık 2013’ten itibaren kendini topluma karşı savunduğu ve örgütün genel savunmasını yaptığı belirtildi.
Bu savunmanın, “örgütün suç işlemediği ve kötü bir şey yapmadığı” teması üzerine kurulduğuna işaret edilen iddianamede, örgütün, “Fetullah Gülen’e düşünce ve inancından dolayı çeşitli çevrelerce husumet, kin ve nefret beslendiği, suçlu ilan edilerek hakkında kamuoyunda suç işlediği algısı oluşturulduğu ve linç kampanyası başlatıldığı”, “soyut iddiaların suç gibi ileri sürüldüğü”, “Gülen’in din görevlisi, vaiz, imam hatip, Kuran kursu öğretmenliği yapmış bir din alimi ve ülkede sevilen, sayılan mütefekkir bir kimse olduğu, memleketin kalkınması için devletin yanında yer aldığı, eğitim seferberliği başlattığı”, “toplumun değişik kesimleri ile diyalog, hoşgörü ve uzlaşma çerçevesinde bir araya geldiği, ülke yararına işler gerçekleştirdiğini” ileri sürdükleri kaydedildi.
Örgütün, “Gülen’e nesnel olguya dayanmadan suçlar isnat edildiğini”, “Gülen cemaatinin sivil bir örgütlenme olduğunu”, “devlete paralel yapı kesinlikle oluşturulmadığını”, “devlet içerisinde örgütlenme, anayasal düzeni ihlal, hükümeti devirme gibi bir amacı olmadığı, dini, hayri bir kuruma, okullarına iftira edildiğini”, “ileride demokratik bir yönetime geçildiğinde asıl bu soruşturmaları yapanların yargılanacağını”, “Paralel Devlet Yapılanması ya da Fetullahçı Paralel Yapılanma Terör Örgütü adı ile yeni bir terör örgütü ihdas edildiğini” ileri sürdükleri aktarılan iddianamede, şöyle denildi:
“FETÖ, bu genel savunma ile yetinmeyerek basın yayın üzerinden algı oluşturmak için faaliyetlerine devam etmiş, örgüte yönelik soruşturmaları etkilemek için elinden gelen bütün gayreti göstermiştir. Adli veya idari soruşturmada görev alan kamu görevlilerini tehdit, aşağılama, hakaret iftira ve el altından dedikodu çıkararak yıpratmaya çalışmıştır. Fetullah Gülen, 17 Aralık 2013 sonrasında yaptığı ilk açıklamada beddua etmiştir. Beddua etmek, bu olayları açıklamaya mantıklı bir cevap olmamıştır.
Hukuken kabul edilebilir, mantıklı ve makul bir değerlendirme yerine, beddua etmeyi seçen örgüt lideri, böylece hareketleriyle başarılı olmayan operasyonu gerçekleştiren kamu görevlileri ile organik bağını da ikrar ederek ortaya koymuştur. Fetullah Gülen, tedbir olarak daima her şeyi inkarı tercih etmiştir. Fetullah Gülen, önceki davada da örgütün elindeki okullar, şirketler ve diğer faaliyetlerle ilgili bilgisi olmadığını savunmuş, örgütün elindeki imkanları inkar ederek, irtibatı olmadığını iddia ederek akla ziyan savunma yapmıştır. Din adamı kisvesine aykırı şekilde açıkça inkara başvurmakta ve kendince tedbir uygulamaktadır.
Türkiye’de yapılan her soruşturma ve örgüte yönelik adli işlemde canı yanarak psikopat tepkiler vermiş, tehditler savurmuş ve hakaret etmiş, soruşturmalara ilgisiz kalamamış, gerçeği gizlediği ortaya çıkmıştır. Fetullah Gülen, örgütün her fiilinden, her faaliyetinden haberdardır ve örgütü totaliter ve otoriter bir dikta şeklinde yönetmektedir.”
– “Terör örgütleri, yaptıklarının kötü olduğunu kabul etmez”
İddianamede, FETÖ üyelerinin bazılarınınsa Gülen’in kullanıldığını, gerçekten onun fikirleri ile hareketin yönetilmediğini, birilerinin onu kandırdığını, derin yapıların tahakkümü altında bulunduğunu, esir olduğunu, yapılanlara onun onay vermesinin mümkün olmadığını, bu işte bir terslik olduğunu iddia ettiklerine yer verilerek, şunlar kaydedildi:
“Örgütün savunduğu bu görüşlerin ve iddiaların aslı, esası yoktur. Fetullah Gülen ve cemaati, Türkiye Devletini ele geçirip, perde gerisinden yönetebilmek için silahlı, organize, sistematik kamu gücünü kullanarak gerçek bir darbeye başvurmuş ve başaramadığı için suçüstü yakalanmıştır. Türkiye Devleti ve milletinin bu örgüte ve onun sahte sözde hizmetine asla ihtiyacı yoktur, ‘hizmet’ denen muğlak şeylerin ülkeye şimdiye kadar en ufak bir faydası da dokunmamıştır. Terör örgütleri ve onların öğretisi ile aldatılan terör eylemcileri, yaptıklarının kötü olduğunu kabul etmez. Terör eylemcileri ve örgütler, kendilerini yaptıkları her işte haklı görür. Siyasal düzeni, kötü, kokuşmuş olduğundan ortadan kaldırmak istediklerini, topluma faydalı bir iş yaptıklarını, bu sebeple kendilerinin suçlu olmadığını savunurlar.
Asıl suçlunun kendilerini yargılayan toplum, hakim ve savcılar olduğunu iddia ederler. Yargılama sırasında güçlük çıkarmak için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Duruşma düzenini bozmaya çalışırlar. Kendilerini yargılayan devletin, hukuk sistemi ve mahkemelerini tanımadıklarını ifade ederler. Yargılamayı ve soruşturmayı siyasal görüşlerini empoze etmek için bir fırsat olarak görürler. Yargılama sırasında dikkati çekmek için örgütlü olarak hareket edip eylem yaparlar. Fetullah Gülen, örgüt lideri olarak hayatında hiçbir zaman kötü yaptığı hiçbir şey sebebi ile pişmanlık duymamış, özür dilememiştir. Örgütlenme de hiçbir zaman hatasını kabul edip hiçbir konuda kamuoyundan özür dilememiştir.”
İddianamede, FETÖ’yü yaklaşık 300 kişilik dar kadronun yönettiği belirtilerek, bunlardan özellikle her konuda örgüte fonksiyonel hakimiyeti bulunanlar ve haklarında çeşitli haberler çıkıp deşifre olanların ülkeden ayrılıp yurt dışına kaçtığı ifade edildi.
– “FETÖ’nün kuruluşu”
İddianamenin “FETÖ’nün Kuruluşu, Genişlemesi ve Kadrolaşması” başlıklı bölümünde de Türkiye’de 1950 sonrasında kırsaldan şehre göç yaşandığı, göçenlerin, şehirlerin çevresinde çoğalan gecekondularda hayatını sürdüren yoksullardan oluştuğu, devletin, bu yeni sosyal yapının ihtiyaçlarını karşılayamadığı vurgulanarak, “Özellikle şehirlere okumak için gelenlerden oluşan öğrencilerle ilgilenmek, onlara barınacak yer, yurt sağlamak, bu gençliğin ideolojik radikal sol görüşlere kaymaması için tedbir almak üzere Fetullah Gülen ve yanındakiler harekete geçmişlerdir. Hizmet hareketinin kuruluş gayesi bu amaçlardan ibarettir. Hareket zamanla yetiştirdiği gençlikle ilgisini kesmemiş, onları amacına yönlendirmek üzere kontrol altında tutmuştur.” denildi.
Devletin, siyasallaşmış İslami çevrelerle 1970’lerden sonra organik ilişki kurduğu, onu kendi stratejik yedeğine almaya çalıştığı aktarılan iddianamede, Fetullah Gülen hareketinin, bu politikanın ürünü olduğuna değinildi.
İddianamede, cemaatin örgüt olarak gelişiminin 3 aşamada incelenebileceği kaydedilerek, şunlar bildirildi:
“İlk aşama, 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar süren Işık Evleri ve dershaneler üzerinden yürütülen sızarak kadrolaşma hareketidir. Cemaat, bu dönemde içe kapanık vaziyette kamu kurumlarında kadrolarını arttırmak, kamu kurumuna yeni yeni sızmak ve tabanda kadro oluşturmakla meşguldür. Ekonomik kaynak bakımından klasik, geleneksel yöntemler kullanılmakta, zengin, hali vakti yerinde kimselerden alınan yardım ve geleneksel şekilde toplanan para ile işler çekip çevrilmektedir.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonra Türkiye’de serbest pazar ekonomisine geçilmesi, liberal politikaların uygulanması ile liberalizme uygun hoca profili olarak Gülen ve cemaati kendini göstermiştir. ‘Milli, yerli, İslam’ fikrini güncelleyip ‘devletçi’ rota izleyerek örgüt, ikinci aşamada okullaşma ve kamu kurumlarındaki kadrolaşma hareketini tamamlamıştır. Bu dönemin ikinci yarısı, aynı zamanda cemaatin yurt dışına açıldığı dönem olmuştur. Eğitim faaliyetlerini öne alarak diğer faaliyetlerini gizleyip cemaatin her kuruma yerleştiği süreçtir. Kitlesel şekilde kamu kurumlarında kadrolaşma başlamıştır. Ekonomik kaynak bakımından artık şirketleşen ve şirketleri bağlayan holdinglere dönüşen cemaat, banka kurmuş, eğitim alanı yanında sağlık, finans, taşımacılık, basın yayın gibi alanlarda da faaliyetlere başlamıştır.”
“Cemaatin, korkunç bir deve dönüşmesi ve terörizme giden üçüncü aşaması, 28 Şubat 1997 postmodern darbe vakasından sonradır.” ifadesi kullanılan iddianamede, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
“Bu evrede Fetullah Gülen yurt dışına kaçmış, cemaatin söylemi değişmiş, evrensel, küresel ifadeleri kullanmaya başlamıştır. ABD’ye giden Gülen, Türkiye’deki milliyetçi, devletçi retorik yerine, dinler arası diyalog, vatan kavramı yerine birtakım dini sembollerle ifade edilen seyyar vatan ve insan hakları kavramı etrafında küreselleşme konseptine uygun yeni bir söylem geliştirmiştir. ABD merkezli çeşitli lobiler ve Neoconların hassasiyetini dikkate alan bir İslam arayışına girmiştir. Türkiye’de ise cemaat, kamu kurumlarında kitlesel kadrolaşması tamamlanmış, birer birer devlet kuruluşları, idareleri ve stratejik kurumları ele geçirip haricen yönetmeye başlamıştır. ‘Sızıntı’, ‘Memba’, ‘Çağlayan’, ‘Şelale’, ‘Irmak’ olmuş, ‘Samanyolu’, ‘Galaksi’, ‘Halley Kuyruklu Yıldızı’ etrafında dönmeye başlamıştır. Kısaca örgüt ‘Herkül’ gibi güçlenmiştir.”
– “Toplumun her kesimi sorumlu”
İddianamede, “Türkiye’de geçmişteki bütün siyasi iktidarlar, muhalefet, diğer dini cemaatler, kamu ve sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, ordu, kısaca toplumun her kesimi, el birliğiyle Fetullahçı Terör Örgütü’nün bu büyüme ve kadrolaşmasından sorumludur.” denilerek, terör örgütünün, toplumun her kesimini aldatarak saflığından yararlanıp veya iyi niyetini suistimal ederek gelişip güçlendiği bildirildi.
ABD’nin, Sovyetler Birliği’ne karşı 1970’li yıllarda “Yeşil Kuşak Projesi” çerçevesinde “Siyasal İslami Çevrelerle İttifak Stratejisi geliştirdiği ve Türkiye’de de özellikle darbe hükümetlerince bu stratejinin uygulamaya sokulduğu”na işaret edilen iddianamede, devlet içinde kadrolaşmaya önem veren Fetullah Gülen cemaati için bu politikanın büyük fırsat olduğu vurgulandı.
İddianamede şu tespitler aktarıldı:
“Türkiye Devleti, zaten her dönemde dini yapılara müsaadekar bakmıştır. Bu politika çerçevesinde devlet, harekete çeşitli özel taviz ve imtiyazlar vermiş, hareketin güçlenmesi için bütün imkanlarını kullandırmıştır. Toplumun her kesimi de dini bir cemaat sanarak örgütlenmeye imkan sağlamıştır. Yine örgütün ekonomik kaynak toplamasına, dilediği kadar öğrenci veya kamu personelini devşirmesine ve devlet kurumlarında örgütlenmesine destek olmuştur. ‘İslami’ denilerek bankacılık yapmasına, kanunlara aykırı da olsa yardım toplanmasına, toplanan yardımların şahsi servet haline getirilmesine, yapının sınav sorularını çalmasına, devletin can damarlarında kadrolaşmasına hiç kimse ses çıkaramamıştır.
Bu taviz ve imtiyazlar, Gülen hareketi mensuplarını seçilmiş, üst, egosu yüksek, özel konuma getirmiştir.”
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile ilgili “çatı iddianamesi”ndeki gizli tanık ifadelerinde, yapılan toplantılarda AK Parti karşısında seçimlerde her bölgedeki en güçlü partinin desteklenmesi talimatı verildiği bildirildi.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen iddianamenin, “İhbarlar, Şikayetler ve Tanık İfadeleri” başlıklı bölümünde, FETÖ/PDY’nin usulsüz dinlemeleri araştırmak için görevlendirilen mülkiye müfettişleri ve polis başmüfettişlerine ikram ve hediyeler sunduğu, müfettişlerin araştıracağı konuların önceden tahmin edilerek senaryo kurgulandığı, uydurma, sahte isimler ile iletilmiş belge ve bilgiler üretildiği, ikna ve baskı odalarında gerçeği anlatması muhtemel kişilerin baskı altına alındığı ve FETÖ/PDY baskısıyla ifadeler verildiği kaydedildi.
İhbar dilekçelerinde Fetullah Gülen’in kurduğu örgütün suç örgütü olduğu, bazı savcı, hakim, polis, öğretmen ve müfettişlerin PDY emrine girdiği, Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Adalet ve İçişleri bakanlıkları, Emniyet Genel Müdürlüğü ile siyasi parti üyesi milletvekilleri ve Başbakan’ın ailesinin özel konuşmalarının dinlendiği, şantaj ve tehditte bulunulduğu, çeşitli gazete ve yayın kuruluşlarının gerçek gibi konuşmaları ve tapeleri yayınladıkları, hükümete darbe girişimi yapıldığı, Gülen’in Pensilvanya’dan bunları yönettiği, Gezi Parkı eylemlerine benzer sokak eylemlerinin başlatılması talimatı verdiği, huzuru bozmaya çalıştığı, 17 Aralık’ta yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla Başbakan ve ailesine yönelik harekete geçildiği, yapılan yayınların çarpık olduğu ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) üzerinden kriptolu telefonların dinlendiği kaydedilerek, FETÖ/PDY ile hareket edenlerden şikayetçi olundu.
– “AK Parti’ye HDP dışında kimse zarar veremez”
İddianamede, çalışmaları dolayısıyla “ana mütevelli heyeti”ne alınan gizli tanığın ifadelerine de yer verildi.
Gizli tanığın ifadelerinde, üst mütevelli heyetinin Türkiye ve Amerika’da, bazen de başka kıtalarda toplantı yaptığı, Aralık 2014’te Fatih Üniversitesi Kampüsü’nde yapılan toplantıda AK Parti’nin karşısında her bölgeden ikinci parti kimse desteklenmesi talimatı verildiği, AK Parti’ye HDP dışında kimsenin zarar veremeyeceği belirtilerek, alt birimlerin has daireyi toplayıp bu konuda HDP’yi destekleme kararı aldıkları, bunun dinen en büyük hizmet algısı olduğunun yerleştirilmesi talebinin has daireden gelmiş gibi olmasını kararlaştırdıkları, kült iş adamlarının yurt dışına çıkarılıp kullanılmalarına karar verildiği, her ülke lobisini kullanarak Recep Tayyip Erdoğan’ın yolsuzluk yaptığı konusunda algı oluşturulmasının asıl öncelik olduğunun kararlaştırıldığı yönünde bilgiler yer aldı.
FETÖ/PDY’nin yurt dışında Ermeni diasporası, Yahudi lobisi, Mason loca başkanlarıyla irtibatlı olduğu, Fetullah Gülen’in de bunlarla hediyeleştiği, yurt dışında futbolcu transferi ile de ilgilenildiği kaydedilen gizli tanık ifadelerinde, Temmuz 2015’te kıta imamlarının toplandığı, Türkiye’de imamlar toplantısının bir daha yapılmamasının, her kıtanın kendi içinde toplantı yapmasının kararlaştırıldığı, Türkiye’deki cemaatin deşifre olmuş yetkili imamlarının yurt dışına çıkarılarak yerlerine yeni yüzlerin görevlendirilmesi kararı alındığı belirtildi.
Gizli tanık, 1 Kasım seçimlerinde AK Parti’nin tek başına iktidar olması üzerine bir imamın kendilerini toplayarak, “Bizim mensuplarımıza biri söverse siz de onlarla beraber sövün, ‘Kandırıldık’ deyin, devlette deşifre olmamış arkadaşlarınız var, onlarla irtibatı kesin. O arkadaşlarınız sürekli cemaate sövüp deşifre olmayarak devlet içerisinde kalıyorlar.” dediğini, cemaatin bu yolu izlediğini, ikinci emre kadar cemaat düşmanı olarak görünmelerinin emredildiğini kaydetti.
Gizli tanık, 30 Mart yerel seçimlerinde AK Parti’nin kazanması üzerine tabanın moralinin bozulduğunu, toplantı yapıp yeni strateji belirlendiğini, muhalefetle ilişkiler ve Kürt halkına yönelik kararların burada alındığını, bulunduğu ülkeye PKK üst düzey yöneticilerinin geleceğinden cemaat üst düzey imamının haberi olduğunu, imamlar ile PKK’lıların düzenli görüştüğünü, bu görüşmeleri ülke imamları ve kıta imamlarının yaptığını, değişik zamanlarda PKK’lı yöneticilerle bunların görüştüklerine şahit olduğunu anlattı.
Almanya’da 2015 yılında bir toplantı düzenlendiğini, bu toplantıda “Propagandamız işe yaradı, bunlar gidiyorlar. Sıkı çalışmaya devam edin.” kararı alındığını belirten gizli tanık, paraların Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Afrika ülkelerine çıkarılmasının kararlaştırıldığını, yabancı devletlerdeki öğrencilere biner dolarlık burs parası yatırıldığını, bu paranın cemaat tarafından çekildiğini, öğrencilere verilmediğini, Türkiye’den yurt dışına para transferinde öğrenci hesaplarının kullanıldığını bildirdi.
– Abdullah Gül de dinlendi
Hanefi Avcı, Oktay Vural, Yaşar Okuyan, eski Ağrı Valisi Mehmet Çetin, eski Ankara Valisi Kemal Önal’ın 2008 yılında takip edildiği, eski İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın makam odasına cemaat tarafından dinleme cihazı yerleştirildiği yönünde ifade veren bir başka gizli tanık da eski İçişleri Bakanı Atalay’ın makam odasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile gerçekleştirdiği görüşmenin çözümünü yaptığını belirtti.
İçişleri Bakanlığındaki cihazın eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin döneminde de sökülmeyip usulsüz dinlemenin devam ettirildiğini öne süren gizli tanık, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çankaya Köşkü’ndeki görüşmelerinin ortam dinlemesi ile kaydedildiği, bu ses kayıtlarının geldiğini, görüşme yaptığı masa veya yakınında bir yerde böcek bulunduğunu, Gül’ün Başbakan, MHP Genel Başkanı, İçişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ile görüşme tapelerini çözdüğünü, bu kayıtları istihbarat şube müdür yardımcısının getirdiğini, iki kez de bir komiserin getirdiğini bildirdi.
Gizli tanık, iddianamede dinlemelerin harici disk ve flash belleklerle getirildiğini, bilgisayarlara yükleme yapmadıklarını, ses tapelerini çözerken 11. Cumhurbaşkanı Gül için “Diken”, eski İçişleri Bakanı Atalay için “Mekir”, eski İçişleri Bakanı Şahin için “Dursun”, Başbakanlığı döneminde Erdoğan için “Ozan” şifrelerini kullandıklarını, bunu emniyet amiri ve komiserin istediğini, diğer devlet adamlarının ise kendi isimlerinin yazıldığını anlattı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)” ile ilgili iddianamesinde, “Türkiye’de bu cemaat yapılanması, vesayetin yeni versiyonudur. Paralel devlet, millet ve devlet üzerindeki cemaat vesayetidir.” ifadeleri kullanıldı.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen iddianamede, FETÖ’nün dini maske olarak kullanıp, dine hizmet ettiği gerekçesiyle kendini meşrulaştırmak istediği belirtildi.
İddianamede, cemaatin, “İslam’ın yayılmasına hizmet eden, dindar gençlik yetiştirilmesine, ülkesine, devletine bağlı, çalışkan, hayırsever bir topluluk oluşturulmasına, ülkeyi barışa, huzura ulaştırmak için çalışan, okul ve yurt açarak gençlerin okuması ve ülkenin kalkınmasına adayan, gariban ülkelere ilim, irfan götüren, ülkemizin milli marşını, dilini, kültürünü öğretmek için çabalayan topluluk olarak topluma algılatıldığı” kaydedildi.
Gerçeklerin ise hizmet hareketinin masum olmadığını, devlet ve toplum nazarında devleti ele geçirme amacını başarılı şekilde gizlediğini gösterdiği bildirilen iddianamede, Gülen cemaatinin, başlangıçta devletin pek ilgi göstermediği din eğitimine önem vererek, toplumda genel kabul gördüğü ifade edildi.
Cemaatin, modernite ile İslam’ı bağdaştırmış gibi yaparak hem dindar ve hem modern kesimlerinden destek ve ilgi gördüğü vurgulanan iddianamede, “Cemaat, bir yanda içki içenleri, kumarbazları, tefecileri bünyesine alırken, diğer yanda dindar ve muhafazakar kesimlere hitap etmiştir. Toplumdaki her kesime veya kişiye nabza göre şerbet verilerek meşruluk sağlanmıştır. Din, onlara toplum nezdinde önemli bir meşruluk alanı sağlamıştır.” değerlendirmeleri yer aldı.
İddianamede, cemaatin, meşruluk kazanmada yurt içi ve dışındaki eğitim faaliyetini etkili şekilde kullandığına işaret edilerek, bu yolla meşruluk kazandığı, toplumun örgüte olumlu bakmasını sağladığı anlatıldı.
Öğrenci çocukların eğitim bahanesiyle evlere alıştırılıp militanlaştırıldığına dikkati çekilen iddianamede, başı dara düştüğünde, eğitim ve yurt dışı okullarının faaliyetini öne çıkararak engellerden sızmayı beceren cemaatin, yurt dışında okullar açarak devlet nezdinde prestijini artırdığı, bir yandan devlet ve kamuda kadrolaştığı, bir yandan bu hizmetlerin devamı için şirketlerine ihaleler aldığı, devlet imkanlarını sınırsız kullandığı, bedelsiz arsa, para, ekonomik kaynak topladığı bildirildi.
İddianamede, şu ifadelere yer verildi:
“Cemaat şirketlerinin her yıl olağanüstü büyümesinin altında yatan sebep, cemaatin meşruluk kazanıp mali kaynak toplamasıdır. Cemaat, okulları, yurtları, dershaneleri, basın yayın kuruluşları, haber ajansı, bankaları ile örgüt için istihdam alanı yaratmıştır. Bu alanlarda çalıştırdığı kişiler üzerinden de meşruluk kaynağı sağlamaktadır. Cemaat bu yolla ülke ekonomisine katkı sağladığını iddia ederken, kendi mensuplarına da eserleriyle övünen her yer ve alanda cemaatin var olduğu ifade edilerek gurur duymaları sağlanmaktadır. Cemaat, bilgisayar ve teknik işlerde uzmanlaşmaya önem vermiştir. Devletin hemen her konudaki teknik personelini ve bilişim uzmanlarını yetiştirmiştir. Örgüt, devletin ihtiyaç duyacağı bütün alanlarda teknik personel yetiştirmiş, kalifiye eleman için kendisi dışında hiç kimse kalmamasına özel bir özen göstermiştir. Bu durum ona bir meşrulaşma alanı açmıştır. Toplu olarak kopya çekip devlette kadrolaşana kadar Fetullahçıların özellikleri, kamu kaynakları ve devlet imkanlarını kullanan, iyi eğitim almış, yüksek lisans veya doktora yapmış, yurt dışını görüp tanımış veya yaşamış, yabancı dil bilen, kamu idarelerinde verilen emre sonuna kadar itaat eden, en iyi şekilde çalışan, işini iyi yapabilen, disiplinli, işi için elinden gelen gayreti gösteren, en sorunsuz, kalite ve kalifiye bakımından meziyetli, kabiliyeti yüksek ve zeki, teknolojiye meraklı, çağın bilgisini öğrenmeye çalışan, açıktan olmasa bile dini vecibelerini yerine getirmeye çalışan kimselerdir. Ancak bir abinin talimatıyla, bu kadar zeki ve donanımlı kimselerin her türlü tehlikeye atılan, suç işleyebilen, örgüt menfaati için her türlü ahlaksızlığı, hukuksuzluğu, çirkinliği, günahı, ayıbı işleyebilir hale gelmeleri anlaşılamamaktadır. Asker disiplinine sahip örgütte zamanla bozulma başlamış, kadrolar devlete düşman bir kitle haline getirilmiştir. Bu durumu fark edenler susturulmuştur. Örgütün işlediği suçlar, başka suçlar işlenerek üzeri örtülmüştür.”
Örgütün genellikle yargı, silahlı asker ve emniyeti araç olarak kullandığı vurgulanan açıklamada, FETÖ’nün, “başbakan ve bakanlara suikastları önlemiş” gibi propaganda yaptığı, hükümete karşı askeri bürokrasinin darbe yapacağı iddiasıyla birçok “sözde darbe planı” ortaya çıkardığı ve hükümet nezdinde vazgeçilmez bir güç olduğunu ortaya koyarak, mükafat beklediği belirtildi.
Bütün bunların FETÖ’yü toplum gözünde meşrulaştırırken, sivil siyasetin güçlendiği ve askeri bürokrasinin vesayetinin kırıldığı iddiasıyla kamuoyu desteği sağladığı bildirilen iddianamede, örgütün, onları kendi amaçları için kullanmak isteyen siyasi parti ve kurumların desteğini aldığı, birçok kişi ve kuruma boyun eğdirip üstünlüğü ve gücünün büyüklüğünü kabul ettirdiği kaydedildi. Dünya görüşü olarak ters gibi görünen kişi ve siyasi partilerin kurumsal desteğini almasının, FETÖ’ye meşruluk kazanmada katkı sağladığı aktarılan iddianamede, “Toplumun her kesiminde örgütle baş edilemeyeceği, çok organize oldukları ve gücüne erişilemeyeceği kanaati oluşmuş ve hemen herkes ülkedeki iyi veya kötü her şeyi örgütten bekler hale gelmiştir.” ifadeleri kullanıldı.
– Yargıdaki cemaat operasyonları
Türkiye’nin yakın geçmişinin, askeri darbe ve askerin siyaset üzerindeki etkisi altında geçtiği hatırlatılan iddianamede, askerin 2002 seçimleri sonrası siyaset üzerindeki gölgesinin açıkça hissedildiği bildirildi. AK Parti’nin Kasım 2002’de iktidara gelmesiyle askerin, hükümete karşı fiili tavır alacağına ilişkin emareler üzerine, FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetlerindeki kadrolarının, dışarıya sürekli bilgi, belge taşıdığı, hükümete askeri belgeleri gösterip, bilgi vererek, onları bu faaliyetlere inandırdığına işaret edildi. Cemaatin sahte askeri belgelerle hükümetin şüphesini pekiştirdiğine dikkati çekilen iddianamede, belgelerin sahteliğinin uzun süre tespit edilemediği belirtildi.
Askeri yetkililer ve bazı komutanların “Müdahale ederiz, rejimi değiştirtmeyiz, laiklikten taviz vermeyiz, rejimin sahibiyiz” türü konuşma ve açıklamaları, “Genç subaylar rahatsız” gibi gazete beyanları, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının parti kapatma dosyasının askerlerce verilen belge ve bilgilerden oluşması, askerin ölçüsüz bir tavır içerisinde hükümete karşı olduğunu belirtmesi, 27 Nisan 2007 bildirisi, Cumhurbaşkanlığı seçimine askerin engel olmaya çalışmasının bu kanıyı güçlendirdiği vurgulanan iddianamede, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 27 Nisan 2007’da askerin doğrudan müdahale ederek, muhtıra verdiği, “sözde değil, özde cumhuriyete bağlılık” siyasi sözleriyle seçimi yaptırmayacağını ilan ettiği anlatıldı.
İddianamede, şu bilgiler paylaşıldı:
“Bu ortamda, 2007’de FETÖ’nün kadrolaştığı özel yetkili savcılar (mahkemeler), militarizm ve cuntalarla, kirli geçmiş ile hesaplaşma, faili meçhul olaylarla yüzleşme adına soruşturmalar başlatmıştır. ‘Türkiye demokratlaşıyor, kirli mazisini ve bağırsaklarını temizliyor’ algısı oluşturulmuş, bu beklenti toplumdan önemli destek almıştır. Başlayan davaların geçmişle hesaplaşacağı, bu sayede demokrasi standardının yükseleceği, hukukun egemen olacağı, askerlerin batı ülkeleri gibi asıl mevzilerine çekileceği, sivil siyasetin hakim olacağı düşünülmüştür. Böyle ortamda sivil toplum, demokratlar ve aydınlar bu gelişmeleri başlangıçta genel olarak desteklemiştir. Özel yetkili mahkemelerin hukuka aykırı bazı işleri bile ‘Bu tip şeyler olabilir, gelip geçicidir, düzeltilebilir, mesafe alınması, demokratik adım atılması ve büyük bir hesaplaşma içerisinde küçük hata olabilir’ düşüncesiyle desteklenmiştir. Bütün bunların cemaat operasyonu olduğu, temelinin haksız olduğu su yüzüne çıkana kadar toplumun geniş kesimleri gelişmeleri desteklemiştir. Özel yetkili mahkemelerin cemaat egemenliği sağlamak için haksızlık yaptığı ve cemaati egemen kılmak için devlet sistemine sızan Truva atları olduğunun fark edilmesi üzerine bu davalar aldığı desteği kısa sürede yitirip toplumsal tepkiye yol açmıştır.”
– “Cemaat yapılanması, vesayetin yeni versiyonudur”
Türkiye’de vesayetin, toplum mühendisliğine duyulan istek anlamına geldiği belirtilen iddianamede, “Türkiye’de bu cemaat yapılanması, vesayetin yeni versiyonudur. Paralel devlet, millet ve devlet üzerindeki ‘cemaat vesayetidir’. Bu yeni tip vesayet, askere karşı oluşturulan nefret ve toplum algısıyla yönetilmiştir.” ifadeleri kaydedildi.
Cemaatin, TSK’ya karşı hükümeti kendi yanına çekmek için, askerin hükümet yetkililerine karşı suikast yapacağı iddiasını yayarak, kozmik odada arama yaptığı, “Başbakana suikast yapılacağı” iddiasıyla operasyonlar düzenlediği aktarılan iddianamede, şu değerlendirmelere yer verildi:
“Başbakanın evinin yakınındaki cami minaresine kazaen uçak çarpması, bazı askeri yetkililerin eşi başörtülü olduğu için bakanlara selam vermek istemediğinden tavır ve davranış geliştirmeleri, cemaatin usulsüz dinlediği kişilerin abartılı, ölçüsüz ses kayıtlarını kamuoyuna servis etmesi, askerin hükümeti istemediği ve ihtilal yapabileceği kanaatini kuvvetlendirmiştir. Örgüt, hükümete karşı karşıya olunan tehlikeyi ileri sürerek, toplumu bile bir tür kendisine mahkum etmiştir. Operasyonlar sonrası polis ve savcılar el altından medyaya dağıtıp yaptıkları yayınlarda karanlık örgütlerin hükümeti devireceği, suikast yapacağı, sabotajlar olacağı, bunları illegal örgütlerin yönettiği havası ile hükümet algı olarak idare edilmiştir. Örgüt, polis ve özel yetkili mahkemelerde görevli hakim ve savcılar eliyle yapmak istediği her şeyi yargı üzerinden usulsüz olarak yaptırmıştır.
FETÖ, kamu idarelerinde ülkedeki bütün kurumlarda hakimiyet sağlamak üzere kadrolaşmıştır. Muhtemel bir askeri müdahalede kadrolarının ezilmemesi için tedbirli hareket etmiş 2003 ila 2007 yıllarında pasif durumda kalmıştır. Örgüt, 2007’den sonra örgütlenmesini tamamlamış, güç dengesini lehine çevirmiş ve operasyon hünerini ortaya koymuştur. Anayasa değişikliği örgütü devlet içinde çok ileriye taşımıştır ve 12 Eylül 2010 sonrasında artık örgüt kendini devletin tek fiili hakimi olarak görmeye başlamıştır. Bu durum 17 Aralık 2013 gününe kadar devam etmiştir.”
İddianamede, Türkiye’nin, sırf Fetullah Gülen cemaatinden olmanın kamuda atama ve yükselmede yeterli tek kriter olduğu bir dönem yaşadığı belirtildi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile ilgili “çatı iddianamesi”nde, FETÖ’nün sivil toplumu kendi haline bırakmayıp, kendine hizmet eden bağlı kuruluşlara dönüştürdüğü belirtilerek, “Kadrolaşma ile yargı, ordu, emniyet ve bakanlıklar, onun denetimine girip kolluk gücüne dönüşmektedir. Bu durumda devlete paralel şekilde dikey örgütlenen paralel yapılanma, kayıtsız, şartsız bir cemaat egemenliği oluşturmuştur. Egemenliği, örgütlenmeyi fiilen yöneten Fetullah Gülen kullanmaktadır.” ifadeleri kullanıldı.
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen iddianamede, örgütün hiyerarşik yapısına ilişkin değerlendirmelere yer verildi.
Kainat imamı inancı ve 7 katlı piramidal yapılanmanın İsmailiye mezhebi ve köken olarak Zerdüştlük dininden alındığı aktarılan iddianamede, Zerdüştlük dini ve ondan mülhem İsmaili mezhebinde 7 kat gök gibi örgütlenildiği, İsmailiye sofilerinin 7 dereceye ayrıldığı, bu esasları aynen Fetullah Gülen’in de tatbik ettiği kaydedildi.
Gök ve uzayla ilgilenen ve birçok okul veya şirket ismini buradan seçen örgüt mensuplarının da benzer bir 7 derece takıntısı ile hareket edilerek, Gülen tarafından 7 tabakaya ayrıldığı bildirildi.
İddianamede, “İsmailiye tarikatının piri 7’nci derecede oturur ki bu mertebe, Allah’tan doğrudan emir alan imamlık makamıdır. İmam, helali haram ve haramı helal yapabilir. Ona mubah olmayan hiçbir şey yoktur. Bu esaslar aynen Fetullah Gülen’in örgütünde de geçerlidir.” denildi.
FETÖ’de hiyerarşide itaat ve teslimiyetin katı bir kural olduğu vurgulanan iddianamede, “FETÖ, sivil toplumu kendi haline bırakmayıp, kendine hizmet eden bağlı kuruluşlara dönüştürmektedir. Kadrolaşma ile yargı, ordu, emniyet ve bakanlıklar, onun denetimine girip kolluk gücüne dönüşmektedir. Bu durumda devlete paralel şekilde dikey örgütlenen paralel yapılanma, kayıtsız, şartsız bir cemaat egemenliği oluşturmuştur. Egemenliği, örgütlenmeyi fiilen yöneten Fetullah Gülen kullanmaktadır.” ifadelerine yer verildi.
Örgütün, insanlara egemenlik kurduğu alan sunup buna inandırarak teşkilatlanmasını güçlendirdiğine işaret edilen iddianamede, bu şekilde devletin egemenliği dışında, ondan ayrı ve paralel bir yapılanma ve dikey örgütlenmeyle paralel devlet yapılanmasının oluştuğu anlatıldı.
İddianamede, cemaatin kendini devletin dışında ona hasım ve ondan üstün yeni bir egemen güç olarak örgütlediği belirtilerek, bu yapının, kaynağını ve meşruiyetini dine dayandıran, hukuk düzeni dışında ve üzerinde, hukuk düzeniyle çatışan bir güç olduğu kaydedildi.
Örgütün, 7 tabakadan oluşan katı bir hiyerarşik kast sistemine dayandığı aktarılan iddianamede, kastlar arasında geçişin mümkün olduğu ancak 4’üncü tabakadan sonrasını liderin belirlediği ifade edildi.
– Yedi tabaka
Gülen cemaatinde bağımlılık ve kademelenmenin en aşırı düzeyde olduğu belirtilen iddianamede, örgütün 7 tabakası aşağıdan yukarı sırasıyla “Halk tabakası, sadık tabaka, ideolojik örgütlenme tabakası, teftiş kontrol tabakası, organize eden ve yürüten tabaka, has tabaka, kurmay tabaka” olarak sıralandı.
Bu tabakalar dışında bir de örgüte sempati besleyenlerden oluşan alt tabaka bulunduğuna yer verilen iddianamede, sempatizanların örgüt hiyerarşisi içinde bulunmadığı, örgüte karşı herhangi bir olumsuz düşünce taşımadığı, örgütün bütün faaliyetlerini illegal bile olsa desteklediği anlatıldı.
Bu kişilerin zaman zaman örgüte maddi yardım yaptığı, devamlı olmamak şartıyla örgüt lehine bazı faaliyetlere de katıldığı belirtilen iddianamede, “Bunlar örgütün iç yüzünü bilmeyen, görünüşteki yüzünü gerçek sanan kimselerdir. Siyasetçi, sanatçı, yazar, gazeteci, akademisyen gibi birçok alana yayılmış geniş bir sempatizan çevresi bulunan örgüt, zamanı geldiğinde ve en kritik anlarda bu tabandan yararlanarak lehine fiili durum oluşturmaktadır.” değerlendirmesinde bulunuldu.
İddianamede, yapının 7 katmanının en üstünde “Fetullah Hoca Arşı”nın yer aldığı aktarılarak, 5’inci, 6’ncı ve 7’nci katmanların örgütü yönettiği, 7’nci ve 6’ncı katmandakilerin örgütten kopmalarına kesinlikle izin verilmediği, 6’ncı katmandakilerin, Gülen’in bildiği ve takip ettiği hayati hizmetler olarak tanımlanan işleri yaptıkları bildirildi.
5’nci katmanda ise çok nadir örgütten kopmalar olduğu ancak kopanların mutlaka örgüt tarafından takip edilerek etkisiz hale getirildiği vurgulanan iddianamede, örgütü 4’üncü katmanın bir arada tuttuğu, hizmet denen işleri ise ilk 3 katmandakilerin yaptığı belirtildi.
– Hücre tipi zincir yapılanma
FETÖ’nün, örgütün deşifre olmaması ve devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için ayrıca örgütü hücre tipinde yatay örgütlediği bilgisine yer verilen iddianamede, hücrelerin genellikle en fazla 5 kişiden oluştuğu ve bir abla/abiye bağlı olduğu ifade edildi.
İddianamede, hücredeki kişi sayısının bazı kurumlar için 3, TSK gibi bazı kurumlar için bir olduğu, örgütün, her lokması bir hücreden oluşan zincirler şeklinde üst imamlara ve nihayet ülke, kıta ve üst örgüt yöneticilerine bağlandığı anlatıldı.
Örgütün, kamu kurumları içinde bir hücre ile başlayıp kadrolaşma sağlandıkça başka hücrelerin eklenmesiyle veya büyüyen hücre bölünerek yeni hücre oluşturulup sohbet grubu şeklinde yapılandığı, her hücreye sorumlu bir imam atanarak yapılanmanın genişlemesinin sağlandığı bildirildi.
Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hakim ve önderin Gülen olduğu ve örgüt içinde kainat imamı görüldüğü ifade edilen iddianamede, şunlar kaydedildi:
“Şüpheli Fetullah Gülen, terör örgütü kurup bilfiil yöneterek devletin anayasal düzeninin üzerinde bir cemaat vesayeti kurmak, demokratik devlet özelliğinin ortadan kaldırılması suretiyle gizli bir güç olarak perde arkasından devleti yönetmek üzere faaliyet yürütmektedir. Örgütün işlediği bütün suçları üstlenmiştir ama devlet için paralel bir yapılanma olmadığını ileri sürmektedir. Ortaya çıkan vahim olaylar ve sabotajlar, hükümeti devirmek için başlatılan sistemli, devamlı hareketler, devlet organlarının birbirine düşürülmesi, casusluk, usulsüz dinleme ve izleme, hukuka aykırı fişleme gibi binlerce suçu işleyen örgütü yöneten kişidir. Bütün bu suçlar ve haksızlıklar onun şahsi kaprisi, kibri, kendini ve örgütünü üst bir seviyede seçilmiş ve ilahi bir vazifeli olarak görmesi, hırsı ve iktidarı ele geçirme, yönetme arzusundan dolayı işlenmiştir.
Kainat imamlığı, örgütün her türlü işi ile ilgilenip üst karar veren temel ideolojik ve doktriner birimidir. Bütün işler, örgütte kainat imamının talimatıyla yürümektedir. Örgüte kainat imamı her hafta sesini internet üzerinden duyurmaktadır. Örgütün kadrolarının topladığı bütün bilgi ve belgeler, örgütü yöneten kişide toplanır.”
– “Gülen’i yarı tanrı konumuna getirmek için…”
Gülen’in şahsi bilgilerine ve kısa hayat hikayesine de yer verilen iddianamede, tam isminin “Fetullah” olduğu, bu ismin 1844 yılında İran Şahı’na suikast düzenleyen Bahai fedaisi “Fethullah Kami” adlı kişiden alındığı aktarıldı.
Gülen’in doğum tarihi 27 Nisan 1942 iken, yılın nüfus kayıtlarında 1941 olarak düzeltildiği anlatılan iddianamede, yaşını vaiz sıfatıyla memur olmaya yeterli gelmediğinden büyüttüğü belirtildi.
İddianamede, Gülen’in, sohbetlerinde doğum tarihini 11 Kasım 1938 olarak açıkladığına işaret edilerek, “Kendini mehdi olarak gördüğünden, deccal kabul ettiği Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm tarihini kendisine doğum tarihi seçmiştir. Mehdinin ahir zamanda zuhur edeceğine inandığı için ‘deccal öldü, mehdi doğdu’ inancından dolayı bunu iddia etmektedir.” denildi.
Gülen’in, doğum tarihi ve seyitlik konusundaki tahrifatının, geçmişte en yakın adamlarından Nurettin Veren tarafından, “Fetullah Gülen’i yarı tanrı konumuna getirmek için sinsice yollara döşenen mihenk taşlarıdır.” sözleriyle anlatıldığına yer verilen iddianamede, en çok kullandığı mahlası olan “Dahhak”ın İran mitolojisinde, zalim, insan beynini yarasına süren kişiyi ifade ettiği vurgulandı.
İddianamede, Fetullah Gülen’ın, istihbarat örgütleriyle irtibatlı olduğu ve istihbari bilgiler aldığı da belirtildi.
İstihbari kurumların örgüt hakkında 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar takip yaptığı, darbe sonrasında ise hiçbir adli soruşturma ve takibata uğramadığı anlatılan iddianamede, Gülen hakkında çıkarılan yakalama kararının 6 yıl infaz edilmediği, 6 yıl sonra yakalandığında aynı gün dönemin Başbakanı ve İçişleri Bakanı’nın devreye girmesiyle serbest kaldığı ifade edildi.
Gülen’in yakalanmamasının onun kerameti olmadığı, dönemin devlet adamlarının din adamı görünümünden dolayı merhamet edip, koruyup kollamalarından kaynaklandığı kaydedildi.
– CIA ile ilişkisi
Gülen’in CIA ilişkisinin 1983 yılında Moon Tarikatı’nın Türkiye’deki uzantısı Kasım Gülek üzerinden sağlanan irtibatla başladığı aktarılan iddianamede, şunlara yer verildi:
“Resmi adı Birleştirme Kilisesi olan Moon Tarikatı’nı kullanarak komünizme karşı blok oluşturmak isteyen ABD, Türkiye’de komünizmle mücadele kuruluşlarına destek vermektedir. Komünist harekete karşı olan Fetullah Gülen’in de bu politika çerçevesinde Türkiye’de desteklenip büyümesini sağlamış, lise ve kolejler açmasına izin verilmiştir. Komünizmin yıkılmasından sonra okulları yabancı ülkelere de yayılmış, Gülen’e bağlı vakıf ve şirketler, 1992’den sonra Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Kafkasya ve Balkan ülkelerinde kolejler açmışlar, Asya ve Afrika’ya da bu okullar yayılmıştır.
ABD, Fetullah Gülen’in okullarının yayılmasına yardımcı olmuş, her ülkenin kapısı cemaat için açtırılmıştır.”
Türkiye’de 28 Şubat sürecinin tek kazananının Gülen olduğu ifade edilen iddianamede, yurt dışına çıktığı tarihe kadar Ankara’da Samanyolu Kolejinde, İstanbul’da ise FEM Dershanesi Altunizade Şubesinde kendisine tahsis edilmiş özel mekanlarda konakladığı anlatıldı.
İddianamede, “Gülen, kendisini önemli göstermek için 1990’lı yıllarda Türkiye’deki önemli devlet adamları ve siyasetçilerle yakınlık kurup Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit ile görüşmüştür. Amerikan gizli servisi CIA Başkanlığına getirilen Morton Abromowitz ile 1983 ve 1990 yılları arasında görüşüp dostluk kurmuştur. Abraham Foxman ile Papa II. John Paul ile görüşmeler yapmıştır. Siyasi yönden cemaatin oy potansiyeli fazla olduğuna inanıldığı için siyasiler kendisini muhatap almış ve bunu fırsat bilerek siyaset alanına zaman zaman yön verip etkili olmuştur.” değerlendirmelerinde bulunuldu.
Gülen’in 28 Şubat döneminde paniğe kapıldığı, uzun süre ABD’de kaldığı, hükümet ve CIA yetkilileri ile görüştüğü belirtilen iddianamede, bu hareketiyle kendisine Türkiye’de karşı olan kesimleri “arkamda Amerika var” mesajı ile tehdit ettiği ve bunda başarılı olduğu kaydedildi.
Gülen’in, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından korunan şahıslardan biri olduğu ve kendisine resmi koruma tahsis edildiği vurgulanan iddianamede, usullere aykırı olarak bu koruma faaliyetinin yurt dışında da sürdürüldüğü bildirildi.
İddianamede, ABD’de eğitim için bulundurulduğu iddia edilen bazı emniyet personelinin gerçek amacının onu korumak olduğu belirtildi.
Gülen’in, ABD’nin Pensilvanya eyaletindeki karargah olarak kullandığı çiftliklerden oluşan merkezden örgütünü yönettiği ifade edilen iddianamede, şu tespitlerde bulunuldu:
“Gülen, birçok kez devletin üst düzeyindeki yöneticilerin geri dönmesi için yaptığı çağrılara uymayarak, devleti ele geçireceği günü örümcek ağı kurup sabır ve sebat ederek beklemiştir. Örgüt lideri, önceden batıya karşı çıkıp söylem geliştirirken, sonradan bu ifadelerinden çark edip onlara yaranmak, dinde radikal olmadığını, onların istedikleri ölçüde ılımlı olduğunu, dinler arası diyaloğu baş tacı yapacağını gösteren ifadeler kullanmıştır. Küresel sermayenin Türkiye’deki çıkarlarını savunmak için örgütünü kullandırmaya başlamıştır.
ABD’de açtığı dava üzerine araya konan, ‘referans’ denen torpil ve verilen sözlerle süresiz oturma hakkı sağlayan yeşil kart sahibi olmuştur.”
İddianamede, Gülen’in ABD vatandaşlığına geçtiğine dair iddialara da yer verilerek, yaklaşık 100 bin dönüm arazi üzerinde kurulu 8 villa ve bir ikametgahtan oluşan kampüste, olağanüstü güvenlik tedbirleri altında yaşadığı ve örgütü buradan idare ettiği bildirildi.
AA